1917 yılı ilkbaharının ilk günleri. Avrupa zor ve sert geçen bir kışın ağırlığını üstünden atmaya hazırlanıyor. Birinci Dünya Savaşı bütün şiddetiyle devam edip, yayılırken, Rus Çarı İkinci Nicholas’ın tahtını bırakması, Avrupa başta olmak üzere bütün dünyaya şok dalgaları yaymaya başlar. Bolşevik Devriminin liderliğini ilerde üstlenecek olan Vladimir Lenin o günlerde ülkesinden çok uzaklarda, Zürih-İsviçre’de sürgündedir. Çar’la ilgili haberi alır almaz aklı başından gidecektir. Bir an önce Petrograd’a gidip, hareketin başına geçmelidir.
Petrograd’a gidebilmenin bir yolu olduğunu bilmektedir. Rusya’nın tarihi düşmanı Almanların yardım talebini kabul etmek. Alman yönetimi de bu durumu bir fırsat görmekte, iyice kaosa batmış Rusya’yı daha da karıştırmak için Lenin’i ve kendisi gibi devrimci militan ekibini bir an önce ülkelerine postalamayı hayal etmektedir. Doğuda, Rusya’da ortaya çıkabilecek yeni bir kargaşa, Almanya’nın askerlerini batıya doğru mobilize ederek, Fransa cephesinin rahatlamasını sağlayacaktır. Proje hazırdır. Mühürlü ve kapalı bir vagona yerleştirilecek olan Lenin ve yoldaşları Almanya ve İsveç üzerinden Petrograd’a ulaştırılacaktır. Lenin tehlikenin farkındadır. Almanya ve Almanlarla anlaşmak onu ve ekibini bir anda vatan haini durumuna düşürebilecektir. Projenin finansmanı için derhal maddi yardım ve destek arayışına girer. En azından bu seyahati kendi olanakları ile gerçekleştirebildiğini iddia edebilecektir. Ancak seyahatin tüm ayrıntıları Almanlarca titizlikle hazırlanmıştır, oldukça sıkı bir iş birliği yapılmıştır.
Paskalya tatili başlamadan bir önceki sabah erkenden uyanan Lenin, endişelerini gidermek için ümitsiz son bir atak yapar. İsviçre’deki ABD. Büyükelçiliği’ni telefonla arar. Telefon defalarca çalar. Açan olmaz. Heyecanla birkaç deneme daha yapar. Sonunda genç bir ses telefonu açar. “Ben, Allen size nasıl yardım edebilirim?” Allen aldığı cevaptan kendisini kimin aradığını bilmektedir. “Vladimir İlyiç ULYANOV” notunu hemen defterine kaydederek, sohbeti kısa kesmeye çalışır. Birkaç dakika sonra elçilik bahçesinde patronuyla tenis maçına yetişmesi gerektiğini düşünerek “Beni Pazartesi arar mısın?” der ve telefonu Lenin’in yüzüne kapatır. Genç Amerikalı diplomat Allen Dulles’tır.
1950’li yılların başında CIA’yi kuran, aynı yıllarda ülkesinin ilk denizaşırı darbesini İran’da gerçekleştirerek Başbakan Musaddık’ı deviren efsanevi istihbaratçı Allen’in başından tesadüfen geçen bu olay sonraki yıllarda CIA’de göreve başlayan acemi personele en çok anlatılan hikâyelerin başında gelmektedir.
İkinci olay İtalya’da geçer. Bu olaydan tam 27 yıl sonra Müttefik orduları İtalya’daki ilk çıkarmayı başarmıştır. 1944 yılında Almanya’yı güneyden çevirmek için İtalya’ya çıkan İngiliz kolu ülke içine hızla sokulur. Albay Anthony Clarke’ın başında olduğu 8nci Ordu hedeflerine ulaşmak için ilerlerken, stratejik konumdaki Sansepolcro kasabasına geldiğinde durur. İtalyan ordusunun hain bir tuzak hazırladığından şüphelenen İngilizler şehri derhal ablukaya alırlar. Bombardıman başladığında heyecanla gelişmeleri izleyen komutan Clarke, bir an için yanı başındaki şehir isminin hafızasında yarattığı şaşkınlıkla bombardımanı durdurma kararı alır. Sansepulcro’nun kendisine çok yakın gelen bir isim olduğunu düşünür. Yıllar önce, 1925 yılında okuduğu, Aldous Huxley ‘in yazdığı “The Best Picture” adlı makaleyi hatırlamıştır. Küçücük bir İtalyan kasabasında gelmiş geçmiş en güzel sanat eserlerinden birinden söz edilmektedir. O sanat eseri, bombalanmakta olan, yok olmaya aday güzel İtalyan kasabasında, kuytu bir köşede duvarda asılıdır.
Huxley’in makalesinde bahsedilen Sansepulcro, etrafı orta çağda yapılmış kale gibi bir duvarla çevrili, tepelerin arasında düz bir vadide kurulmuş harika bir kasabadır. Dövme demirle yapılmış süslü balkonlarıyla, Rönesans saraylarının bulunduğu bu şirin belde, ressam ve matematikçi Pierro della Francesca’nın 1463 yılında resmettiği Rönesans harikası “Ressurection -İsa’nın Göğe Yükselişi” eserini adeta bir sembol gibi içinde saklamaktadır. Kasaba, Albay Clarke’ın bir anlık tereddüttün arkasından verdiği emirle yerle bir olmaktan kurtulacaktır. Savaştan kısa bir süre sonra şehir yönetimi yapılan bu iyiliği karşılıksız bırakmayarak, şehrin en işlek caddelerinden birine kahramanın adını verir, ismini ölümsüzleştirir. Via A. Clarke caddesine adı verilen İngiliz Albayın kültür zenginliği ve duyarlılığı tarihin en güzel sanat eserlerinin kurtarılmasını sağlamıştır.
Bu tesadüf ertesinde kurtulan Sansepulcro, Pierro’dan başka bir ünlü İtalyanın da doğum yeri ve gençlik yıllarını geçirdiği bir kasabadır. Muhasebenin Babası ve Kapitalizme can suyu veren adam olarak da bilinen Luca Pacioli’nin doğumundan neredeyse yüzyıl kadar önce, Papa’nın kuzeni tarafından Adriyatik kıyısındaki Rimini şehir devletine satılan kasaba, ilk yıllarda Malatesta ailesinin başarılı yönetimiyle oldukça parlak bir dönem geçirir. Ancak ailenin bu başarısı ve güzel günler uzun sürmez. (1)
1430 yılında Malatesta ailesinin gayrimeşru iki oğlu, kendilerinin meşru aile ferdi olarak ilan edilmesi ve durumlarını yasallaştıran bir berat verilmesi koşuluyla şehri Papa’ya bağışlarlar. Sonraki on yıl şehir Papa ve dostu Floransa’nın müttefik olduğu safta kalır, Milano ile yapılan savaşların yaşandığı kötü bir dönem yaşar. Papa ve müttefikleri Anghiari savaşını kazanınca, barışın hemen ertesinde şehrin yönetimi hümanizmin dorukta olduğu Floransa’nın eline geçecektir. Şehir tesadüfen aydınlanma çağına girmeye başlamıştır.
Machiavelli bu olayı “…Papa, yapılan savaşı ve sonuçlarını dikkate bile almadan, içinde bulunduğu mali sıkıntıyı dikkate alarak Borgo San Sepolcro’yu Floransalılara 25.000 dukat altınına satar…” şeklinde anlatır. Yeni dönem sanata çok değer verilen parlak bir geleceğin başlangıcı olur. Pierro della Francesca gibi sanatçıları yetiştirerek, eserlerini müzelerinde saklayan bu şehir Rönesansla birlikte İtalya’da hızla parlamaya başlayacaklardır.
Pierro della Francesca üstün matematik birikimi ile Luca Pacioli’nin ilham kaynağıdır. Bazı tarihçiler Pacioli’nin Pierro’nun öğrencisi olduğunu iddia etseler bile, Luca bu durumu hiçbir zaman doğrulamaz, ancak matematik bilgisinin kaynağının Pierro olduğunu da gizlemez. Bilgi aktarımının Luca üzerinden Leonardo da Vinci’ye geçtiği, ikilinin 1496 yılında Castello Sforza’da karşılaşmasından hemen sonrası için tarihçiler tarafından da teyit edilmektedir. O yıllarda Leonardo, hidrolik, mimari ve mühendislik alanlarıyla ilgilenmektedir. Leonardo, dizlerinin hemen üzerine kadar giydiği kısa pembe parlak tuniği ve uzun şalı ile çok ilginç ve aydın bir kişiliktir. Göğsünün hemen üstüne kadar uzanan gür ve bakımlı sakalı ile dikkat çekmektedir. Her iki sanatçının en büyük ortak yanı aritmetik ve geometridir.
Luca Pacioli’nin öğrenim ve kendini geliştirme çabaları devam eder. Venedik’te Antonio Rompiasi’den Venedik stili modern muhasebe kayıt yöntemini öğrenir. Paha biçilmez bu öğretiyi edindikten kısa bir süre sonra yakın arkadaşı ve dostu Floransalı hümanist Battista Alberti ile Roma’ya doğru yola çıkar. Alberti bu dönemden itibaren Pacioli’nin akıl hocası ve en büyük takipçisidir. O günlerde Roma harabeler üzerine kurulmuş 60.000 nüfuslu bir şehirdir. Alberti, Papalık Yüksek Mahkemesi Sekreterliğine atanır; görevde olduğu süre içinde dostu Luca’yı Papa ve yakın çevresine tanıştırır. Bu Luca için büyük bir şanstır. Daha sonraki çalışmalarında kendisine mali açıdan destek olacak dostlarının katkısı, başarısında oldukça önemli yer tutacaktır.
Tarihçi Jacob Burckhardt, Leon Battista Alberti’yi dünyanın gelmiş geçmiş en büyük dehası olarak tanımlar. Alberti matematik ile sanatı birleştirip, özdeştiren ve sanatçılara matematiksel perspektifi öğreten bilim adamıdır. 1435 yılında yazdığı “De Pictura-Resmetmek” başlıklı eserinde anlattığı, “derinlemesine perspektifin kullanılması esasları” Pierro della Francesca tarafından da kullanılmış; Luca Paciola tarafından aynı teknik yakın arkadaşı Leonardo da Vinci’ye öğretilmiştir. Artık tavan resim ve freskleri matematiğin uygulanmasıyla çok daha mükemmel ve gerçekçi olarak yapılmaya başlanmıştır. Rönesans İtalya’sında görsel sanatlarda devrimin bu yöntemin kullanılmasıyla başladığı sanat tarihçilerince ifade edilmektedir.
Bilim alanındaki gelişmelere gelince, Papa Nicholas V, Battista Alberti’nin büyük desteği ve rehberliğiyle Avrupa’nın en büyük koleksiyonuna sahip kütüphanesini Roma’da kurar. 1455 yılında, İstanbul’un fethi ertesinde gelen yazılı belgelerle birlikte eski Yunan medeniyetinin bilgi kaynağının bir kısmı Roma’ya akacaktır. Bu gelişmeler sonrasında Luca Pacioli, Yunanca kaynaklara ve onları geliştiren Orta Asya kökenli (İran’lı ve Türk) bilim adamlarınca Arapça yazılmış birçok esere ulaşma olanağı bulur. Büyük İskender’le birlikte Orta Asya’ya akan eski Yunan kültürü İranlı ve Türk aydınlar tarafından geliştirilmiş, Abbasi Halifeliği dönemi ile birlikte bu bölgede altın çağ yaşanmıştır. Avrupalı bilim adamlarının İspanya Endülüs’teki okullarda öğrendikleri bu bilgiler Kiliseye rağmen aydınlanmayı ateşleyen ilk fitil olmuştur. Luca öğrendikleriyle matematik ve muhasebe bilgisini geliştirir. Roma dışında, Floransa, Venedik, Milano ve Urbino kütüphaneleri de çok değerli bilim eserlerine sahip çıkarak Rönesans ve Reforma ışık tutacaklardır.
Alberti’nin 1472 yılında ölümü sonrasında, Pacioli aydınlanma çağının merkezlerinden biri olan Napoli’ye gider. Perugia’ya gidinceye kadar iki yıl kadar gezici öğretmenlik yapar. Hint – Arap rakamlarını ve matematiğini kavradıktan sonra birçok üniversitede profesör olarak ders verir. Perugia’da iken yeni kitabını yazmaya başlar. “Summa de arithmetica, geometria, proportione et proportionalita- Aritmetik, Geometri, Oranlar ve Oransallıklarla İlgili Herşey”. Avrupa’da bilinen ve yazılmış ilk matematik ve muhasebe kitabı olan Summa, üç matematik geleneğini bir araya getirmiştir: Orta Çağ Avrupa matematiği, İran ve Türk kökenli Orta Asyalı bilim adamlarınca Arapça yazılmış matematik, geometri ve temel bilimlerle ilgili eserler ile İstanbul’dan yeni ulaşan eski Yunan kaynakları. Bu alanda kendini geliştirmek için Abbaco hocası olarak çalışır. 1477 yılı Aralığında daha sonraları hiç basılmayan üç abbaco notunu yazar. “Tractatus mathematicus ad discipulos perusinos- Perugia’lı Öğrenciler için Hazırlanmış Matematik Çalışmaları”. (2)
Luca dahil, o günlerde yapılan matematikle ilgili çalışmaların Latince kökenli tek bir yazılı kaynağı vardır. Fibonacci’nin kitabı “Liber abaci”. Kitabın yazarı on üçüncü yüzyılda İtalya’da yaşayan ve Afrika’nın kuzey sahillerini adım adım gezen tüccar Leonardo de Pisa, tarihçilerce Fibonacci olarak da bilinir. Babasının Kuzey Afrika sahillerinde gümrük görevlisi olarak çalıştığı şehirlerde büyüyen Fibonacci günlük yaşantısını geçirdiği mahalli pazarlarda Arap tacirlerin, ticari işlemlerinde kullandığı yeni rakamları keşfeder. Daha sonraki yazılarında, dokuz sayılı Hint rakamlarının yarattığı mucizeden çok etkilendiğini ifade eder. Fibonacci daha önce hiç görmediği şeylerden şaşkındır. Yeni rakamlarla kolayca toplama, çıkarma ve çarpma yapılabilmektedir. Avrupa’da o tarihlerde toplama ve çıkarma işlemi abacus’la zar zor yapılmaktadır. Avrupalılar harflerden oluşan Roma rakamlarını kum üzerinde çakıl taşları kullanarak hesaplama tablosu yapmışlar (abacus); bu tablo ile sadece toplama ve çıkarma işlemlerinin üstesinden gelebilmişlerdir. Aynı dönemlerde Arap tacirler Hindistan’da öğrendikleri rakamlarla faiz hesabı yapabilmekte, karışık döviz işlemleri ve birçok ticari işlemi gerçekleştirmektedirler. Fibonacci, Hint-Arap rakamlarına çok iyi nüfuz ederek, bu alanda çok iyi tanınan bir matematikçi olur. 1202 yılında “Liber Abaci- Hesaplama Kitabı” başlıklı eserini yazar. 1 ile 9 arası Hint rakamlarına, Arapların yarattığı “0- zephirum” u ilave ettiğini ve 10’lu sistemin kusursuzca çalışmasını sağladığını açıklayan yazar, tüm hesaplamaların artık kolaylıkla yapılabileceğini ilan eder. Fibonacci’nin başardığı en ilginç hesaplamalardan biri doğadaki hayvanların çoğalma hızıdır. Bulduğu rakamlar sıralamasına kendi adını verir “Fibonacci Numbers”. Sıralama 0 ve sonra 1’le başlar. Sonraki hesaplamalar bir önceki rakamla sonraki rakamın toplanmasıyla yapılmaktadır. “0,1,1,2,3,5,8,13,21,..”. Tavşanların ve birçok canlının çoğalma hızı bu şekilde kolaylıkla hesaplanabilmektedir. Ancak, Liber abaci’nin Avrupa’nın tamamında tanınması üç yüzyıl kadar daha zaman alacaktır.
Muhasebe tarafına gelince, on sekizinci yüzyılda yaşayan İngiliz seyyah Alexander Hamilton, Hint tacirlerin yüzyıllardır kullandıkları “double-entry-çift kayıt” muhasebe sisteminin Hindistan ile doğrudan ticari ilişki kuran Venedikliler tarafından keşfedilerek, kullanılmaya başlandığını yazmaktadır. Hindistanlıların “bahi-khata” dedikleri bu sistemin on üç ve on dördüncü yüzyıllarda, Avrupa’da aydınlanmanın ortaya çıktığı dönemlerde tanıtılmaya başlandığı anlaşılıyor. Aynı dönemlerde ölçme, optik kullanımı, deniz ulaşımı için navigasyon ve şehir saatlerinin ayarlanması gibi yenilikler kendilerini göstermeye başlamıştır. 1335 yılı Nisan ayında Fransa Kralı Philip VI, Paris’in kuzeyindeki Amiens şehri yönetimine yetki vererek, şehirde çalışan işçilerin sabah işe gidişleri, öğle molaları ve akşam eve dönüşlerini kilise çanlarıyla düzenleyen bir çalışma takvimini zorunlu kılar. 1370 yılında Kral Charles V, Paris’teki saat ayarını standart hale getirerek, vatandaşlarını saatlerini kendi sarayına göre ayarlamaları konusunda uyarır.
Dünyada muhasebe kuralları üzerine ilk kitabı yazan isim Luca Bartolomeo de Pacioli’nin bu alandaki ilk eseri “Particularis de computis et scripturis- Hesaplama ve Yazılar Üzerine Ayrıntılar” Venedik’te bir matematik ansiklopedisi olarak 1494 yılında yayınlanır. Daha sonra yazacağı Summa’nın en önemli bölümü olan ve on dört dile çevrilen bu eseri, matbaanın ortaya çıkışı ile birlikte büyük bir ilgi görecektir. Modern muhasebe usullerini tanıtırken “Dünyada hiçbir şey tacirin iş ilişkilerini yazıya dökmek kadar önemli değildir” diyen Pacioli, kendi yazdığı usulü takip eden tacirin işiyle ilgili her şeyi bileceği ve işletmesinin iyi veya kötü yönetilip, yönetilmediğini her zaman izleyebileceği, öngörüsünde bulunmuş, yöntemini hararetle tavsiye etmiştir.
20 Kasım 1494 tarihinde Venedik’te basılan “Summa de arithmetica, geometria, proportione et proportionalita” kitabı günümüz ölçülerinde 1500 sayfa tutabilecek bir bilgi kaynağıdır. Piyasaya 119 soldi fiyatıyla çıkan kitaba göre karşılaştırıldığında, Ezop’un “Aesop’s Fables- Ezop’tan Masallar” kitabının o günlerde 2 soldi’ye satıldığını belirtmekte yarar görüyorum. Kitabın o günkü koşullarda bir öğretmenin veya yetenekli bir sanatçının bir haftalık ücretine veya bugünün fiyatlarıyla İtalya’da satılan en iyi laptop fiyatına eşit bir değerde olduğu da söylenmiştir. İlk baskısı için 10 yıl telif hakkı alan Luca, daha sonraları 1508 yılında Venedik Senatosundan tekrar basım halinde 20 yıl daha telif hakkı elde etmiştir.
Matbaanın kitap basımı üzerinde yarattığı büyük kolaylık ve maliyet azaltıcı etkisi, Luca’nın kitabının kısa sürede yeni nesil okuyucu kitlesine ulaşmasını sağlar.
Summa’nın “Hesaplama ve Yazılar Üzerine Ayrıntılar” başlıklı bölümü sonraki yıllarda yazılan 150’ye yakın esere ilham vererek, Venedik Usulü muhasebenin on altıncı yüzyılda İtalya, Almanya, Hollanda, Fransa ve İngiltere’de hızla yayılmasını sağlar. “El modo de vinegia” ya da “alla viniziana” olarak da bilinen bu usul gelecek yüzyıllarda kapitalist sistemin gelişmesi için adeta can suyu görevini üstlenecek; Avrupa’dan başlayarak tüm dünyada kayıt sisteminin modern bir yönteme sahip olmasını sağlayacaktır. (3)
On dokuzuncu yüzyıla gelindiğinde, Venedik usulü tanımlaması artık küresel muhasebe sistemi olarak değişmeye yüz tutmuştur. Bu dönüşümü tetikleyen en önemli gelişme ise İngiltere’de buharlı makinalarla başlayan sanayi devrimi ve hemen ertesinde ortaya çıkan sermaye şirketleri yapılanması olur. Kapitalizm kılıf değiştirmeye başlamıştır.
Bir önceki yazımda bahsettiğim, büyük bilim adamı Charles Darwin’in ufkunu açan dedesi Josiah Wedgwood’un ortağı ile birlikte tesadüfen geliştirdikleri sanayi muhasebesi, ulaşımı ateşleyen demiryolları mucizesiyle birlikte yeniliklerin birbirini katlayarak geliştirdiği yeni bir dünya modeline yelken açılmasını sağlamıştır.
Tarih tesadüfleri izlemiş, tesadüfler de bilinmeyenleri ve yenilikleri gün ışığına çıkarmıştır.
Kaynakça