Kanada Montreal'de işlenen bir cinayeti, ABD'nin Las Vegas şehrindeki bir kumarhanede veri analisti olarak çalışan bir kadın nasıl önceden tahmin edebilir? Hatta, katili tanımamasına rağmen nasıl onun zevkleri, düşünce yapısı ve amaçları hakkında belki de dünyadaki en bilgili insan olabilir? Netflix'in bu hafta yayımlanan belgesel serisi Don't F**k With Cats (Kedilere Bulaşmayın) bunun hikâyesini anlatırken, günümüzün şöhret kültürü ve Stalk çılgınlığı üzerine zihin açıcı birçok soru soruyor.
Deanna Thompson işten eve geldiği bir gün Facebook'ta linki dolaşıma giren bir videonun karşısında bulur kendisini. Videoda genç bir adam iki kedi yavrusunu vakumlu bir poşetin içerisinde boğarak öldürmektedir. Thompson öfkeden deliye döner. Onun için asla ihlal edilmemesi gereken sıfırıncı kural "kedilere dokunmamak"tır. (Kediler internetin ortaya çıkması nedeniyle çok şanslılar, ancak bu şans bir şanssızlık olarak da dönebiliyor, aşırı sevginin de sapkın vahşetin de hedefi olabiliyorlar bu vakada gördüğümüz gibi.) Videonun karşısında tek öfkelenen Deanna değildir tabii ki. Kedi katilini bulmak için hızla bir Facebook grubu örgütlenir ve bu noktadan sonra Deanna ve grubun diğer bir üyesi olan John Green için bu iş bir takıntı haline gelir. İnternetin Stalk için sunduğu bütün imkânlara başvurulur, bilgisayar başında günler, haftalar geçirilir; ikilinin hayatının temel motivasyonu katili bulmak olur.
Olayın üzerinden bir süre geçtikten sonra sahte bir hesap, videoyu sahiplenen bir mesaj atar. Biriken öfke linç olarak ortaya çıkar. Atılan yüzlerce tehdit dolu mesajın sonunda, gerçek katilin bu hesabın sahibi olmadığı anlaşılır. Ama biraz geç kalınmıştır. Çünkü tek amacı grubu troll'lemek olan Edward çoktan intihar etmiştir. Bunun yarattığı üzüntü ve katili bulamamanın verdiği bezginlikle birçok kişi gruptan ayrılır, herkes hayatına dönmeye başlar. Tam da bu noktada katilimiz gruba dahil olur ve iki yeni video paylaşır. Videoların birisinde yavru bir kediyi küvette boğmakta, diğerinde ise yine bir yavru kediyi bir pitona yem etmektedir. Grup yeniden hareketlenir. Öfke ve intikam duygusu yükselir. Ancak Deanna ve John'u diğerlerinden ayıran bir şey vardır. İz sürmeyi bir takıntı haline getiren ikili, videoların barındırdığı ipuçlarından, bu videolarda yer alan kurbanların yakın zamanda insanlar olacağını tahmin eder. Yetkililere bu durumu bildiren mailler atarlar, ancak bir karşılık alamazlar.
Facebook'tan gelen bir mesajla kedi katilinin ismi bildirilir iz sürücülerimize: Luka Magnotta. Büyük ihtimalle bu ismi veren, katilin bizzat kendisidir. Magnotta, videosunun yarattığı etkiden, bunu kimin dert ettiğinden ve açılan gruptan haberdardır ve her şeyi günü gününe takip eder. Yani takipçileriyle, kendi yarattığı, bir oyunun içerisindedir ve bu oyunda gitgide el yükseltir. Sonuç olarak önceden haber verdiği, adım adım planladığı cinayeti Montreal'de gerçekleştirdiğinde ve bunu da kaydedip, internette paylaştığında takipçilerine karşı büyük bir zafer kazanmıştır.
Deanna, ikinci bölümde "katili besledik mi, yoksa yarattık mı" diye sorar. Dizinin can alıcı sorusu budur. Magnotta, yıllarca aradığı muhatabı ve sahneyi kedi videoları aracılığıyla bulmuştur. Fakat bu, masum bir gencin katile dönüştürüldüğü bir kötülük çemberi değil, takıntılı bir narsistin kendisini var edebileceği bir fırsat alanıdır. Hal Niedzviecki'nin, Dikizleme Günlüğü başlıklı kitabında yazdığı gibi, modern insan kendi halinde bir girişimciye dönüşmüştür, kendi hayatını ince hesaplarla bir yatırım aracına ya da şov programına çevirir, varlığını kapitalizmin bir ürünü olarak kurgular (çev. Gökçe Gündüç, Ayrıntı Yay., 2010).
Luka Magnotta vakası, bu eğilimin aşırı bir örneğidir. Görsel manipülasyon marifetiyle yarattığı fotoğraflarla, kendisini dünyanın çeşitli şehirlerinde, lüks içinde resmeder. Açtığı onlarca sahte hesapla, kendi adına hayran sayfaları oluşturur, fotoğraflarının altına kendisini öven mesajlar yazar. Ancak bütün bunlar ünlenmesine yardımcı olmaz. O da çareyi, yine sahte hesapların yardımıyla, Kanada'nın ünlü bir seri katiliyle arasında ilişki olduğuna dair dedikodular yaymakta bulur. Bu girişimi de, bir magazin gazetesinde basit bir haberle sınırlı kalır. Geri dönüşlerin eksikliği onu başka bir yola sokar: kedileri öldürür. Nihayet kendisini duyan, varlığına cevap veren insanlara ulaşır ve bu insanların gözetiminde, arzuladığı üne doğru planlarını gerçekleştirmeye devam eder.
Aslında, bir katil olarak Luka'yı yaratan Deanna'nın grubu değildir. Ünlenmek için her şeyi yapabilecek Luka'nın ilk hayran topluluğudur bu sadece ve burada bir beslenmeden, cesaretlendirmeden söz edilebilir. Deanna ve grubu, ilk kedi videosunun ardından bir araya geldiğinde paylaştıkları şey arzu ve inançtır. Arzu, bilinemezi bilebilmekten duyulan hazza yöneliktir. Bu biraz da, kendi sözlerinde yer aldığı gibi, oyun sahasıdır. Kedi katilini bulduklarında ne yapacaklarını kendileri de bilmemektedirler. Odaklandıkları ve içerisinde kayboldukları şey, bulmaktan ziyade iz sürme aşamasıdır. İnanç ise, videoların devamının geleceğine dair duydukları inançtır. Videolar her ne kadar kendilerini yaralasa bile, bunların devamının geleceğinden emindirler (ve belki de istekli). Uzun bir süre video gelmeyip, oyun yarıda kesildiğinde grup üyelerinin yüzde 50'sinin yok olması bu nedenledir. Kurulan oyuna şevkle dahil olmuşlardır.
Sosyal ağlar, bu tür bir iz sürme faaliyetine olanak sağlar, evet. Ancak Deanna'nın en sonda, bu belgeseli izleyenlerin tam olarak ne yaptığını sorması da değerlidir. Şöhret olma tutkusunun internetin olanaklarıyla karşılaşması her zaman böylesine aşırı örnekler olarak karşımıza çıkmasa da, birçok belirsiz ve tekinsiz duruma elverişli bir ortam yaratmaktadır. Luka, o çok hayran olduğu sinema yıldızlarının mertebesine gelemese de işlediği cinayetlerle ünlü olmayı başarmış, herkesin kendisinden bahsetmesini sağlamıştır.
Sonunda kazanan Luka mı olmuştur? Şöhretini kat kat artıran böyle bir belgeselin varlığı bile bu soruyu sormayı haklı kılmıyor mu?