Artık valizi toplama ve rotayı Türkiye’ye çevirme zamanı geldi. Çünkü zaten kıt olan dolarlar iyiden iyiye azaldı. Daha önemlisi Taksim gezisi eyleminden Suriye’de değişen koşullara, PKK’nin çekilme adımlarından “Akiller”in görev süresinin dolmak üzere oluşuna kadar pek çok alamet kulağıma “Dön, yoksa ortalık allak bullakken hâlâ turist numarasına yatmak ayıp oluyor” diye fısıldamaya başladı.
İyi peki.
Yarın (Cuma) öğle saatlerinde (size göre akşam) yine onbuçuk saatlık bir uçak yolculuğuna başlıyorum.
Zaten yeter.
New York’ta turist el kitabının “Mutlaka görülmesi lazım, mutlaka yapılması lazım” dediği her şeyi gördüm ve –galiba- her şeyi yaptım.
New York’un çekirdeği, hatta kimilerine göre New York’un kendisi sayılan Manhattan adasının iki yakasını da denizden gezdiren turist gemisine binip turladım.
Empire State Building’in 102. Katından New York’a ve Atlantik Okyanusu’na kadar uzanan kıyılara uzun uzun baktım.
Central Park’ın doğusuna da, batısına da, kuzey ve güneyine de gittim; içine de girdim.
Doğu Irmağını (East Riwer) metro ile altından geçip Brooklyn’e gittim. Brooklyn’in bizim Ümraniye sokaklarına benzeyen, Fatih Çarşambayı aratmayacak Müslüman mahallerinde de turladım; Manhattan’ın o gökdelenlerle ünlü ucuna karşıdan bakan Brooklyn Premonade’sinde de yürüdüm.
El Kaide’nin yok ettiği Dünya Ticaret Merkezi’nin ikiz kulelerinin temellerinin bulunduğu yerde yapılmış “Anı Anıtları”nı da gördüm; aynı arsa üstünde yükselen yeni Dünya Ticaret Merkezi’nin görkemli gökdelenin içine de girdim.
Broadway’de tam 25 yıldır (Bir daha: Yirmi beş yıldır) ara vermeden seyirciyle buluşan “Operadaki Hayalet” adlı ünlü Broadway müzikalini epey iyi sıradaki bir koltuktan seyrettim ve “Broadway Müzikali” neymiş anladım, öğrendim, etkilendim, alkış tuttum.
Metropolitan müzesine gittim, çakıldım kaldım ve görevli memur uyarmasaydı çıkamayacaktım.
Modern Sanatlar Müzesine (MOMA) gittim. Ardından Kızılderili Kültürü Müzesi’ne de. İkincisinde “Yine New York’a geleyim, yine bu müzeye gireyim ve bu defa tam gün kalayım” dedim.
Bu arada kıdemli New Yorkluların “İki haftada sökersin” dediği New York metro ağını, kıt İngilizceme rağmen beş günde kavradım; kaybolmadan hat değiştirip gideceğim yere gidebiliyorum…
Kendime “New Yorker” amblemli bir şapka-kep aldım, gelince T24 amelesine hava basacağım.
Sözün özü: Yapılması gereken ne varsa yaptım. Eksik kaldıysa, turist el kitabı yazmadığındandır
Yani artık dönebilirim.
* * *
“Yav sen ne biçim gazetecisin? On gündür New York’tasın ve iki üç sade suya tirit yazı dışında hiçbir şey yazmadın” diyen kötü niyetli okurlara gelince…
Ne yazacaktım peki?
“Empire State Building’in 102. katından bakınca manzara şahane” filan mı yazmalıydım?
Yoksa Bond Caddesi’ndeki Smile Lokantası’nın yemeklerinin bir b.ka benzemediğini, fiyatlarının ise bir b.ka benzediğini filan mı?
Hayır, T24 okuruna saygım var.
On gün tatil yaptım. İyi de yaptım. Finansın ve sanatın yeryüzündeki merkezi sayılması gereken bir kentte on gün fink attım.
Artık döneyim…