Hikâye geçen hafta sonu Kayserispor-Fenerbahçe maçından sonra başladı. Oyunun sonlarında Kayserisporlu Furkan’la dalaşan Fenerbahçeli Volkan Demirel atılmaktan hakem Mete Kalkavan’ın yüreği yetmediği için kurtulmuştu.
O dalaşma o kadar kırmızı kartlıktı ki; maçtan hemen sonra Aziz Yıldırım’ın öfkeyle soyunma odasına gittiği, “Önümüzde çok önemli bir Galatasaray maçı varken nasıl bu kadar sorumsuz olabiliyorsun?” diye Volkan’ı fırçaladığı dillendirildi.
Ertesi günkü gazetelerde olayın bu kadarla da kalmadığı; Aziz Yıldırım’ın hışmından başka isimlerin de nasibini aldığı yazıldı.
Fenerbahçe bu haberleri gündüz “gazete ve gazeteci ismi vererek” resmi internet sitesinden yalanladı. Ancak Yıldırım bununla da yetinmemiş olacak ki; Ajax maçı son idmanını izlemeye gittiği idman tesislerinde esip gürledi:
“Hala 30 yıl önceki gazetecilik kafasıyla gidiyorsunuz. Ben kimle istersem onunla kavga ederim; ister hocayla ister Mahmut Uslu’yla! Bundan sonra stadımdaki maçlara akreditasyonları ben yapacağım. (Dikkat edin, yalan yazanı değil;) aleyhimizde yazanları stada almayacağım!”
Tesadüf mü bilmem... Ertesi gün TSYD de tüzük tadili yapıyordu. O kongreden sonra Aziz Yıldırım TSYD başkanı Oğuz Tongsir’le de görüşeceğini söylüyordu. Tongsir “Yıldırım’ın ayağına mı gideceksin?” şeklindeki eleştirilere rağmen o randevuya gitti. Zaten o gece Fenerbahçe-Ajax maçı vardı. Maçtan önce Aziz Yıldırım (tıpkı dediği gibi) TSYD tarafından maç akreditasyonları yapılan 5 gazeteciyi (Fotomaç’tan Emre Bol, Star’dan Aygün Özipek, Hürriyet’ten Ahmet Ercanlar, Sabah’tan Volkan Demir, Habertürk’ten A. Selim Kul’u)aleyhte yazdıkları için Ajax maçına almadı!
Konumuzla alakası yok ama...
Yalan ve aleyhte yazdıkları için (!) stada sokulmayan 5 muhabir de “en az Aziz Yıldırım kadar” Fenerbahçeli!
Lakin bu kısmı çok önemli değil. Çünkü bizim meslekte Fenerbahçeli olup da Galatasaray muhabirliği, Galatasaraylı olup da Beşiktaş muhabirliği yapan çok kişi var.
Önce TSYD’nin tüzük tadiline değinelim. Eskiden Türkiye Spor Yazarları Derneği’ne üye olabilmek için sarı basın kartı sahibi olma şartı vardı. O tüzük değişikliğinden sonra bu şart kaldırılmış. Yani TSYD üyesi olmanın yolu ardına kadar açılmış!
Fenerbahçe-Ajax maçı öncesi TSYD tarafından akreditasyonları yapılmasına rağmen 5 Fenerbahçe muhabirinin stada alınmaması tam bir şok etkisi yaratmıştı. Evet; aynen onun olması bekleniyordu ama... İnsan gene de bi umut aklıselimin ağır basmasını bekliyor.
Meslektaşları stattan kapı dışarı edilirken TSYD Başkanı Oğuz Tongsir o görüşmeyi yapıyormuş!
Ve yaptığı o görüşmeyi de bugün kendilerine ait internet sitesinden duyurmuş.
Bu arada bi dipnot daha;
TSYD başkanı Oğuz Tongsir 1980’li yıllarda Hürriyet gazetesi spor servisinde şefim konumundaydı. Kendisini pek sevmem. Bu sır değil; çünkü daha 20’li yaşların başındaki genç bir muhabirken bunu yüzüne de söylemiştim.
Ama mademki meslektaşız; ona kendi açıklaması üzerinden birkaç şey soracağım:
1- Spor yazarlarının maç akreditasyonunu her zamanki gibi TSYD yapacak. (Yapsa ne olur ki; o gece kapı dışarı edilen Fenerbahçe muhabirlerinin akreditesini siz yapmadınız mı? Meslektaşlarınız kapı dışarı edilirken yüzünüz kızardı mı? Aklınızdan bir şey yapmak geçti mi?)
2- TSYD üyesi olmayan hiçbir basın mensubu Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadı’na giremeyecektir. (O stada girmek için TSYD üyesi olmak neden şart olsun ki? Basın kartı olan bir GAZETECİ olmak neden yetmiyor? Ne dediğinizin farkında mısınız?)
3- Basın tribünü bir görev yeridir. Görevli dışında seyir ve keyif amaçlı hiç kimse bu tribüne sokulmayacaktır. (Tabi ki öyle olmalıdır da; bu gerçeğe vakıf olmak için sizin TSYD başkanı olmanız şart mıdır? TSYD başkanı olmadığınız günlerde televizyoncu kimliğinizi kullanarak BASIN TRİBÜNÜ’NE eşinizi-dostunuzu soktuğunuz az mı vakidir?)
4- TSYD ve Fenerbahçe Kulübü en kısa zamanda TFF ve Kulüpler Birliği ile birlikte toplanarak sorunları masaya yatıracak. (Ortada sorun yok ki! Ortada Aziz Yıldırım’ın kişisel kaprisleri var, Aziz Yıldırım’ın gazetecilere Fenerbahçe yanlısı yazmaları için baskısı var. Yarın Aziz Yıldırım hal ve gidişinizden (!) memnun olursa TFF ve Kulüpler Birliği ile konuşacak tek satırınızın kalmayacağını bilmiyor musunuz?)
5- Fenerbahçe-Ajax maçından önce 5 muhabirin stada alınmaması Fenerbahçe yönetiminin (TSYD başkanı Oğuz Tongsir’le yapılan toplantıdan önce)kararlaştırılmıştır ve tasvip edilmesi de mümkün değildir. Spor yazarları hakkındaki kararı kendi meslek kuruluşu olan TSYD verir. (Diyelim ki öyle; madem bu tip bir davranışı tasvip etmiyorsunuz, bi daha tekrar edilirse tavrınız ne olacak? Bu meselenin çözümünde yaptırıcılığınız ne kadar?)
Okurken benim yüzüm kızardı. Açıklanan kararların 6. maddesinde Oğuz Tongsir diyor ki;
6- TSYD’nin Fenerbahçe ile birlikte başlattığı bu proje (!) diğer kulüplerimizle de devam edecektir. (Sayın Tongsir; farkında mısınız bilmem ama... Siz Fenerbahçe Kulübü ile bir proje gerçekleştirmiyorsunuz! Daha önce kendi efsanevi isimlerini tesislere sokmayan, kendi taraftarını elindeki kombine bilete rağmen stada almayan; ve kendi taraftarına “Paralı köpekler” diye hakaret eden Aziz Yıldırım sırayı senin meslektaşlarına getirmiş! Aziz Yıldırım bunu iktidar sarhoşu olduğu için yapıyor. Galatasaray maçı öncesi ortamı kasten geriyor. Bunu kavrayabilmeniz için illaki bu satırları yazmam şart mıdır?)
Bu neresinden tutsan orasından elinde kalacak maddede çam devirmeye devam edilmiş:
6 b- Ayrıca Fenerbahçe kulübü resmi internet sitesinden yaptığı açıklamayla (TSYD üyesi olmayan maçlara giremez) diyerek tek muhatabının TSYD olduğunu göstermiştir. (Benim bildiğim TSYD mesleki bir örgüttü. Hatırladığım; TSYD’nin bugüne kadar muhatap alınmama gibi bir derdi yoktu! Şu kısa süren başkanlık döneminizde TSYD’yi bağımsızlık ilan ettiği için tanınmayı bekleyen devlet konumuna düşürmüş olmuyor musunuz? Diyelim ki yarın Aziz Yıldırım tersinden kalktı ve TSYD’yi de muhatap kabul etmediğini söyledi. O zaman ne yapacaksınız? Derneğin kapısına kilit mi vuracaksınız?
7- TSYD hem tüzük değişikliği yaparak hem de Fenerbahçe’yle masaya oturarak yeni bir başlangıcın temelini atmıştır. Amacımız daha çağdaş, daha etkili, daha seviyeli bir TSYD’dir! (Bak sen Allah’ın işine! Fenerbahçe kulübü başkanı size (yalan yazanı değil) ALEYHTE YAZANI stadına sokmayacağını söylüyor ve sizde o kafayla masaya oturmayı YENİ BİR BAŞLANGIÇ kabul ediyorsunuz... Aziz Yıldırım’ın ‘kendine Müslüman’ kafasıyla Oğuz Tongsir’in ‘olanı biteni analiz edemeyen’ yanlış kafasından daha etkili, daha çağdaş ve daha seviyeli bir TSYD çıkacakmış; öyle mi? Peki yarın Galatasaray, Beşiktaş, Trabzonspor (ve dahi diğer kulüpler de) ‘aleyhte yazmayan muhabirler’ isterse ne yapacaksınız?)
Şimdi soruları bırakarak size başka bir hikaye anlatayım. Çünkü ben bu konuda “bilirkişi” sayılırım. Çünkü ben Fenerbahçeli Aziz Yıldırım’ın “Galatasaray şubesiyle” çalıştım; yani Fatih Terim’le!
1996-2000 arasında 4 sene üst üste şampiyon olarak o başarıyı UEFA Kupası ve Süper Kupa’yla taçlandıran Galatasaray’ı takip ediyoruz. Yanlııız; o takım daha ilk gününde dev değildi; dev olana kadar epey badireler atlatıldı.
O yılların Galatasaray’ı bugünkü Fenerbahçe gibi de değil... Her gün bir parasızlık skandalı yaşanıyor!
Fatih Terim’in bir huyu vardır. Asla yalan habere kızmaz! Ama... Şayet içerden satıldığını hissettirecek bir haber yaparsınız; işte o zaman yandınız!
Biz o zaman Sabah grubuyuz. Yeni Yüzyıl var, ATV var, Fotomaç, Takvim, Sabah bir dünya gazete var. O yıllarda paralar ödenmedikçe en büyük çıngarı Hagi çıkartırdı. Biz de çok yazdık!
Yazdık da ne oldu?
Haber geldi;
“Mustafa Ersoy ve Engin Biçer dışarı” dendi!
Florya’dan kovulduğumuz çok oldu... Hatta yurt dışı kampta bile idmandan kovulduk... Ama bu asla Ali Sami Yen Stadı’na yansımadı!
Bizim için sıradan olaylardandı. Çünkü sadece biz değil ki; gazetecinin koruyanı kollayanı yoktur ki! Bırak TSYD ya da Gazeteciler Cemiyeti’ni... Bazen çalıştığınız gazetenin patronu ve yöneticileri bile yanında olmazdı!
Ancak buna rağmen o kovulma işlerinde bana tek bir şey çok batardı. (Rahmetli) Turgay abi vardı o zamanlar; Turgay Vardar...
Turgay abi de bizim gibi gazeteciydi ve geçmişte birlikte çalışmışlığımız çoktu. Kendisini çok severdik. Galatasaray Lisesi mezunu olduğu için medyayla köprüyü kuracak biri lazım olduğunda Turgay abiyi uygun görmüşlerdi.
Sadece bu değil; Turgay abinin başka meziyetleri de vardı. O zamanlar TSYD başkanı Atilla Gökçe idi. Turgay abi de onun yönetim kurulundaydı.
Genelde bir sorun olmuyordu ama... Hani yalan haber yaptık diye “Mustafa Ersoy ve Engin Biçer dışarı” haberi gelirdi ya... Bizi tesis dışına kadar uğurlamak rahmetli Turgay abiye kalırdı!
Düşünün; (Mustafa değildi ama) ben TSYD üyesiydim!
O gibi durumlarda BENİM HAKKIMI KORUMASI GEREKEN Turgay abi bana kapıyı gösteriyordu!
Bu konudaki sıkıntıyı başkan Atilla Gökçe’ye anlatmaya çalıştık. Ama değişen bir şey olmadı. Biz Turgay abinin Galatasaray’da çalışmasına kızmıyorduk. Ama “hem orada hem burada” olmuyordu; demeye çalıştığımız buydu.
Derken aradan günler geçer... Bir Şampiyonlar Ligi maçı öncesi Bostancı vapur iskelesi önünde Hakan Şükür ve nişanlısını fotoğrafladım. Koskoca teleobjektifle kimi çektiğimi merak eden bir çocuk Hakan Şükür’ü uyandırdı. Kaçsam kaçardım. Ama hem Hakan Şükür’le aram çok iyiydi; hem de, yapacağım şey de belliydi: Filmleri vermeyecektim!
Hakan benden filmleri istedi. Arabayı kendim kullanıyordum ve makinem kocaman objektifiyle birlikte yan koltukta duruyordu. Filmleri vermeyeceğimi anlayınca Hakan makinemi alıp gitmek istedi. Onun arabası da oralardaydı. O tartışma içinde makineyi açıp filmleri çıkaramayan Hakan makinemle arabasına binip uzaklaşmaya kalktı. O zaman bende yapmam gerekeni yaptım ve Hakan’ın arabasına atladım!
Artık arabada 3 kişiydik:
Ben... Hakan... Ve nişanlısı Beyda!
Hakan araç kitinden o günlerin bir “ağır abi”sini aradı. Kim olduğunu elbette biliyorum. O ağır abi Hakan Şükür’e “Orada iyi dostlar var” diyerek, bize Bostancı Karakolu’nu tavsiye etti!
Anlayacağınız film gibi bir olaydan sonra o günlerin ve her devrin en ünlü futbolcusu Hakan’la karakolluk olmuştuk!
Ben rahattım. Çünkü ben mesleğimi yapıyordum; (ülke ülke olsa) Hakan Şükür’ün yaptığı gaspa giriyordu!
O benden, ben ondan şikayetçi olduk. Aslında ikimiz de bir şey olmayacağını biliyorduk. Benim için önemli olan makinem ve içindeki filmlerdi. Hakan onları (karakola girer girmez) polise teslim etmişti. Karakol çıkışı makinemi aldım tabi; ama filmsiz!
Filmleri DEVLETİN POLİSİ imha etmişti!
Hani o maça alınmayan 5 Fenerbahçe muhabiri var ya...
Ben onların kafasından ne geçer; çok iyi biliyorum!
Onlar şimdi TSYD’den, Gazeteciler Cemiyeti’nden ve kendi gazetelerinden “sahiplenilmeyi” bekler!
Daha geçen milli maçın birinde öldüresiye dövülen meslektaşlarını kimse sahiplenmemişti. Onlar da yedikleri dayakla kalmıştı. Ama gene de ciddi bir devlet tarafından (!), ciddi bir meslek örgütü tarafından sahiplenilmeyi beklerler!
Ama boşuna beklerler!
Kafalarından geçeni biliyorum... Bende bekledim çünkü!
Gazetemi umursamaz duruma gelmiştim; ama TSYD’den sahiplenilmeyi bekledim!
O dönemin başkanı Atilla Gökçe ile bu işi çokça tartışmıştık.
Bi gün Florya’dan çıkmış eve dönüyordum. Tam e5’ten içeri kıvrılırken radyoyu açtım. Baktım bizim başkan Atilla Gökçe bir spor kanalında Hakan Şükür’le (!) röportaj yapıyor. Atilla abi ortalıyor, Hakan Şükür voleyi çakıyor!
İşte o anda dank etti “Oğlum Engin... Sen kimsiiiiin, Hakan Şükür kim? Sen kimsin Atilla Gökçe kim?” dedim ve arabamı noterin önüne çektim. O dilekçeyi elden de verebilirdim. Ama o kadar kesin kararlıydım ki; kimsenin kıvırma payı olmasın diye o dilekçeyi NOTERDEN yolladım:
“Basın kartımı alır almaz koşa koşa üyesi olduğum TSYD’den istifa ediyorum. İstifamın kabulüne...”
İşte o gün bu gündür, TSYD üyesi değilim!
O derneğin başına bir gün abim olarak bildiğim, babam olarak bildiğim Onur Belge başkan oldu. Onun döneminde en korktuğum şey oydu:
“Öfkeyle bir iş yapmışsın. Gel yeniden TSYD’ye üye ol!”
Çünkü bu camiada bir tek onu kıramazdım.
Ama biliyordum ki;
O çağrıyı bana Onun abi bile yapsaydı...
Ben (havuzundan başka) hiçbir vasfı olmayan o derneğe tekrar üye olmam!
Aslında eskiden ara ara düşünürdüm;
Ama o tecrübeden sonra Gazeteciler Cemiyeti’ne de üye olmadım; olmam da!
Peki olmasam ne olur?
TSYD ya da Gazeteciler Cemiyeti üyesi olmayınca gazeteci olmaktan mı çıkıyorum?
Ama TSYD’nin taze başkanı Oğuz Tongsir onu savunuyor!
Bundan sonra spor yazarlığı yapmak için Türkiye Spor Yazarları Derneği’ne üye olmalıymışız!
Neden?
Hiçbir yaptırımı olmayan o derneğe üye olunca daha mı çok gazeteci olacağız?
Uzatmayayım...
Spor yazarının...
Daha doğrusu gazetecinin görev yapmaya gittiği maçın akreditasyonunu yapmak
TFF’nin;
GSGM’nin;
Ya da (Aziz Yıldırım’ın dediği gibi) kulüplerin işi olmalı!
Bugüne kadar TSYD yapmış; nedense kimse de “Bu işi neden TSYD yapıyor?” diye sorgulamamış!
Ama farkındalar mı bilmem...
Artık sorgulanmaya başlandı!
TSYD maça giden spor yazarlarının akreditasyonunun neden kendisine yük edildiğini sorgulamalı!
Magazin Gazetecileri Derneği var...
Kimin hangi gece kulübünde görev yapacağına onlar mı karar veriyor?
Hangi adliye muhabirinin hangi adliyede görev yapacağına Adliye Muhabirleri Derneği mi karar veriyor?
Gazeteciler Cemiyeti meslek örgütü değil mi?
Onlar neden hiçbir gazeteci için “görev alanı akreditasyonu” yapmıyor?
Derim ki;
TSYD görev sınırlarını iyi tayin etmeli.
Bu kafayla giderlerse TSYD ile davalık oluruz!
Kimse gazeteciye görev alanı, görev sınırı çizmeye kalkmasın...
Elini güçlü sanır ama...
Dava sonunda kaybederler!
Haaa bu arada...
Oğuz Tongsir azıcık mesleki haysiyet derdinde olsaydı...
O gece o toplantıya değil; gazete patronlarıyla buluşmaya giderdi.
Fenerbahçe Kulübü Başkanı sana bunu mu yaptı?
“Peki” derdin...
Sen de ertesi gün (1 günlüğüne) Fenerbahçe’den tek satır etmezdin!
Ertesi gün gazetede Fenerbahçe haberi göremeyen Fenerbahçe taraftarı ayaklanmaz mı?
Tabi ki ayaklanır!
Ama diyeceksin ki:
“Başkan Aziz Yıldırım bizi stada sokmadığı için size bugün Fenerbahçe’den haber veremiyoruz!”
Kalanı mı?
Bırakın o kısmı da Aziz Yıldırım düşünsün!