Afganistan’daki “Batılı” güçler sadece sayıları 120 bini aşan askerlerden, ISAF (=Uluslararası Güvenlik Destek Gücü) birliklerinden ibaret değil.
Tamam, ABD kanadı neredeyse askeri ve diplomatik güçten ibaret gibi. Ama Avrupa Birliği ülkelerinden birkaç bin askerle ISAF içinde yer alan Almanya, Fransa, İngiltere gibi ülkeler çeşitli sivil toplum kuruluşları, eğitim işbirliği komisyonları ile Afganistan’ın “yarın”ına destek vermeye çabalıyorlar. Hepsini görmüş, neler yaptıklarına bakabilmiş elbette değilim. Ama Almanya’nın saygın sivil toplum kuruluşlarının çabalarına belli ölçülerde tanık oldum. Dileyen “Emperyalist Batı’nın kuruluşları kendi çıkarlarına hizmet edecek kadrolar yetiştiriyorlar” filan gibi o bildik edebiyata sarılıp itiraz edebilirler. Ben gördüğüme, tanık olduklarıma bakarım.
Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin (SPD) vakfı olarak bilinen Friedrich Ebert Stiftung (kısaca: FES) çalışmalarına tanık olduğum, hatta kimilerine katıldığım kuruluşlardan biri. Afgan gazetecilere ve “yarının liderleri” olarak tanımladığı genç Afgan kadın ve erkeklere yönelik bir dizi çalışma sürdürüyor.
Bunlardan biri kadınlı erkekli Afgan geçlerinden oluşan bir gruba “Türkiye demokrasisi Afganistan için bir model, bir örnek olabilir mi” sorusuna cevap arayan bir toplantıydı. Bir tam gün boyunca o genç Afgan kadın ve erkeklerle birlikte oldum. Soruya doğrudan cevap vermedim. Ama onlara Türkiye’yi anlattım. Yüzde 95’i Müslüman olan, iktidarda İslami referanslardan hareket eden bir partinin olduğu, Anayasasında “laik, demokratik ve sosyal bir hukuk devleti” olduğu yazan, demokrasisi üç, hatta üç buçuk kez (28 Şubat demek istiyorum) kesintiye uğramış Türkiye’yi…
Merakla dinlediler. Bu şaşırtıcı değil. Bırakınız bu okumuş yazmış, eğitimli Afgan gençlerini, sokaktaki Afganlı için bile Türkiye çok anlamlı ve önemli bir ülke.
Somut bir örnek vereyim: Kabil’de başta ISAF merkezi olmak üzere bütün yabancı askeri güçlerin karargâh ya da yönetim binaları, boyutlarının kavranması pek güç güvenlik duvarları ile korunuyorlar. Türkiye’nin 1300 kişilik askeri birliğinin karargâhında ise göstermelik güvenlik önlemleri dışında pek bir tedbir yok. Ben görmedim ama çarşıda pazarda ellerini kollarını sallayarak dolaşabilen tek yabancı askeri birlik ise Türkiye’den gidenlermiş… Kâbil’deki bıktırıcı güvenlik kontrolleri sırasında Türk pasaportu çok kolaylık sağlıyor ve çarşı pazarda “Nerelisin” sorusuna “Türkiye’den” cevabı alınınca kollar havaya kalkıp selamlar veriliyor…
O yüzden gerek Afgan gazetecilerin, gerek kadınlı erkekli o gençlerin Türkiye’yi model ülke olarak görmeleri, en azından görmek istemeleri ve Türkiye’yi öğrenmek istemeleri çok doğal. Bunu Google ile yapamayacaklarının da bilincindeler.
Gençlerle yapılan tam günlük toplantının büyük bölümü soru-cevaplarla geçti ve doğrusu hiç de kolay sorular değildi.
Birkaç örnek:
- Yüzde 95 Müslüman olan bir ülkede mini etekler, çok boyanan kadınlar neden yasak değil? (Bunu soran üstelik bir kadındı)
- Sizce İslam ile demokrasi uyuşur mu?
- Laiklik din düşmanlığı değilse nedir?
- Yüzde 95’i Müslüman olan bir ülke neden laik olsun ki?
Örnekler ne kadar açıklayıcı bilemiyorum. Ama bugünkü Afganistan’ı ve onun “okumuş yazmış” gençlerini anlatmaya çalıştığım bu yazıda vurguyla belirtmeliyim:
Bu soruları soranların ya da başka konularda görüş belirten gençlerin dertleri demokrasi ve laiklik değil, İslam’dı. Din onlar için çok güçlü bir inanç. İyi ya da kötüyü dine uygun ya da aykırı olarak kavrıyor ve değerlendiriyorlar. 30 milyonluk nüfusunun yüzde 80’inin (kimilerine göre yüzde 84’ünün) okuma yazma bilmediği bir ülkede okumuş yazmışların duyarlılıkları böyleyse geniş kitlelerinkini varın siz hesaplayın.
Laikliği ya da laikliği çağrıştırabilecek uygulamaları, önerileri demokrasi olarak kavrıyorlar ve demokrasiyi bundan ibaret sanıyorlar. Laiklik ile demokrasinin iki ayrı kavram olduğu anlatıldığında ise bazen içten bir şaşkınlık, bazen da güvensizlik kokan bakışlarla karşılaşıyorsunuz.
Demokrasinin aynı zamanda bir özgürlük sistemi, dileyenin dilediği gibi inanacağı ve yaşayacağı bir sistem olduğunu anlattığınızda “Peki şu da mı serbest” gibi ve çoğu kez dinsel alandan örnekler verilen sorular karşınıza çıkıyor.
Yasak bu gençlerin bilincinde ve tabii bilinçaltında çok sağlam kökler salmış. Dinsel ya da siyasal otoritelerin bir şeyleri (gerekirse her şeyleri) yasaklayabilmeleri bir ön kabul olarak bilinçlerde yer etmiş. Tersi onları şaşırtıyor; ezberleri bozuluyor.
Ama…
Ama o zaman gözleri de bir başka türlü parlıyor. Sanırım benim bir halkasını oluşturmaktan öte katkım olmayan bu FES projesinin somut kazanım ve bilinç açıklıklarına yol açtığının en iyi kanıtı işte bu sözünü ettiğim “Başka türlü parlamaya başlayan gözler”…
* * *
Afganistan’ı birkaç günlük yazı dizisi ile enine boyuna anlatmak bence olanaksız. En azından ben üstesinden gelemem. Bugün dördüncüsünü okuduğunuz ve yarın galiba sonuncusunu okuyacağınız bu dizide bazı tablolar çizmeye çalışıyorum. Bu çok acılı, çok kan yitirmiş ve umutlu bir geleceğe yürümesi çok ama çok zor ülke üstüne bazı yargılar ve fikirler oluşturacak tablolar…