Haber dijitale göç ediyor. Araştırmacı gazeteciliğin klasik yöntemleri değerini kaybetmiyor, ancak büyük bir mecra değişimi yaşanıyor. Bir anlatı olarak haber değerini korusa da, bu anlatıyı aktarma yöntemleri sıklıkla tartışılıyor. Sosyal medya başta olmak üzere yeni medya teknolojileri insanların dikkatini bir metne yöneltme süresini hayli azalttığından, gazeteciler yeni –deneysel- yöntemler geliştirmeye çalışıyor.
Örneğin, Financial Times'tan Robin Kwong, bu dönemde hikâye anlatıcılığının gazeteciliğin geleceği açısından oldukça önemli bir yerde durduğundan söz ediyor. Kendi ilgi alanlarını da işe katarak, bilgisayar oyunlarının hikâye çerçevesinin haber aktarımı konusunda işe yarayabileceğini öne sürüyor ve FT bünyesinde bir oyun tasarlıyor. The Uber Game isimli oyunda kullanıcılar, bir Uber sürücüsü olarak gün boyu para kazanmaya çalışırken, gündelik hayatın önlerine çıkardığı zorluklarla boğuşuyor. Bu oyunla, insanların gig ekonomisinin işleyişi hakkında fikir sahibi olması amaçlanıyor.
Son dönemde öne çıkan diğer bir hikâye anlatıcısı ise Hasan Minhaj.
Minhaj, Müslüman Hint bir ailenin çocuğu olarak ABD'de dünyaya gelir. Siyaset bilimi eğitimi aldığı sırada stand-up'a merak salar ve ailesinin tüm engellemelerine rağmen, gizli saklı bir şekilde komedyenlik kariyerine başlar. Üniversitenin ardından, Joe Stewart'ın The Daily Show'una muhabir ve yazar olarak kabul edildiğinde, geldiği noktaya kendisi de inanamaz. Klasik televizyon haber formatını mizah ile birleştiren The Daily Show'da geçen yılların ardından Minhaj, ilk önce Beyaz Saray Muhabirleri Yemeği'nde Trump'ı yerden yere vuran konuşmasıyla, sonrasında ise Netflix'te yayımlanan Homecoming King isimli stand-up gösterisiyle gündeme gelir. Bunları ise Netflix'te hâlâ yayımlanmakta olan Patriot Act (Türkçe adıyla Vatanseverliğe Giriş 101) isimli program izler. Bu program, Cemal Kaşıkçı cinayeti üzerinden Suudi Arabistan yönetiminin sert bir eleştirisinin yapılmasının ardından, ilgili bölümün sansüre uğramasıyla çok konuşulur.
Oysa Minhaj'ın dert edindiği şey sadece uzak diyarlardaki akıl almaz yönetimler değildir. Örneğin, beşinci sezonda yer alan "Hızlı Modanın Çirkin Yüzü" başlıklı bölümde Minhaj, H&M ve Zara'nın bayraktarlığını yaptığı hızlı moda akımını masaya yatırır. Tasarım, hammadde temini, üretim ve dağıtım süreçlerini radikal bir şekilde kısaltarak yıl içindeki sezonu dörtten elli ikiye çıkartan ve fiyatları aşağıya çeken bu şirketlerin, giysi satın alım davranışlarında yarattığı etkileri araştırır. Hammadde temininden, dikime ve boyamaya kadar, bu şirketlerin dünyaya verdiği zararı açıklar. Ekolojik duyarlılığın artmasıyla birlikte şirketler tarafından başlatılan geri dönüşüm, sürdürülebilir giyim gibi kampanyaların, düzmece ve sadece reklam odaklı olduğunu gözler önüne serer ve patronları isimleriyle cisimleriyle teşhir eder.
Diğer bir bölümü ise ABD'de toplu ulaşım sistemine yatırım yapılmasını kimlerin engellediği sorusuna ayırır. Cevabı nettir: dünyanın en zenginleri listesinde ilk ona giren Koch kardeşler. Petrol, asfalt ve otomobil parçalarına yönelik ciddi yatırımları olan bu para babaları, yönetimdeki ahbapları ve kendi kurdukları sivil toplum örgütleri marifetiyle yaklaşık on beş eyalette toplu taşımaya yatırım yapılmasını engellemiştir. Bütün bunlar, ikincil araştırma ve haberlerle kanıtlanır.
"Brezilya, Yolsuzluk ve Yağmur Ormanları" başlıklı bölüm Ninja Kaplumbağalar'dan bir bölümle açılır. Amazon'un üzerinden bir balonla geçmekte olan kaplumbağalardan birisi "Bu ormanı kim bu hale getirmiş" diye sorar, diğeri ise "insanlar" diye cevaplar. Minhaj'ın cevabı ise farklıdır. Program boyunca Brezilya siyasetinin mütemmim cüzü haline gelmiş yolsuzluk ilişkilerini anlatan Minhaj, Amazon'un katlinin en büyük failine odaklanır: JBS. Batista kardeşlerin (soy isimlerinde de hayır yok) sahibi olduğu JBS, dünyanın en büyük et üreticisidir ve üretimlerinin artmasının maliyeti Amazon'un her gün biraz daha yok olmasıdır. Toplam üretimlerinin yüzde 76'sını ABD'ye ihraç eden bu kardeşler, rüşvet konusunda da rekortmenlerdir ve Brezilya'nın yeni başkanı Bolsonaro ile araları çok iyidir. Bolsonaro da yerli düşmanlığı ile bezeli kirli siyasetiyle gözlerini Amazon'a dikmiştir. Minhaj'ın üslubu eleştirelin ötesinde hayli serttir. Performansı şaşkınlık ve daha çok öfkeyle sarmalanır.
Bir bölümde, ABD'deki aşırı dozdan ölümlerin baş müsebbibi ilan edilen Fentanil isimli uyuşturucunun ilaç endüstrisi tarafından nasıl sorumsuzca ve sadece kâr odaklı pazarlandığını, sonrasında aynı şirketlerin utanmazca bunun panzehirini piyasaya sürdüğünü anlatır; bir başka bölümde ise eğitim aşamasından, yasalardaki düzenlemelere kadar ırkçılığın Amerikan polislerine nasıl sindirildiğini, siyahlara yönelik polis cinayetlerinin nasıl münferit değil sistematik olduğunu aktarır.
Aslında bütün bu başlıklarda Minjah, farkında olmadan, Kapitalizm 101 dersi vermektedir. İşçi sömürüsünden, yoksulları ölüme terk eden sağlık sistemine, kâr peşinde ormanları yok edenlerden, bütün bir halkı zehirleyenlere kadar fail, servetine servet katmak isteyen kapitalistlerdir. Bu burjuvalar, Minhaj'ın programında bazı kurumsal isimlerin arkasına saklanmış bir halde var olmazlar, isimleri, resimleri, hayatları, rezillikleri ile bu berbat insanlar gösteri esnasında ete kemiğe bürünür. Devlet ise, ABD'li mizah yazarı Danny Katch'in muazzam tanımında olduğu gibi karşımıza çıkar:
"Kapitalistler çocuk gibidir: Alışveriş arabasına oturur, ona buna el atarlar; oraya buraya saçtıklarını toplamak ve beş kutu fındık ezmesini rafa geri koymak da, alışveriş arabasını iten yetişkinin, yani devletin işidir" (D. Katch, Ciddi Ciddi Sosyalizm, Çev. Cemre Şenesen, Yordam Kitap, 2019).
Bu yıl, TIME'ın dünyanın en etkili 100 insanı listesine giren Hasan Minhaj'ın bu başarısı nereden gelmektedir peki? Öncelikle anlatısını hayatı ve deneyimleri üzerinden kurmasından. ABD'deki ilk Müslüman talkshow sunucusu olarak Minhaj, geldiği yeri borçlu olması gereken "Amerikan Rüyası"nı yerden yere vurur. Onun ön plana çıkarttığı, Müslüman bir Hint'in bu konuma gelebilmesini sağlayan olanaklar değil, bu konuma gelene kadar yaşadıklarıdır. Bunlar, hâlâ milyonlarca göçmenin, Afro-Amerikanın, Latin kökenlinin yaşamaya devam ettikleridir.
İkinci olarak Minhaj, mizahını politik bir alandan kurar. Bu sert bir eleştirel dille kurulan bir anlatıdır ve diğer stand-up'çıların aksine bir kimliği hedef alan, tartışma yaratan aşırı şakalardan uzak durur (Gervais'in translarla ilgili söylemlerini hatırlayalım). Bunun yerine madara etmeyi tercih ettikleri genelde güçlü insanlardır. Masum sataşmalardan nasibini alanlarsa, popüler kültür ikonları, güncel magazin tartışmalarıdır (biraz da Alexandria Ocasio-Cortez ve Bernie Sanders).
Üçüncü olarak ise Minhaj'ın yaratmayı başardığı yeni bir anlatım biçimidir. Talk show, stand-up ve haber formatlarını kaynaştırır. Patriot Act bir stüdyoda çekilir. Gösteri düzeni bir stand-up düzenidir. The Daily Show'un masa arkasında konuşan sunucusunun aksine Minhaj ayakta sunar programı. Bu da onun coşkulu ve duygusal anlatım yeteneğine bir alan tanır. Arkasında ve zeminde yer alan büyük ekranlar, hikâyeyi destekleyen görseller içindir. Sık sık grafikler ve istatistikler paylaşılır. Hemen hemen her bölümde Minhaj birileriyle söyleşi yapar. Bu, ya Amazon yerlilerinin temsilcisi, ya anlattığı konuda çalışan bir akademisyen ya da kamu yararı için mücadele eden bir avukattır.
Margaret Morse, ABD televizyonlarında ortaya çıkan anchorman fenomeni için şunu söyler: "[Anchorman] çok özel bir yıldız türüdür; boyun eğdirilmiş, indirgeme ve basitleştirme aracılığıyla kurulmuş ve doğruyu söyleme yetkisiyle donatılmış bir yıldızdır" ("Televizyonda Haberci Kişiliği", Eğlence İncelemeleri içinde, Der. T. Modleski, Metis, 1998).
Minhaj, tam da bu "yıldız"ın ölümünü haber vermektedir. Kısa sürede bu kapsamda etki yaratmasının sırrı buradadır.
Bize doğruları aktarmakla görevli bir ulvi kişilik olarak değil, gerçeklerin birlikte farkına varacağımız, onlara birlikte güleceğimiz, birlikte öfkeleneceğimiz bir eşitimiz olarak konuşuyor Minhaj. İnsanları bir şeyleri fark etmeye, olan bitene dikkat kesilmeye çağırıyor.