"Şimdi sizi, halk mizahının cıvıl cıvıl kafiyelerindenVe soytarılık kurumunun pek sevdiği şımarıklıklarından alıpBir hükümdarın savaş çadırına götüreceğiz.Orada göreceksiniz, şaşırtıcı ifadelerle dünyayı tehdit edenVe kılıcıyla krallıkları yerle bir eden Timurlenk'i.Seyredin onu bu trajik aynadaVe sonra da alkışlayın içinizden gelirse."
İngiliz yazar Christopher Marlowe tarafından yazılan "Tamburlaine the Great" (Büyük Timurlenk) 1587 yılında, Ankara Savaşı'ndan 185 yıl sonra Londra'da "Amiral's Men" topluluğu tarafından temsil edilir. 1590 yılında kapağında "Tragical Discourses-Trajik Konuşmalar" ibaresi bulunan kitabın ilk baskısı yayınlanır. Yukarda sunduğum "Prolog-Başlangıç", yazarın hem yazınsal hem de ideolojik bir manifestosu olarak algılanmaktadır. "Büyük Timurlenk" oyununun iki bölümü birbirini tamamlamakta, birlikte on perdelik bir tragedya oluşturmaktadır.
1587 yılına geri döndüğümüzde, tiyatronun elbette bugün bildiğimiz ve izlediğimiz anlamda bir sanat olmadığı fark edilecektir. Eseri çok genç yaşta, 16 yaşında yazan Christopher Marlowe (1564-1593), birinci bölümü kendi başına bir oyun olarak tamamlamış, başrolü Edward Alleyn oynamıştır. Oyun Timurlenk üzerine kurgulanmıştır. Diğer karakterlerin rolü Timurlenk kadar renkli ve çok boyutlu değildir.
"Büyük Timurlenk" 16 yaşında bir gencin yazdığı dahiyane bir eserdir. Marlowe bu oyunu şiir yalınlığında, sıradan bir seyirciyi düşünerek yazar. Bu yüzden de oyun o dönemde çok tutulur. Birçok oyun yazarı Marlowe'a kıskançlık duyar. Bu oyun tarihe ilgi duyanları da tiyatrolara çekmiştir.
Yazarın böyle bir eser yazması, edebiyatçılarca çok yoksul bir aileden yetişmiş ama çok iyi eğitim almış bir gencin büyük bir başkaldırısı olarak yorumlanır. Bazı yazarlar bunu Marlowe'un, Timur karakteriyle biraz da kendisini ortaya çıkardığı şeklinde yorumlarlar. Kısa süren yaşamı boyunca Kraliyet gizli servisi tarafından casus, ateist ve tütün müptelası gibi suçlamalara maruz kalan Marlowe, İngiliz tiyatro yazarı Robert Wilson'un yazdığı "Three Ladies in London-Londra'da Üç Hanımefendi" gibi eserlerin Londra seyircisini bezdirdiğinin farkındadır. Bu gibi eserlerin koyduğu sınırlamalardan uzaklaşmak ister. Etrafındaki insanların yaşanmış, ilginç olay ve karakterlerden daha çok etkilenebileceğini düşünür. Sonunda Birinci Elizabeth döneminin drama kültüründe büyük bir değişimi gerçekleştirir. İncelediği tarih kaynaklarında Timur İmparatorluğunu kuran, Türk-Moğol orjinli savaşçı bir lideri kahramanı olarak seçer. Onun, İran ve Rusya'da yaptığı çılgın seferlerini okur. Delhi devletini eline geçirmesinden çok etkilenir. 1402 yılında Memluk Sultanlığı ile yaptığı savaşını, Halep ve Şam'ı zapt etmesinden sonra gözünü Osmanlı devletine dikmesini ve Ankara Savaşı'na kadar Timur'u izler. İskit kökenli bir dağ çobanı olarak isimlendirdiği kahramanının maceralarından yepyeni bir eser oluşturur.
Eserinde Timurlenk'i zaman zaman Osmanlı zindanlarındaki köleleri kurtarmak amacıyla görevlendirilmiş ve Osmanlı İmparatorluğunu yıkmayı hedefleyen bir Hristiyan ajan olarak vurgulamaya çalışmıştır. Bu işin tarihte garip ama gerçek bir açıklaması da vardır. Timurlenk, Ankara Savaşından hemen sonra Bayezid'in haremindeki üç kızı esaretten kurtarıp, Avrupalı dostlarına göndermek suretiyle Hristiyan aleminde zaten büyük bir sükse yapmıştır.
Marlowe, eserinin bir bölümünde, Timur'un Bayezid'i bir kafesin içine koyarak, aşağıladığını resmedir. Bu bölümde Bayezid umutsuz bir şekilde tanrıya dua etmektedir.
"BAYEZİDTanrım göz yüzünden, cennetten aşağıya bir bakİmparatoruna nasıl eziyet çektirdiğini,Nasıl ezdiğini gör"
Eser, Timur'un vahşi ve güç tanımaz hitap ve saldırganlıklarını seyirciye fazlasıyla sunar. Timur birçok söyleminde tanrıya da meydan okur. Tanrının kendi dostlarını onun elinden kurtarmasını beklediğini yazar.
"Büyük Timurlenk" eserinin yazarı Christopher Marlowe'un kısa yaşamı gizem dolu ve tartışmalara açık bir şekilde geçer. 1564 yılında Shakespeare ile aynı yıl doğan yazar, yoksul bir kunduracının oğludur. Ama eğitim açısından şanslıdır. Canterbury'de, King's College'den sonra 1580 yılında Cambridge Üniversitesi'ne burslu kabul edilir. 1584 yılında da yüksek lisans yapar. 1581-83 yılları arasında bir süre ortadan kaybolur. Bazı kaynaklar onun İngiliz Gizli İstihbaratı için çalıştığını söyler. O dönemlerde bu servisin en büyük misyonu Protestanlığa ve Kraliçe Elizabeth'e karşı olanları araştırmaktır. "Büyük Timurlenk" eserini üniversitede okurken yazan Marlowe, 30 Mayıs 1593 günü daha 29 yaşında iken Londra yakınlarındaki Deptford kasabasında girdiği bir tartışmada Ingram Frizer adında bir edebiyatçı tarafından sağ gözünden bıçaklanarak öldürülür. Öldürülmeden kısa bir süre önce dine ve Kraliçe'ye karşı konuşmaları yüzünden ateist sayılarak İngiliz gizli servisince sorguya çekilmiştir. Bazı tarihçiler Marlowe cinayeti tanıklarının hükümet ajanları olması nedeniyle olayın örtbas edildiğini, Marlowe'un aslında öldürülmeyerek İngiltere'den kaçırıldığını, geri kalan ömrünü İtalya'da, Padua'da geçirdiğini söylerler. Daha da ilginci Marlowe'un, William Shakespeare adını kullanarak yeni bir kimlikle ortaya çıktığını ve yazmayı sürdürdüğünü; Shakespeare'nin gerçekte Marlowe olduğunu iddia edenler de az değildir.
Shakespeare'nin yazı dili ve eserlerinde kullandığı ifadeler Marlowe ile büyük benzerlikler göstermektedir. İngiliz edebiyatçılar, Shakespeare'nin 1594 yılında yazdığı "Titus Andronicus" başlıklı trajedi eserinde tasvir ettiği hain Aaron the Moor (Fas'lı Harun) karakterinin, Christopher Marlowe'un "The Jew in Malta" adlı eserindeki Barabas'tan esinlendiğini iddia ederler.
Özbeklerin Amir Timur olarak isimlendirdikleri Timur (Timurlenk), Özbek tarihi kaynaklarına göre, 8 Nisan 1336 tarihinde Orta Asya'daki en eski şehirlerden biri olarak bilinen Şehr-i Sebz'in (Yeşil Şehir) çok yakınındaki Hoca Ilgar beldesinde dünyaya gelir. Babası Amir Taragay, Barlas kabilesi soylularından olup, Keş şehrinin yöneticilerindendir. Tarihçiler Timur'un Moğol kökenli olmadığını, Türk bir aileden geldiğini doğrularlar.
Henüz yedi yaşına geldiğinde babası tarafından iyi bir eğitim almak üzere medreseye gönderilir. Yakın çevreleri Timur'un daha çocuk yaşlarda iken savaşçı bir eğilimi olduğunu sezinlerler. Arkadaşları ile oynarken "Şu andan itibaren ben sizin Sultanınızım, bana sadece Sultan diye hitap edeceksiniz! Yoksa fena olur!" diyerek azarladığı, küçük bir imparator gibi emirler verdiği, işitilir. Oyunlarında bazı arkadaşlarını Emir, bazılarını da Vezir olarak görevlendirir. Gençlik yıllarında mızrak atma ve at binmede çok ustalaşır. O yıllarda Orta Asya'daki soylu ailelerin çocukları "Atabek" olarak adlandırılan eğiticiler tarafından özel olarak eğitilip, yetiştirilmekte askeri yetenekleri geliştirilerek güçlü savaşçı liderler yaratılmaktadır. Timur'un aldığı eğitim ve güçlü karakteri ona Orta Asya'da hızla büyüyen bir devletin başına geçme fırsatını vermiş, genç yaşında güçlü bir devlet kurma yolunda hızlı adımlar atmıştır.
Savaşlarla geçen uzun mücadelelerin ardından, Altın Ordu Hanı Toktamış'ın ülkesi de topraklara katılınca Timur Hanlığının 1380 yılında bir imparatorluk haline dönüştüğü kabul edilir. Özbek tarihçiler Timur'un başlangıçta bir dünya devleti kurma niyetinde olmadığını yazarlar. Yönetimindeki ilk yıllarda batı Moğol uluslarına ait olan bölgeyi birleştirerek, tek parça yapma düşüncesi ile yola çıkar. Ancak İran'da baş kaldıran kabile ve ulusların varlığı üzerine gözünü İran'a diker ve seferlerine başlar. Sonunda ülkemizin milli forsunda yer alan on altı kurucu Türk devletinden birini hayata geçirir.
Osmanlı Padişahı Yıldırım Bayezid, Anadolu'nun kuzey vilayetlerini topraklarına katmasının hemen ardından, hızla doğudaki şehirlere yaklaşır. Timur'un himayesine girerek güvenliğini sağlayan Arzindjan (Erzincan) ve Arzirum (Erzurum) Valisi'nden haraç talebinde bulunur, bağlılık yemini etmesini ister. O ana kadar Timur'a haraç veren Vali Takhurtan durumu derhal Timur'a bildirir. Haber ulaşınca Timur köpürecektir. İlk işi Bayezid'e ağır hakaret dolu bir mektup yazmak olur. Kutsal kitaptan aldığı ifadelerle başlayan mektubu; "… Sen ki gemi yapan bir Türkmen beyinin kurduğu, üzerinde durmayı önemsemediğim bir devletin Padişahısın. Kurumunu, kendini beğenmişliği bırak. Senin kafirlerle mücadele edip, İslam adına savaştığını biliyorum. Bu işinde doğru bir yoldasın. Aramızda ihtilaf çıkarsa bundan en çok seninle savaşan kafirler kazançlı çıkar. Adam ol, dedelerinin yolundan git. Sana izin verilen sınırların dışına çıkma. Kibirli olma. Alçak gönüllü ol. Kaftanını elindeki kumaşa göre biç. Sabrımı taşırma…" ifadeleri ile bitirir. İkili arasındaki sürtüşme artık başlamış, geriye dönüş ihtimalini yok etmiştir.
Mektubu alan Bayezid, yakın kurmaylarını toplar. "… Uzun zamandır bu adamla savaşmamızın zamanının geldiğini düşünürdüm. Şimdi ordumu toplayıp, üzerine gidebilirim. Eğer o gelmezse, ben doğrudan Tebriz'e, onun ülkesine en yakın yere giderim…" der. Timur'a hakaret dolu bir mektup gönderir. Timur, bütün kızgınlığı ile Anadolu'ya girer ve Sivas'ı ele geçirir. Arkasından Malatya'yı da teslim alır.
İkili arasındaki zıtlaşmanın daha öncesi de vardır. Yıldırım Bayezid'in, Timur'un eşkıya ve yol kesicisi diye adlandırdığı Kara Yusuf adlı Türkmen Beyine (Türk tarihinde Karakoyunlu olarak bilinir) sahiplenip, destek olması düşmanlığı ilk ateşleyen gelişme olmuştur. Özbek kaynaklarına göre Timur, Yıldırım Bayezid'den Kara Yusuf'u yakalayarak kendisine teslim etmesini istemiştir. Ancak, Yıldırım bu talebi görmezden gelmiş; Timur da bu olayı hiç unutmamıştır.
Sivas ve Malatya'yı alan Timur'un askerleri o dönemin en gelişmiş zırhları ile kuşanmış, adeta Avrupalı şövalyeler gibi ağır silahlarla donatılmıştır. Savaş öncesinde Timur, Bayezid'i son defa uyarmayı dener "… Bana esir aldığın Takhurtan'ın askerlerini derhal gönder. Oğullarından birini de rehin olarak istiyorum. Aksi takdirde sana merhamet göstermeyeceğim…" mesajını iletir.
Karşılık alamayınca hızla Ankara yakınlarına gelerek kamp kuran Timur'a karşı ağır piyade birliklerinden oluşan Osmanlı ordusu Ankara'ya doğru ilerlemeye başlar. Osmanlı ordusunda Sırbistan Kralı Lazar'ın oğlu ordunun sağ kanadının başında görev almaktadır. Ankara'ya doğru ani yapılan askeri manevranın Osmanlı ordusunu yorduğunu fark eden Timur, Muhammed Sultan'ın başında olduğu taze kuvveti üzerlerine göndererek, Osmanlıların hızla dağılmalarına neden olur. Süvarilerin güçlü saldırısına dayanamayan Osmanlı ordusu teslim olmaktan başka çare bulamaz. Savaşta her iki tarafta toplam 200.000 askerinin çarpıştığı söylenir. 20 Temmuz 1402 tarihindeki savaş Timur'un zaferiyle sonuçlanacaktır. Timur'un komutanlarından Çağatay Beyi Mahmut Han kaçmakta olan Osmanlı Sultanını yakalayarak, zincirlenmiş halde huzura getirir. Timur bu görüntüye çok kızar. Zincirleri derhal çözdürerek, Yıldırım'ı bir Sultan gibi karşılar. Övgü dolu sözler söyler.
Savaşın ardından Kütahya'da üs kuran Timur ordularını bölümlere ayırarak, Akdeniz, Ege ve Marmara Denizi kıyılarına yönlendirir. Bizans İmparatoruna elçi göndererek haraç ister. Bayezid'in en kıdemli oğlunu, veliahdını kendisine karşı çıkmaması için uyarır. Yakın çevresindeki Türk boyları ve emirliklerine haber salarak, bağlılıklarını bildirmelerini ve haraç göndermelerini ister.
Ankara Savaşına kadar Osmanlılar Ege kıyıları ve adalarının tamamını kontrol altına alamamıştır. Timur, 2 Aralık 1402 tarihinde Rodos Şövalyelerinin elinde bulunan ve Osmanlı ordusunun o zamana kadar eline geçiremediği İzmir Kalesine saldırır. Kaleyi alınca büyük bir katliam yapar. Şövalyelerin hepsi öldürülerek İzmir teslim alınmıştır.
Bu döneme ilişkin en önemli yazılı kaynaklardan biri 1403-1406 yılları arasında Semerkant'ı ziyaret eden İspanyol Elçi Rui J. Clavijo'nun yazdığı "Semerkant Seyahati Günlükleri" adlı kitaptır. Timur'u ülkesinde ziyaret eden Clavijo o dönem Özbek kültürü ve medeniyetiyle ilgili ilginç olaylardan bahseder. 1396 yılında yapılan Niğbolu Meydan Savaşında Yıldırım'a esir düşen Bavyeralı Şövalye Johan Shiltberger'in Yıldırım'ın ordusuyla birlikte savaşırken bu defa Timur'un eline esir düşerek, Semerkant'a gittiğinden ve Timur'un ölümüne kadar yanında kaldığından bahseder. Uzun süre Orta Asya'da kalan Johan ülkesi Bavyera'ya ancak 1427 yılında geri dönebilmiştir.
Timur'un elinde esir kalan Osmanlı Padişahı Yıldırım Bayezid, çektiği onca acı ve üzüntüden sonra 9 Mart 1403 tarihinde astım ve yüksek tansiyon rahatsızlığı nedeniyle hayata gözlerini yumar.
Marlowe'un "Büyük Timurlenk" kitabı Bayezid'in ölümünü şöyle tasvir etmektedir:
"BAYEZID:Şimdi, Bayezid, kısalt artık zehir olan şu ömrünü,Ölümüme neden olacak her şey yasaklandığına göre bana,Hükümdar kafandaki o beynini vura vura parçala.Ölümsüz Jüpiter'in gün ışığı,Benim acılarımla hastalanan, lanetli gün,Sakla o kirlenmiş yüzünü sonsuz gecedeVe gökyüzüne açılan ışık pencerelerini kapa!Bırak, iğrenç karanlık paslı arabasıylaSarıp, sarmalasın zifiri karanlık bulutları fırtınalarla,Boğsun yeryüzünü asla kalkmayan sis bulutlarıyla.Bırak, karanlığın atları isyankar rüzgarlar solusunVe korkunç gök gürültüleri ile yıldırımlar düşürsün,Benim yıpranmış ruhum da hava buharına karışsın,Ama onun düşüncelerine işkence etmeyi de sürdürsün!Duyarsız soğuğun taş oklarıSaplansın yıpranmış yüreğimin tam ortasınaVe bir geçit açsın lanetlenmiş hayatıma!(Başını kafesin demirlerine vura vura parçalar. Zabina (Yıldırım'ın eşi) içeri girer)
ZABİNAAman, aman ne görüyorum? Kocam ölmüş!Kafası ikiye yarılmış, beyni parçalanmış!Bayezid'in beyni, efendimin, hükümdarımın beyni!Ah, Bayezid, ah Türk hükümdarımın beyni!Ah Bayezid, kocam efendim,Ah Bayezid, ah Türk hükümdarı, İmparator!"
Aynı yılın Temmuz Ayı başlarında ise Timurlenk Anadolu'yu terk ederek Gürcistan'a geçecektir. Ülkesine döndüğünde 1404 yılı Eylül Ayında 6 torunu için muhteşem bir düğün yapar. Zaferlerini bu vesile ile kendi halkıyla paylaşma olanağı bulur. Düğün sırasında kurmayları ile Çin'e yapmayı planladığı seferin ayrıntılarını konuşur. Ancak Çin seferine çıktığı günlerde, Okrar'a geldiğinde yüksek ateşle hastalanır. 18 Şubat 1405 gece yarısı çadırında ölür. Timur devleti için geri dönüş dönemi başlamıştır.
Timur'un türbesi 1941 yılında Stalin'in görevlendirdiği, başlarında Mihail Gerasimov'un bulunduğu bir bilim ekibi tarafından açılır. Link'te de izleneceği gibi, ilk inceleme yapıldıktan sonra taş bir lahit içindeki ahşap tabut Moskova'ya götürülerek ayrıntılı incelenir. Çalışmalar sırasında alınan kemik örneklerinden kendisine Aksak Timur, Timurlenk denilmesine neden olan rahatsızlığı da teyit edilmiştir. İnceleme tamamlandıktan sonra tabutu tekrar Semerkant'a götürülerek askeri törenle türbesine defnedilecektir.
Ankara Savaşı'nın etkisi Osmanlı İmparatorluğu'nun Avrupa'daki ilerlemesinin sadece kısa bir süre durdurulmasından ibaret değildir. Avrupa'daki devletler Timur'un savaşı kazanmasından çok büyük bir mutluluk duymakla birlikte ona karşı garip bir kuşku da beslemeye başlarlar.
Savaş başlamadan kısa bir süre önce İspanya'daki Castille (Kastilya) Kralı her iki gücün gerçek durumunu öğrenmek için iki temsilcisini Osmanlı Sarayına gönderir. 1402 yılı Mayıs Ayında Bayezid'in sarayına gelen temsilciler daha sonra Ankara Kalesinde ve Osmanlı askerlerinin kontrolü altında gizlice savaşı izleyeceklerdir. Savaşın bitiminde kazanan tarafı kutlayan İspanyollar, Timur'a Kral Üçüncü Henry'nin iyi dileklerini iletme fırsatı bulurlar. Temsilciler ülkelerine dönme hazırlığında iken, Timur onlara büyük bir jest yapar. Osmanlı saray hareminde bulunan soylu üç Hristiyan kız serbest bırakılarak Kastilya Kralının temsilcilerine emanet edilir. Timur daha da ileri giderek, Muhammed al-Keshi isimli komutanını heyete eşlik etmek için görevlendirerek, İspanya'ya gönderir. Özbekistan resmi belgeleri arasında halen bir kopyası olan mektup ile Kral Henry ve Hristiyan alemine iyi dileklerini gönderen Timur, bu davranışı ile Avrupa'da geniş yankılar uyandırır.
Heyet İspanya'ya vardığında Sevilla'da uzun süre misafir edilir. Sevilla Belediyesi muhteşem bir karşılama yapmıştır. Segovia'ya, Kralın bulunduğu şehre geldiklerinde, Osmanlı Hareminden kurtulan kızlardan biri Vali Diego de Kontreras ile evlendirilir. Daha sonra Segovia'da ölen ve mezarında bu olaya atıf yapılan kızın hikayesi Özbekler tarafından Avrupalı dostlarına her vesile ile anlatılır.
1996 yılında UNESCO'nun Paris'teki merkezinde "Timur Devletinin Kuruluşunun 600ncü yılı" münasebetiyle Timur onuruna büyük bir sergi ve seminer düzenlenir. UNESCO'nun o dönem Genel Direktörü Federico Mayor'ün yanında Fransa Cumhurbaşkanı Jack Chirac'ında katıldığı törende konuşan Özbekistan Cumhurbaşkanı İslam Kerimov; Timur'dan "Avrupa'nın Kurtarıcısı" olarak bahseder ve şu ifadeleri kullanır:
"…Bizler, çok büyük bir şükran duygusuyla Amir Timur'a olan ilginin Fransa, Büyük Britanya, Almanya ve diğer batı ülkelerinde hiç azalmadan devam ettiğini müşahede etmiş bulunuyoruz. Bugün, artık hiç kimsenin yadsıyamadığı bir gerçeği tekrar vurgulamak istiyorum. Avrupa içlerine saldıran vahşi atlıları (Osmanlı Ordularını) durduran O'dur. Sonrasında da yapılması muhtemel saldırıların, bir süreliğine de olsa, durmasını yine O (Timur) sağlamış, Avrupa medeniyetini korumuştur…"
Özbekler tarafından "Avrupa'yı Türklerden Kurtaran Kahraman" olarak ilan edilen Timur'un kurduğu Türk Devleti, ülkemizin Cumhurbaşkanlığı Forsundaki 16 yıldızdan birini temsil etmektedir.
Timur'dan sıkı bir çelme yiyen Osmanlılar, bu olaydan elli yıl kadar öncesinde kara veba salgınının etkisiyle zayıflayan, ortak bir güç oluşturma gayretinden yoksun Avrupa içlerine fırsatları en iyi şekilde kollayarak girmiş, varlığını tescil etmiştir. Yayılmaya başladığı Balkanlarda o döneme kadar görülmeyen kültür ve imar faaliyetleri başlatan Osmanlı İmparatorluğu bu özelliği ile Bosna gibi yeni girdiği topraklarda hayranlık uyandırarak, gönüllü katılımlarla gücünü pekiştirmiş ancak Ankara Savaşı sonrasında tekrar toparlanana kadar ciddi bir bocalama geçirmiştir. On yedinci yüzyılda daha organize olan ve teknolojide öne geçen Avrupalı devletlere karşı aynı başarıyı gösteremeyen Osmanlılar zamanla gerileme devrine girmelerine rağmen Avrupa'da altı yüz yıl büyük bir devlet olarak varlığını sürdürmeyi başarmıştır.
Timur'un devleti ise, liderinin kişisel hırs ve kabiliyeti ile gücünü kısa bir süre için Orta Asya, İran, Mısır ve Anadolu'da hissettirmiş, Timur sonrasında hiçbir şey eskisi gibi olamamıştır. Ülkesi oğulları tarafından eyaletlere bölünerek yönetilmiş, ancak sonraki hükümdarların yeteneksizlikleri nedeniyle hanedanlık uzun süre sürdürülebilme fırsatı bulamamıştır.
Christopher Marlowe, Timur'un ölümünü şöyle resmeder:
"TİMURLENK…Gözlerim, tadını çıkarın son ihsanımınRuhum, bu bedenden ayrıldıktan sonra,Zenocrate'in ruhuyla birleşecek benim ruhum daVe hepinizin arzularını doyuracak cennetin mutluluklarıyla….
Hoşça kalın evlatlarım, aziz dostlarım hoşça kalın!Bedenim hissediyor, ruhum ağlıyor gördüğü içinSizi yoksun bıraktığını kendinden;Tanrı'nın takdiri bu, Tanrı'nın kırbacı Timurlenk ölmeli."
Kaynakça