Başlık benden değil; bir Afgan’dan. Üstelik Sovyetler Birliği’ni Afganistan’a davet eden, Kızılordu’nun gelip askeri destek verdiği sol, hatta sosyalist eğilimli Afganistan Halk Partisi üyesi bir Afgan’dan da değil. Kızılordu geldiğinde henüz doğmamış, gittiğinde ise yedi-sekiz yaşlarında çocuk olan, iç savaşa ve Kabil’in adım adım ve gün be gün tahrip edilişine, yıkılışına korkuyla açılmış çocuk gözleriyle tanık olan, iç savaşı izleyen Taliban döneminde o zifiri karanlığı dolaysız yaşayan bir Afgan’dan…
Batı kaynakları şöyle yazıyor:
“Sovyetler Birliği, 1979'da Afganistan'ı işgal etmiş ve kendi denetiminde bir sosyalist Afgan yönetimi kurdurmuştur.”
Afganistan kaynakları biraz farklı:
“1973’de Halk ve Bayrak (Perçem) partilerinin desteğini alan Afgan aristokratı Davut Han krallığa son verip Afganistan Cumhuriyetini kurdu. Kendisi de devlet Başkanı oldu. Sol eğilimli Halk ve Perçem partileri 1978’de ters düştükleri ve önde gelen yöneticilerini tutuklayan Davut Han iktidarını bir darbe ile devirdiler ve 27 Nisan 1978’de Afganistan Demokratik Cumhuriyeti’ni ilan ettiler. Bu sol eğilimli iktidara karşı büyük aşiretlerin reisleri ayaklandı ve kendilerini mücahit olarak adlandırarak silahlı direnişe geçtiler. Daha önce imzalanan ikili anlaşmalar uyarınca Afganistan Sovyetler Birliği’nden askeri destek istedi. 1979’da Kızılordu birlikleri askeri destek için, Sovyet uzmanlar da idari reformlar için Afganistan’a geldiler. Mücahitlerin direnişi ABD’den gelen askeri eğitmen ve silah desteği (özellikle omuzdan fırlatılabilen Stinger füzeleri) sayesinde daha da sertleşti. Kentlerde özellikle başkent Kabil’de düzeni ve güvenliği sağlayan Sovyet destekli Hükümet kırlarda gitgide geriledi.
Kendi iç sorunları ile boğuşan Sovyetler Birliği 1989’da Afganistan’daki bütün askeri ve uzman personelini çekti. Necibullah başkanlığındaki Afganistan Hükümeti ABD destekli Mücahitler ile baş başa kaldı ve 1992’de yenildi.”
Mücahitler başlıca Özbek ve Türkmenlerden oluşan General Dostum liderliğindeki İttifak, Taciklerden oluşan Rabbani’nin dini ve Mesut’un askeri önderliğindeki gruplar ile Gulbettin Hikmetyar reisliğindeki Peştun gruplardan oluşuyorlardı ve Kabil’e dolayısıyla Afganistan’nın kalbine egemen olmak amacıyla kendi aralarında savaşa tutuştular.
Afganlar bu döneme “iç savaş” diyor. İç savaş bütünüyle Kabil’de geçti. Kente egemen tepelerden birbirlerine füze ile saldıran Mücahitlerden kazanan olmadı. Ama Kabil kavranması güç ölçülerde tahrip edildi.
Birbirine düşen mücahitlerin yarattığı iktidar boşluğunda Pakistan’da yetişmiş radikal İslamcı Taliban güçleri güneyden çabucak ve kolayca tırmanışa geçtiler ve kısa sürede Afganistan’ın hâkimi oldular. Bu iç savaşın sonu, ama Afgan halkının, özellikle kadınların yine kavranması güç bir karanlığa mahkûm olması anlamına geldi.
Bütün kadınlar burka taşımak zorundaydı. Burka taşısa bile tek başına sokağa çıkması mümkün değildi. Mutlaka önünde yürüyen bir erkeğin eşliğinde sokağa çıkabilirdi. 1973 -1989 arasında özgürlüğün tadını alan, okula gitme hakkına sahip olan Afgan kadınları 1996’dan 2001 Ekim’ine kadar süren Taliban iktidarında bütün kazanımlarını yitirdi.
Afganistan’ın yakın tarihine ilişkin yukarıdaki uzun paragrafları bir Afgan gazetecinin çok yalın cümlesi çok daha iyi özetliyor:
“İç savaş Kabil’i tahrip etti, Taliban iktidarı Afgan halkını…”
Bu yalın cümle bugünkü Afganistan gerçeğini pek iyi anlatıyor. Yarın, bugünkü Afganistan gerçeği üstüne duralım…