“tekrar bütün ritmin temeli, ritim de yaşamın özüdür...”
Geçmişten bugüne içerisinden onlarca farklı tür çıkaran Karayip Müziği, aslında bir toplumsal direniş kültürünün çıktısıdır. Sömürgecilik döneminde Afrika’dan alınarak zorla yeni kıtaya götürülen ve burada ölesiye çalıştırılan siyah kölelerin yüzyılları bulan direnişi, aynı zamanda Afrika kültürünü yok etmeye çalışan beyaz sömürgecilere karşı kendi kültürünü muhafaza etme mücadelesidir.
Muhafaza edilen bu kültür, yerleşilen yeni topraklarda, oluşan yeni topluluklarda üretilen kültürle bir sentezlenme içine girmiştir. Bu nedenle Karayip Müziği, bu yeni toprakların müziği olsa da, kökü, ruhu ve kulağı Afrika’dadır.
Karayip direniş kültürünün en billurlaşmış hali, tabii ki, reggae’dir. 20. yüzyılda siyah bilincin yükselmesiyle şekillenen bir din olan Rastafaryanizm’le sıkı bir bağı olan reggae, Jamaika halkının sesini tüm dünyaya duyuracak kadar güçlü bir çıkış yakalayacaktır.
Politik ve dini içerikli sözleriyle bilinen reggae’nin diğer bir özelliği, kolektif bir üretimle var edilmesidir. Telif yasalarının oldukça gevşek olduğu 1960’ların Jamaika’sında, pıtrak gibi çoğalan stüdyolar ve soundsystem’ler, uyarlama anlayışını reggae’nin merkezine yerleştirir. Basılan bir plağın, kısa sürede (bazıları orijinalinden iyi) yüzlerce farklı uyarlaması üretilir. Ortaya atılan bir ritim ya da beste, şekilden şekle sokulur.
Bu uyarlama sürecinde ön plana çıkanlar, plak yapımcıları ve ses mühendisleri olur. Ellerindeki teknik olanaklarla şarkıları “mix”leyen, Dick Hebdige’in Karayip Müziği üzerine olan kitabına koyduğu isimle, “Kes Yapıştır” (çev. Çağatay Gülabioğlu, Ayrıntı Yayınları, 2003) konusunda uzmanlaşan bu teknisyenler, reggae’nin bir alt türünün doğmasını sağlamıştır: Dub.
İlk dub albümünü ses mühendisi King Tubby, biraz da rastlantıyla, kaydeder. Bir kayıt sırasında vokallerin sesinin düzgün geldiğinden emin olmak için enstrüman kanalını yavaş yavaş kısıp açan Tubby, kayıt boyunca kanallarla ve tiz/bas ayarlarıyla kafasına göre oynar. Ortaya çıkan sesten büyülenmiştir. Çalışmalarını bu alanda devam ettirir.
“Bas, bu dönem reggae’nin kalp atışlarını oluşturan arka plandaki temel vuruşu sağlamaya devam eder.” Ancak, Robbie Shakespeare gibi öncü isimler sayesinde bas düzenlemeleri eşzamanlı olarak daha karmaşık ve deneysel bir nitelik de kazanır. Deneyin alanı dub’tır. Dönemin rock müziğinde lead gitar neyse, dub için de bas odur, başroldedir.
Kayıt ve ses teknolojilerinin ilerlemesiyle, dub, daha deneysel, kendi sınırlarını sonuna kadar zorlayan bir tür haline gelir. Bunun yanında, stüdyo içine daha fazla çekilir, enstrümandan bağımsızlaşır. Lee “Scratch” Perry, Joe Gibbs, Scientist gibi isimlerin çalışmaları ilgi uyandırır. “Dub’ta özgün beste hala tanınabilir durumdaysa da, artık parçalarına ayrılmıştır. Ritim hafifçe yavaşlatılabilir, şarkının birkaç küçük bölümü tekrar tekrar eklenip ardından eko marifetiyle tahrif edilebilir. Davullar ve bas doğrudan dinleyicinin kulağına ulaşıp kendilerini zorla dinlettirecektir” (Hebdige, Kes Yapıştır).
Elektronik cihazları kullanma becerisi dub’ta öylesine önemli bir hale gelmiştir ki, ses mühendisleri ve yapımcılar bizatihi sanatçıya dönüşmüştür. Özellikle, internet ve diğer yeni medya teknolojilerinin günümüzde ulaştığı seviye, çok pahalı ekipmanlara, kayıt cihazlarına, stüdyoya ihtiyaç olmadan, insanların kendi evlerinde mix’ler üretmelerine, internet üzerinden indirdikleri şarkılar üzerinde kes yapıştır yapabilmelerine imkân sağlamıştır. Youtube, binlerce özgün dub kayıtlarıyla ya da popüler şarkıların dub uyarlamalarıyla dolup taşmaktadır.
Dub, Karayip direniş kültürünün ve reggae’nin köklerinin, günümüzün gelişkin ses ve iletişim teknolojileriyle harmanlandığı bir tür olarak, dünyanın dört bir yanında yankılanmaya devam ediyor.