Okuduğunuz en güzel kitap hangisiydi, sorusunun karşılığı sanırım birçoğu için cevaplaması en zor olanlardan biridir. Benim okuduğum en güzel kitap Daron Acemoğlu ile James A. Robinson tarafından yazılan "Why Nations Fail", Türkçe başlığıyla "Ulusların Düşüşü" kitabı. Kitabın tanıtımında, tarih boyunca ulusların, özellikle de birbirine benzeyen ulusların ekonomik ve politik gelişmeleri arasında neden büyük farklılıklar var, sorusunun cevabının arandığı işaret ediliyor. Kitap hemen hemen bütün kültürlere, her ulusa ve dünyanın her yerine temas ediyor ve sorunun cevabına çözüm arıyor, neden bazı uluslar düşüyor?
Koronavirüs'ün dünyaya gücünü göstermeye başladığı günlerde hafızam beni kitabın 96 ile 101. sayfaları arasındaki başlığa, "Büyük Salgının Yarattığı Dünya" bölümüne götürdü. Bu bölümde, 14. yüzyılda Büyük Bubonik Salgın olarak bilinen korkunç veba salgınının Avrupa'da, özellikle İngiltere'de sosyal ve politik yaşamı nasıl etkilediği ve feodal sistemin nasıl yerle bir edildiği anlatılıyor.
1346 yılında, Kara Ölüm olarak da bilinen Bubonik salgın Karadeniz kıyılarında, Kırım'da, Don Nehri'nin denize döküldüğü liman şehri Tana'ya ulaşır. Sıçanların üzerindeki pirelerle insana bulaşan hastalık, tarihi İpek Yolu ile Çin'den ticaret yolu ile gelir. Cenevizli tacirler sayesinde, sıçanların üzerindeki pirelerle Tana'dan bütün Akdeniz'e yayılır. 1347 yılının başlarında İstanbul'a ulaşan salgın hastalık, 1348 yılı boyunca Fransa, Kuzey Afrika ve nihayet İtalyan çizmesini ele geçirir. Yayıldığı tüm ülkelerde nüfusun neredeyse yarısını silip, süpürür. Papa IV. Clement'in memurlarının tahminlerine göre toplam 23 milyon 840 bin insan yaşamını kaybetmiştir. Fransa'da ölüm oranı yüzde 50'dir.
İngiltere'de de aynı şey olur. Toplam ölüm sayısı 1 milyona ulaşarak, toplam nüfusun yüzde 30'u kaybedilir. Ülkenin üretim gücü neredeyse yarı yarıya azalır. İşgücü sayısındaki ani düşüş, feodal yapıyı derinden sarsar. Sağ kalan köylüler tarihte ilk defa feodal beylere meydan okurlar ve haklarını alırlar. Köylüler zorunlu köle işçiliğinden kurtulduklarını hissederler. İşgücü ücretleri artmaya başlar. Sonunda feodal beyler devletten yardım isterler. 1351 yılında devlet acilen yeni iş kanunlarını çıkararak, bu duruma bir son vermeye çalışır.
Mücadele burada bitmez. Köylüler 1381 yılında tekrar isyan bayrağını açarlar. Devlet yeni bir kısıtlama yapacak durumda değildir. Sonuçta feodal düzen neredeyse yıkılmıştır. Yeni bir işçi piyasası ortaya çıkar. Ücretler yeniden artar. İngiltere'deki köylü sınıfının Doğu Avrupa'ya göre daha güçlü olmasının doğal sonucu olarak, Kara Ölüm'le birlikte feodalite de sona ermiştir. Doğu Avrupa'da ise tam tersine yüzyıllar sürecek ikinci kölelik dönemine geçilmiştir. Gelecek yüzyıllarda ardı sıra gerçekleşen fırsatlarla birlikte, Avrupa'nın farklı bölümlerinde farklı sosyal ve politik değişim ve dönüşümler olmaya başlar. ‘Siyah Ölüm' İngiltere'de kraliyetin gücünü zayıflatırken, Fransa ve İspanya eski yolda devam eder. 17. yüzyılın başlamasıyla birlikte Atlantik ticaretinin açılması ve Amerika'nın kolonileşmeye başlaması, yeni kurumların dünya ticaretine katılması sonucunu doğururken, İngiltere'yi daha çoğulcu bir yapıya kavuşturur.
İngiltere'de, Kral 8. Henry'nin ölümü ertesinde, uzun süren Katolik-Anglikan mücadelesi sonunda Katoliklerin kaybetmesi ve Bloody Mary'nin (Kanlı Mary) ölümü ile ülkede yeni bir din ekseni ve kurumsal yapı ortaya çıkar. Anglikan kilisesi ile İngiltere artık Avrupa'dan çok farklı bir kulvarda ve yalnız kalmıştır. En büyük sorun, ülkenin en büyük gelir kaynağı olan ihracatın, özellikle de tekstil ihracatının neredeyse yok olmasıdır. Katolik Avrupa'nın Akdeniz üzerinden ticaret yollarını kapaması üzerine 1. Elizabeth çok stratejik bir karar alır. Ticaret alanı olarak kendisine üç İslam ülkesini seçer. Fas, İran ve Osmanlı İmparatorluğu. Fas'la derhal diplomatik ilişkiye geçerek tekstil karşılığında barut hammaddesi güherçile ithal eder. Karşılığında tekstil satarak sanayisini kurtarır. Fas'ın ilk büyükelçisi Muhammed al-Annuri Ağustos 1600 yılında Londra'ya gelerek çalışmaya başlar. İran'la olan ilişki, bu ülkenin Osmanlı yönetimi ile olan sürekli savaş hali nedeniyle dengeli bir şekilde yürütülmeye çalışılır.
1579 yılının Eylül ayı sonlarında Kraliçe Elizabeth'e gümüş bir kapsülün içinde, saten bir çanta ile bir mektup gelir. Mektup Osmanlı Padişahı 3. Murad'ın imzasını taşımaktadır. Aynı yılın bahar aylarında İstanbul'a gelen İngiliz tacir William Harborne'nun diğer Hristiyan ülkelere tanınan kapitülasyonların İngiltere'ye de tanınması talebine karşılık yazılmıştır. Yazışmalar sonucunda her iki ülke arasında yüzyıllar sürecek bir anlaşma imzalanacaktır.
Her üç ülkeye de değişik yollardan ulaşma çabası ve ticaret yolu bulma mücadelesi İngiltere'ye yeni bir ticari model yaratma fırsatı vermiştir. Bu model, İngilizlerin Amerika macerasının temelini oluşturacaktır.
İngiliz tacirlerin Kuzey Denizi ve Beyaz Deniz üzerinden Rusya'ya giderek İran'a ulaşma çabaları sonucunda 1557 yılında Çar Korkunç İvan'la bir ticaret anlaşması yapılır. Amaç, ticareti Volga boyunca kuzeyden İran'a ulaştırmaktır. Londra'dan, Beyaz Deniz üzerinde 1700 mil boyunca gelen mallar, Rusya üzerinden 3 bin mil geçerek İran'a ulaşacaktır. Ruslarla yapılan anlaşma sonucunda İngiltere'de Muscovy Company Şirketi kurularak, çok ortaklıklı, kâr ve zarara ortaklığa dayanan yeni bir ticari model geliştirilir. Muscovy Şirketi, Osmanlı ile yapılan ticaretin gelişmesi üzerine daha sonra lağvedilerek, Turkey Company, Şirketi'ne dönüşecektir. Turkey Company ise, daha sonra Amerika'yı kuracak Virginia Şirketi'ne ilham kaynağı olacak harika bir modeldir. Bir anlamda, Amerika'nın İngilizler tarafından ticari olarak ele geçirilmesinin sırrı, Türklerle yapılan ticaret ve bu ticarete yön veren modelde yatmaktadır.
Bu ticaretle, kaliteli İngiliz kumaşları karşılığında imparatorluğun geniş pazarı İngiliz tacirlere açılır. İngiltere Hristiyan ülkelerin yüzyıllardan beri günah saydığı kuralları ihlal eder, Hristiyan olmayan bir ülkeye silah ve silah hammaddesi satmaya başlar. İngiltere'deki eski Katolik kiliselerin çanları ve metal çatıları sökülerek, silah yapımında kullanılmak üzere Osmanlılara satılır. Bu süreç İngiliz ekonomisini zengin eder.
İngiltere – Osmanlı İmparatorluğu ilişkisi, 19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu'nun zayıf düşmeye başlamasıyla yeni bir döneme girer. 1854 tarihinde Rusya'nın Kudüs ve kutsal alanlar üzerinde hak talebinde bulunması üzerine, Fransızlar ve İngilizler heyecanlanırlar. İngiltere bu defa Fransa ve Sardinya Krallığı ile birlikte Osmanlı'nın yanında savaşa katılır. Fransa'yı savaşa ikna eden Dışişleri Bakanı Clarendon'dur. Çocukluk arkadaşı Fransız İmparatoriçesi'ni kişisel gayretleriyle etkileyerek Fransız kuvvetlerinin İngilizlere eşlik etmesini sağlar.
Kırım Savaşı bana göre ilk dünya savaşıdır. Yaklaşık 700 bin kişinin öldüğü bu savaşta, Tolstoy tarihte ilk defa savaş muhabiri olarak görev yapar, Rus kamuoyunu bilgilendirir. Florence Nightingale ilk hemşire olarak adını yazdırır ve yine tarihte ilk defa telgraf savaşla ilgili bilgileri aktarma amaçlı olarak kullanılır. İngilizler müthiş isabetli minie tüfeklerini bu savaşta ilk defa kullanırlar.
Savaş sırasında olan biten bir, iki saat içinde Paris ve Londra'ya ulaşabilir duruma gelir. Daha ilginç olan, İngiltere'den bağımsızlığını ilan eden Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere'nin 1812 yılında ülkesine bir kez daha saldırması üzerine intikam hırsıyla bu savaşta Rusya'yı destekler. Rus ordusuna destek amacıyla sağlık malzemesi ve gereçleri gönderir.
Yazının başlangıcında bahsettiğim Kara Veba'nın çıkış noktası Kırım, bu defa dünya tarihinde farklı gelişmelere yol açar. Savaşı kaybeden Rusya'da geri kalmışlığın ve düşüşün nedenleri araştırılırken, savaş sonrasında Çar 2. Alexander tarafından serflik-kölelik düzenine son verilir. Köylüler şehirlere akarak işçi sınıfının ilk nüvelerini oluştururlar. Rusya sanayileşme ve ulaşım atağına kalkar. Ülkeye yabancı sermaye girer ve demiryolu ülkenin en uç noktalarına ulaşır.
Osmanlı ordusuna gelince, Prof. Dr. Hikmet Özdemir'in geçen hafta bir solukta okuduğum "Salgın Hastalıklardan Ölümler 1914-1918" kitabında, önceki bölümlerde yaptığım alıntılara ek olarak, savaşa katılan 35 bin askerin lekeli tifodan Kırım Savaşı'nda öldüğü ifade ediliyor. Aynı kitapta, savaşta İngiliz ve Fransız ordularının başkumandanlarının da salgın hastalıklardan öldüğü belirtiliyor. Fransız kumandan St. Arnaud Kırım'da koleraya yakalanır, Fransa'ya gönderilmek üzere bindirildiği gemide ölür.
Kırım Savaşı'nın en büyük muharebesi olan Balaklava'da bir Rus topçu taburuna karşı gerçekleştirilen yanlış ve acele hücum kararıyla, Kraliyet Ordusu'nun en değerli alayı Hafif Süvari Alayı'nın 25 Ekim 1854 tarihinde yarısının yok olmasına neden olan Lord Raglan ise, 28 Haziran 1855 tarihinde yine koleradan ölür. Franz von Suppe'nin 21 Mart 1866 tarihinde Viyana Carltheater'da premiyerini yaptığı Hafif Süvari Alayı Uvertürü'ne ilham veren kahraman alayın intikamını bir salgın hastalık yine Kırım'da almıştır. Bu yenilgi ve yapılan stratejik hata İngiliz kamuoyunu yıllarca meşgul eder.
Salgın hastalıklardan söz açılmışken, Osmanlı İmparatorluğu'nun genişleme döneminde olduğu gibi, çöküş sürecinde de askeri stratejisini en çok etkileyen unsurların başında salgın hastalıkların yer aldığını söylemek mümkün. Osmanlı'da devlet yönetimi karar alırken, karantina ve şehre giriş yasakları, temizlik malzemesi dağıtımı gibi hiçbir tedbiri gözden kaçırmaz. Toplumsal mücadelede, dini kurumlar ile devlet birimleri her zaman sıkı bir işbirliğine girerler. 1822 yılında İstanbul'da çıkan veba salgınında Kız Kulesi karantina merkezi olarak kullanılır.
Kırım Savaşı'nın hemen ertesinde çıkan salgın hastalık üzerine 1877 yılında Plevne'de bulunan Büyük Cami derhal hastane haline getirilir ve minaresine Kızılay bayrağı çekilir. Hastalar, soğuktan donmamak için caminin müezzin mahfeli, minber, mihrap gibi ahşap kısımlarını yakarak ısınmaya çabalarlar.
Balkan Savaşı'nda ise binlerce kolera hastasının perişan durumunu gören Operatör Cemil Paşa onları nasıl tedavi edeceğini kara kara düşünürken aklına camiler gelir. Evkaf Nazırı Ziya Paşa'ya bazı camilerin derhal Şehremaneti (belediye) emrine verilmesi için telefon eder. Ziya Paşa'nın karşı çıkması üzerine Sadrazam (Başbakan) Kamil Paşa'ya başvurarak kararında ısrar eder. Ziya Paşa bu kararı tekrar şiddetle reddedince, Sadrazam Kamil Paşa da iyice tereddütte kalır. Toplantıda bulunan Şeyhülislam Cemalettin Efendi derhal söz alarak; "Ben, Şeyhülislam olmak sıfatıyla, camilerin değil bir tanesinin, hatta hepsinin boşaltılarak kolera hastalarına ve muhacirlere tahsis edilmesine taraftar olduğumu söyleyeceğim. Hatta bu hususta arzu ettiğiniz takdirde fetva dahi veririm" der. Birkaç saat sonra Ayasofya, Sultanahmet, Şehzadebaşı camileri hastanenin emrine verilir. Yerlerdeki halılar kaldırılır. Ağır hasta olanlar Ayasofya, diğerleri de Sultanahmet ve Şehzadebaşı camilerine yerleştirilir. Bu tedbirler sayesinde İstanbul'un çok büyük bir salgın dalgasından kurtulması sağlanır.
Savaşta salgın hastalıkların önlenmesi için aşı ve temizlik koşullarındaki iyileştirmeler sayesinde 20. yüzyılın başlamasıyla birlikte Amerikan ordusunda ölümler hayli düşük kalır. 1914 yılına doğru İngiliz ve Fransız ordularında da hastalık kaynaklı ölümler çok azalır.
Pulitzer ödüllü Kanadalı yazar Andrew Nikiforuk, insanlar niçin hastalanır, sorusunun yanıtını 19. yüzyıl Prusyalı tıp yorumcusu Rudolf Virchow'un kesin olarak verdiği görüşündedir. Bakteriyolog Virchow mikroplar üzerine yaptığı uzun araştırmalardan sonra hastalığın en iyi ve en kısa tanımını yapmıştır: "Değişen koşullarda yaşam." Onun değişen koşullardan kastettiği; yemek alışkanlıkları, ticaret, seyahat, ev yaşamı, giysiler ve hava koşulları, kısaca tüm çevredir. "Yaşam koşullarına müdahale edildiğinde, insanlar ile mikroplar arasındaki ilişkinin, önceden kesinlikle kestirilemeyen, çoğunlukla da ölümcül bir sona doğru değişeceğini" öne sürmüştür.
Virchow, bu düşüncelerini ilk kez 1848 yılında Yukarı Silezya'da yoksul pamuk işçileri arasında baş gösteren tifüs salgınını incelediği sırada ifade etmiştir. Virchow, ziyaretinin ardından yazdığı raporunda, tifüs mikrobundan çok, şiddetli yağmurları, kötü yaşam koşullarını ve yoksulluğu sorumlu tutmuş, günümüzdeki en büyük doğa felaketi ve Koronavirüs'ün en büyük nedeni olarak düşündüğüm Küresel Isınma ve sonuçlarına adeta ışık tutmuştur.
Yararlanılan kaynaklar