Enflasyon ve futbol Türkiye’de en çok konuşulan ama ülkenin başarısız olduğu iki konudur. Başarısızlık ölçütü, futbolda (kulüp takımı ve milli takım düzeyinde) diğer ülkelere karşı kaybedilen puanlar, enflasyonda ise diğer ülkelere göre daha yüksek olan oranlardır.
Futboldaki başarısızlık UEFA ve FIFA ülke sıralamalarında kolayca izlenebiliyor. Ekonomideki başarısızlık da öncelikle kronik yüksek enflasyonda görülüyor.
1990’larda Türkiye’nin enflasyonu yüksekti, ancak daha yüksek enflasyona sahip birçok başka ülke vardı. 2000’lerde ise Türkiye gibi kronik yüksek enflasyon yaşayan ülke, birkaç istisna dışında, artık yok. 37 ülkenin üye olduğu OECD’de Türkiye yüksek enflasyonda hep birinci, G20’de de birinci veya ikinci; doğal olarak parası en çok değer kaybeden ülke de Türkiye.
Türkiye tarihinde hiperenflasyon görülmedi. Ancak 2000’lerin ortalarında bir süre tek haneye inen enflasyon, son yıllarda yine çift hanelere geçti. Çift haneler tekin değildir, kolayca tırmanabilir, iç ve dış koşullar birleşince üç haneye doğru gidebilir. Bu satırların yazarı, 40 yıla yakın süredir enflasyon konusunda çalışmalar yaptı.[1] Ancak kronik yüksek enflasyonun Türkiye’ye (ve Arjantin’e) özgü bir sorun olduğunu gördü.
Bu yazıda önceki çalışmalardan biraz farklı bir yol izleyip ülkenin enflasyon ortamını futbol ortamı ile karşılaştırıp irdeledik.
Aşağıda, futbol izleyicilerinin davranışını fiyatlar dahil nominal değişkenlerin davranışına; maçtaki futbolcu ve teknik kadro davranışını reel ekonomik değişkenlerin davranışına; hakemi ve futbolu yönetenleri hükümete veya hükümetin ekonomi kanadına benzettik. Başka benzetmeler de var.
Bu benzetmelerle birinci amacımız enflasyon sorununu daha iyi anlatabilmek, özellikle arkasındaki kurumsal gerilemeyi ve erimeyi irdelemek.
İkinci amacımız bu sorunun çözümü için yapılan önerileri daha iyi açıklamaktır. Neden futbol? Çünkü, yukarıda dediğimiz gibi, futbol çok konuşuluyor, sporda başarısızlık ve erime örneği. Bu arada belirtmek isterim ki bu yazının ilk taslağını Futbol A Milli Takımı’nın 6-1’lik hezimeti öncesi kaleme almıştım.
Türkiye, kronik yüksek enflasyonla ve onunla birlikte oluşan yapıyla istikrarlı ve sürdürülebilir bir ekonomik işleyiş sağlayamaz. Enflasyonu ve yarattığı sorunlu yapıyı çözmek için tutarlı, kapsayıcı bir program uygulanmalıdır.
Üçüncü amacımız böyle bir programın oluşumu için tartışma ortamı yaratmaktır.
Böyle bir programı şimdiki hükümet oluşturup uygulayabilir mi? Oldukça zor, çünkü seçim yaklaşıyor ve talebi, büyümeyi kısa vadede yükseltecek politikalar olacaktır. Gelecekteki farklı hükümetler kapsamlı bir program uygular mı? Belli değil. Ancak bu konuda iktisatçı olarak hazırlıklı olmak gerekiyor.
Futbolda başarısızlık, önemli ölçüde, uzun vadeli plan ve programlar yerine, kısa vadede itibar ve iktidar peşinde olanların yönetimiyle başlıyor. En üst düzeydeki TFF yönetiminden başlayarak, her düzeyde yönetime politika bulaşıyor. Kulüp düzeyinde, alınan başarısız sonuçların ardından gündem, yüksek ve daha yüksek harcamalarla yapılan futbolcu ve çalıştırıcı transferleri oluyor, bu harcamaların kısa vadede mucizevi başarı getireceği varsayılıyor. Milli takım düzeyinde mucize getirecek diye bakılan, çok yüksek primler ve maaşlardır.
Futbolda mucize son 20 yıldır gelmedi, gelmiyor, tersine daha başarısız sonuçlar ve sürdürülemez mali yapılar ortaya çıkıyor. Bu yapı sürekli zarar ediyor, borçlanmayı ve borç stokunu arttırıyor. Araştırma ve bilimsel yaklaşım fakiri futbol, ülkedeki en verimsiz, etkinlikten en uzak faaliyet alanlarından birisidir. Futbol kulüplerinin zararları ve borçları konusunda bilgi kaynağı olarak futbolekonomi.com sitesine ve bu sitedeki yazarlara bakılabilir.
Futbolda başarı göstergeleri için Uluslararası Futbol Federasyonları Birliği FIFA ve Avrupa Futbol Federasyonları Birliği UEFA ülke sıralamalarına bakalım.
Tablonun birinci sütunda erkek milli futbol takımlarının aldığı puanlara göre FIFA’nın yaptığı sıralamada Türkiye milli takımının yeri görülüyor.
Ağustos 2002’de Türk erkek milli futbol takımı 203 ülke takımı arasında puanı en yüksek 11. takımdır ve 11/203 olarak ifade edilmiştir. Ağustos 2004’de Türk milli takımı 205 milli takım arasında 10. sıradadır; 10/205. Erkek milli futbol takımı sonraki yıllarda, inişler-çıkışlar olsa da, sıralamada aşağı yönlü bir trend izliyor ve Ağustos 2021’de 39. sıraya geriliyor. Şunu da belirtelim; 2021’de sıralamada en hızlı gerileyenler Türkiye, Venezüella ve Polonya’dır.
Aynı tablonun ikinci sütununda bu kez UEFA’nın yaptığı sıralama yer alıyor. Beklendiği gibi, UEFA sıralaması da FIFA’nın sıralamasına, hem trend olarak, hem trendden aşağı ve yukarı sapmalar olarak, çok benziyor. Burada da Türkiye 2007 ve sonrasında hızla geriliyor.
Üçüncü sütunda Türkiye kadın milli futbol takımının FIFA sıralamasındaki yeri görülüyor. Türkiye kadın futbol takımı kabaca 60. ve 70. sıralar arasında geziniyor.
Dördüncü ve sonuncu sütunda UEFA’nın Avrupa Şampiyonlar Ligi, UEFA Kupası ve UEFA Avrupa Ligi maçlarında kulüplerin erkek futbol takımlarının aldığı puanlara göre yaptığı sıralamada Türkiye’nin (kulüp takımlarının) yeri görülüyor. Bu sıralama son 5 sezon içinde grup maçları ve sonrasında alınan puanlara göre yapılmaktadır ve ön eleme maçları puanları dahil değildir.
Son yıllarda Türk kulüp takımları da başarılı değildir; son 5 sezonun ortalaması alındığında Türkiye 2020-21’de 11. sıradan 13. sıraya düşmüştür. Daha kötüsü, yalnızca 2020-21 sezonuna baktığımızda Türkiye’nin (takımlarının) 26. sıraya düştüğü görülmektedir. Şunu da belirtelim; Türkiye’nin bu sıralamadaki yeri iyileşmezse, Türk takımları Şampiyonlar Ligi gruplarına doğrudan katılamayacak ve ancak ön elemeleri geçerse gruplarda yer alabilecekler.
Futbolda Türkiye’yi sıralamada aşağılara iten önemli bir nedenin kısa vadecilik olduğunu belirtmiştik. Enflasyon ile bu kısa vadecilik karşılıklı etkileşim içindeler. Enflasyonla birlikte gelen kur ve faiz riskleri de futbolda yeterince dikkate alınmıyor. Haliyle, özellikle kulüpler mali çıkmaza giriyor ve örneğin UEFA’nın getirdiği FFP (Financial Fair Play - Finansal Adil Oyun) kısıtlamaları ile yüzleşiyorlar. Bu kısıtlamalar bitince yine hızlı harcamalar ve yüksek borçlanmalar başlıyor. Futbol kulüplerinin mali çıkmazı konusunda futbolekonomi.com sitesine bakılabilir.
Enflasyon konusunda da durum aynı; uzun vadeli politikalar yerine, kısa vadede itibar, oy ve iktidar elde etme peşindeki yönetimler yüksek ve daha yüksek harcamalarla enflasyona katkı yapıyorlar. Daha çok harcama için daha yüksek kamu fiyatı ve/veya vergi artışı, daha çok zam gerekiyor ve bunlar yüksek kronik enflasyona rehberlik ediyorlar.
Futbolda olduğu gibi, politika, hatta ideoloji, ekonomi bilgisinin önüne geçiyor, baskı gruplarının da etkisiyle kurumlara yönetici getiriliyor, götürülüyor. Harcamaların etkin yapılmadığı, yolsuzluklar olduğu ve bunları örtmek için yönetici değiştirildiği kanısı giderek yayılıyor, ekonomi yönetimine güven kayboluyor.
Türkiye’nin karşılaştırmalı enflasyon görüntüsü aşağıdaki tabloda görülüyor. Tablonun birinci sütununda Türkiye’nin 37 OECD ülkesi içinde yüksek enflasyon sıralaması yer alıyor; Türkiye yüksek enflasyonda 2002’de 1. sıradadır ve 1/37 ile ifade edilmiştir. IMF desteği ile uygulanan yeniden yapılanma programı ile enflasyondaki iyileşme Türkiye’yi 2004’de 2. sıraya, 2007’de 3. sıraya taşıyor, ancak sonraki yıllarda hep yüksek enflasyon birincisi.
İkinci sütunda bu kez G20 ülkeleri içinde Türkiye’nin yüksek enflasyon sıralaması görülüyor. Burada 2000’lerin ortalarında 3. sırada yer almasının nedeni Rusya ve Arjantin. 2012 sonrasında 2. sırada yer almasının nedeni de yine Arjantin; bu ülke yüksek enflasyonda genellikle birinci ve Türkiye ile yarışıyor.
Tablonun son iki sütunu Türkiye enflasyonun OECD ve G20 enflasyonları ortalaması ile farklarını göstermektedir. Ortalamalar ağırlıklıdır ve hesaplamalar OECD tarafından yapılmıştır. Görüldüğü gibi, bırakalım enflasyonu, Türkiye’nin enflasyon farkları bile iki hanelidir. 2021 yılı ortalarında diğer OECD ülkelerinde enflasyon yükseldi tartışmaları yapılırken Türkiye’nin enflasyon farkı yine yükselmiştir.
Türkiye’de enflasyonu kalıcı olarak düşürüp istikrarlı büyümeyi yükseltecek teknolojik ilerleme, verimlilik artışı, maliyet düşüşü, rekabet gücü, dış pazar payı gibi konular gündeme gelmiyor. Halbuki enflasyonun düşük olduğu, sürdürülebilir ve istikrarlı büyümeye önem veren ülkelerde verimlilik artışı gibi değişkenler çok önemli istatistiklerdir, tartışılır. Yüksek enflasyonda yönetimlerin gündeminde genellikle nereye ne kadar çok harcama yaptıkları, ne kadar hızlı büyümeye ulaştıkları vardır, halbuki bunlar genellikle sürdürülebilir değildir.
Çok harcama ve geçici hızlı büyüme ile itibar ve oy peşindeki yönetimler enflasyonu çok da ciddiye almıyorlar, düşmesi için önemli çaba göstermiyorlar. Bunun bir nedeni “oy artışı için önemli olan, geçici de olsa büyümedir” yaklaşımıdır. “Politik İktisat”ta kısa vadeci iktidarlar geçici de olsa büyümeye daha fazla ağırlık verirler. Bu konuda Uygur (1993), Uygur (2001b), Uygur (2003), Brender ve Drazen’e (2005) bakılabilir.
Bir not düşelim. İktisat, A. Marshall’a kadar “politik iktisat” olarak bilinir, Marshall sonrasında yalnızca “iktisat” denilmiştir. (Marksist İktisat “ekonomi politik” kavramını kullanmayı sürdürmüştür.) Ancak 1970’ler sonundan itibaren “politik iktisat” kavramı hükümetteki politikacıyı da tüketici ve firma gibi karar alan bir ekonomik birim olarak değerlendiriyor. Hükümet, kararlarında ve politikalarında popüler olmayı ve alacağı oyları en çok yapmayı amaçlar. Bu çerçevede, özellikle kısa vadeci hükümet/politikacı ekonomi için gerekli ve zamanlaması doğru olan kararları almayabilir. İktidar, politikalar için kendisine ve alacağı oya en uygun zamanlamayı seçer.
Başta sermaye (iş dünyası) olmak üzere Türkiye’de ilgili taraflar enflasyonun düşürülmesi için gerekli tavrı ve baskıyı göstermiyor, sorundan kaçabildiği sürece görmezden geliyor. Böylece, tüm dünyada nadiren gündeme gelen enflasyon, Türkiye’de sürekli gündemde oluyor. Halbuki, enflasyonun ekonomik ve sosyal yapı için ne kadar tehlikeli olduğunu Keynes (1919, s. 220), şu ifade ile anlatmaya başlıyor; “Lenin’e göre piyasa ekonomisini (kapitalist sistemi) yok etmenin en iyi yolu enflasyon yoluyla sistemin parasını bozmak, paranın değerini düşürmektir.”
Enflasyona ve birlikte gelen istikrarsızlık ve verimsizliğe biz iktisatçıların da gereken önemi vermediği bellidir. İktisat eğitiminden başlayarak bu iki kavram iktisat dünyamızda az duyuluyor. Bu konular iktisat ders kitaplarında yer almıyor veya bazen yalnızca belirtiliyor. Reel değişkenler ile birlikte fiyat, para, kredi gibi nominal değişkenler içeren basit modeller çerçevesinde istikrarın ve koşullarının eksikliği görülüyor. Halbuki, nominal değişkenlerin ve istikrar koşullarının eksikliği, ana-akım iktisatta öne çıkarılan DSGE (Dynamic Stochastic General Equilibrium) modellerinde 2008-2009 bunalımı sonrasında çok eleştirildi. Bu konuda bakınız Uygur (2011).
Şimdi ekonominin işleyişini ve gidişatını temsil ettiğini düşündüğümüz futbol maçlarına bakalım. Tribünlerdeki on binlerce izleyiciyi, başta fiyatlar olmak üzere nominal değişkenler gibi düşünelim. Hakemi ve futbol yönetimini hükümet/hükümetin ekonomi kanadı olarak varsayalım. Sahadaki futbolcuları ve teknik ve idari ekipleri reel ekonomi değişkenleri gibi görelim.
İzleyicileri ayağa kaldırıp sıçratan nedenler hakem kararlarına ve maçın olumlu veya olumsuz seyrine gösterdikleri tepkidir. Bu sıçramalar, aşağıda açıkladığımız gibi, farklı nedenlerle olabilir ve yüksek enflasyonu temsil ederler. İzleyiciler bazen sakince otururlar, bu durumda enflasyon yoktur; hatta bazen başlarını öne eğip otururlar, bu da deflasyon ortamıdır.
Ekonomi tarafında; yanlış ekonomik kararlar, politikalar ve reel ekonomideki kötü gidişat fiyatların ve diğer nominal değişkenlerin sıçramasına neden olur. Yanlış kararlar yinelendikçe fiyat ve nominal değişken sıçramaları da yineleniyor ve enflasyonun kronik hale gelmesine katkı yapıyor. Yanlış kararlar, nominal değişkenler kadar reel değişkenleri de olumsuz etkiler. Belirtelim, burada klasik/neoklasik iktisattaki nominal/reel ayrışması (dikotomisi) yoktur, nominal ve reel değişkenler karşılıklı etkileşim içindedirler.
Önemli bir nokta şudur; maçta hakem ve yönetim hatalarına ve maçın seyrine ilk tepki verip ayağa kalkanlar, sıçrayanlar genellikle stadın ön sıralarında oturan tribün liderleridir. Bunların hareketleri diğer bazı izleyiciler için sinyal niteliğindedir. Benzer biçimde, ekonomideki bazı fiyatlar/nominal değişkenler diğer fiyatlara liderlik ederler, onları ayağa kaldırırlar, sinyal etkisi yaratırlar. Fiyat sepeti içinde ağırlığı yüksek maddeler gibidirler.
Araştırmalara göre nominal değişkenlerde tribün liderlerinin önde gelen adayları döviz kuru; kredi, para ve bunların fiyatları (faizler); enerji fiyatları; hükümetin yönlendirdiği temel mal ve hizmet fiyatları, girdi/gıda fiyatları ve bütçe açığıdır. Döviz kuru, hatalara çekinmeden hızla tepki veriyor, dış bağlantılarına ve geniş etki alanına güveniyor. Türkiye’de kredilerin de bu anlamda önemli ağırlığının olduğunu belirtelim.
Futbolda izleyicileri, ekonomide nominal değişkenleri ayağa kaldıran yanlış hakem kararları/yanlış ekonomi politikası kararları yanında başka nedenler de var dedik. Başka nedenleri aşağıda açıklıyoruz, ama önce politika yanlışlarına birkaç örnek verelim.
Diyelim ki dövize talep artıyor, yerel para baskı altındadır. Bu durumda ilk savunma, sıkı para ve maliye politikaları ile olmalı; faiz yükselmeli, krediler ve kamu harcamaları kısılmalıdır. On yılların deneyimi gösteriyor ki, ilk savunmayı döviz rezervi satışı ile yapmak çok yanlıştır. Halbuki Türkiye’de ilk savunma birçok kez döviz rezervini satarak yapılmıştır. Bu hamle ile döviz rezervleri önemli ölçüde kaybedilmiştir ve kurun daha da sıçraması ile sonuçlanmıştır. 2020’deki döviz rezervi erimesi, ilgili sorular ve tartışmalar ve sonuçta döviz kurunun sıçraması bu konuda örnektir.
Politika yanlışının hangi kişi ve kurumdan geldiğini çoğunlukla biliriz. Neredeyse her koşulda faizin düşmesi veya artmaması, kamu bankaları kanalıyla kredilerin yükselmesi isteniyor. “Sıkı para politikası” döneminde bile bu geçerli oluyor. “Enflasyonun nedeni yüksek faizdir” gibi ifadeler yanlışları perçinliyor. Burada bilgi eksikliği ve ideolojik saplantı yönetim hatasına karışıyor.
İkinci bir politika yanlışı, enflasyon beklentileri ve enflasyon yüksek iken, başta inşaat olmak üzere birçok sektör için talep arttırıcı kredi ve faiz uygulamaları olmuştur. Covid-19 salgını bu saptamayı değiştirmez. Salgın öncelikle bir arz şoku yaratmıştır ve bir teşvik gerekirse arz kısıtlarını hafifletme, istihdamı ve düşük gelirlileri destekleme yönünde olmalıdır.
Çok dikkat çekmeyen bir başka politika yanlışı endekslemedir. Türkiye’de hükümetin yönlendirdiği veya doğrudan kontrol ettiği fiyatlara açık veya örtülü endeksleme yapılmaktadır. Enerji ve ulaştırma gibi temel girdilerin fiyatları, kiralar, faizler, vergiler, cezalar gibi birçok fiyat yakın geçmişteki enflasyona veya döviz kuruna endeksleniyor. Bu endeksleme enflasyon için bir atalet ve de rehber oluşturuyor. Halbuki bazı durumlarda bu endeksleme gerekli olmayabilir. Bu durumlarda amaç, dediğimiz gibi, iktidara harcama yapması için gelir yaratmaktır.
Bu bağlamda belirtelim; Türkiye’de 2000’ler başından bu yana yapılan özelleştirmelerin de önemli bir nedeni hükümete harcamak üzere gelir yaratmak oldu. Üretim faaliyetleri devam eden ve birçok sektöre bilgi ve deneyim birikimiyle “dışsallıklar ve dinamik artan getiriler” sağlayan KİT’ler ortadan kaldırıldı. Bu KİT’ler bilgi, deneyim ve “üretim kültürü” birikimi yanında özel kuruluşlara yetişmiş personel de sağlıyorlardı. Bu kurumların önemli bölümünün yarattığı bunca dışsallık, “politik müdahale oluyor, verimsizler ve zarar ediyorlar” gibi söylemler adına yok edildi.
Bunlar ve benzeri yanlış politikalar hükümetlerin politik tercihleriyle uygulanmıştır. Ekonomi için yanlış olan politikalar/uygulamalar, yukarıda belirttiğimiz gibi, hükümetteki politikacının politik çıkarı yönünden doğru olabilir. Politik iktisatta örneklerle yer alan bu durum, özellikle kısa vadeci politikacı için geçerlidir.
Futbol maçına dönelim. Hakemin/yönetimin yanlış kararları ile veya aşağıda belirttiğimiz maçtaki gidişatla ilgili başka nedenlerle sıçramış olan tribün liderleri, diğer izleyiciler için sinyal vermiş olurlar. Bunların arkasında, yanında olanlar zaten maçı iyi göremezler, izleyemezler ve onlar da ayağa kalkmak zorunda kalırlar. Bu ikinci gruptaki izleyicilerin sıçramasının ekonomideki karşılığı maliyet artışıdır.
Sinyali alan, kendisine görme/izleme alanı yaratmak zorunda kalan izleyicinin sıçraması gibi, artan maliyetleri karşılamak üzere firmalar ve kişiler de kendi fiyatlarını sıçratırlar. Böylece sıçrayan izleyici sayısı gibi, sıçrayan fiyat sayısı da artar. Tribün lideri nominal değişkenler arasında döviz kurunu, krediyi, parayı, faizi ve enerji gibi temel girdi fiyatlarını belirtmiştik.
Futbol izleyicisini ayağa kaldıran ve sıçratan bir üçüncü neden, gole götürecek düşüncesiyle, maçtaki hızlı koşular, çalımlar ve paslaşmalardır. Bunun ekonomideki karşılığı talep genişlemesidir ki, bazen dış kaynaklı, ancak genellikle iç kaynaklıdır. İç kaynaklı talep genişlemesi de sıklıkla hükümetten ve kurumlarından gelir, bütçe açıklarına da yansır. Talep genişlemesi yeterli arz artışı yaratamıyor ise, fiyatları/nominal değişkenleri ayağa kaldırır.
Artan taleple birlikte görülen sınırlı ve geçici fiyat sıçramaları hoş görülebilir. Ancak talep artışlarının şöyle iki riski vardır. Önce futbol maçına bakalım; maçtaki hızlı koşular, çalımlar ve paslaşmalar çok kez yapılır ve fakat gol ile sonuçlanmaz, tersine karşı takımdan (kontratak ile) gol gelirse, çok tepki ve moral çöküntü yaratır. Bunun ekonomideki karşılığı istikrarsızlık, hatta bunalımdır. Ayrıca, sonuçsuz kalan koşular, çalımlar ve paslaşmalar yorgunluk, umutsuzluk ve moral çöküntü yaratabilir. Talep artışları yeterince yurtiçi arz artışı ile karşılanmıyor ise, fiyatlardaki sıçrama ve dış açık kalıcı hale gelir. Bunun da sonu yüksek enflasyon ve istikrarsızlıktır.
Futbol maçlarında izleyicileri ayağa kaldıran bir dördüncü neden “bu sıçramalar bizim tribüne de geliyor, ben de kalkayım” veya “diğerlerinden önce ayağa kalkayım ki, bir süre maçı daha iyi izleme fırsatım olsun” düşüncesidir. Bunlar daha önce ayağa kalkanlara destek de sağlar ve ekonomideki karşılığı enflasyon beklentisidir; fiyatlar/nominal değişkenler enflasyon beklentisi ile de ayağa kalkar, sıçrar.
Hangi nedenle olursa olsun, maçtaki ayağa kalkmalar ve sıçramalar kargaşaya ve itiş-kakışa da neden olur. Sıçrayanların arkasında ve yanında olan çok sayıda kişi maçı izlemekte zorlanır ve ayağa kalkmak zorunda kalır. Maçtakilerin büyük çoğunluğu, ki gerçekten maç izlemeye gelmişlerdir, sıçramalardan ve kargaşadan rahatsız olurlar. Sonuçta bu büyük çoğunluk, istemese de, ayakta kalır; bazı izleyiciler gergin ve pişman, maçı bırakıp giderler.
Fiyatların/nominal değişkenlerin sürekli ayağa kalkması ve sıçraması benzer şekilde ekonomide kargaşa yaratır. Bu ortamda ekonomik birimler olarak önümüzü, yanımızı göremeyiz, belirsizlik vardır. Ekonomi istikrarsız ve gergindir. Karar alıcılar bu gerginlik ve kargaşadan zarar etmeden sıyrılabilme çabası içindedir. Süreklilik kazanmış fiyat/nominal değişken sıçramaları, ekonomideki verimli kişileri ve işletmeleri ürkütür, onları daha sakin ortamlara kaçmaya zorlar.
Tribünlerdeki kargaşa futbolcuları/maçı da olumsuz etkiler; teknik ekip-hakem-oyuncu ilişkileri kötüleşir. Ekonomi tarafında da, fiyat/nominal değişken kargaşası, ticari ilişkileri gerer, belirsizlik yaratır. Bu belirsizlik yatırım gibi reel ekonomik değişkenleri olumsuz etkiler, uzun vadeli düşünmeyi geriletir, teknolojik gelişme ve verimlilik gündemin ön sıralarında değildir. Türkiye’de yatırımlara kaynak olması beklenen mevduat gibi tasarruf araçlarının vadelerinin çok kısa olması buna örnektir. Bu nedenle yatırımcılar uzun vadeli dış kaynak bulma peşindedirler. Fiyat/nominal değişken sıçramaları ile ilgili birkaç nokta daha belirtelim.
1) Ekonomideki yanlışların ve dengesizliklerin getirdiği enflasyonun önemli bir sonucu dolarlaşma, yani para ikamesidir. Dolarlaşma içinde altınlaşma da vardır. Dolarlaşma, enflasyonun yarattığı yerel paranın değer kaybından ve belirsizlikten kaçınmak için ve hükümete güven kalmadığı için oluşur ve yerli parayı kovar. Burada ilginç bir nokta belirtelim.
Döviz ve altın mevduatları gibi varlık dolarlaşması daha çok Katılım Bankalarında var. Aşağıdaki tabloda görüldüğü gibi, 2021 Ağustos ayı itibariyle Katılım Bankalarında döviz mevduatları toplam mevduatın %70’ine yaklaşıyor. Mevduat Bankalarında ise bu oran %50’nin biraz üzerindedir. Katılım Bankalarında mevduatı olanların bir bölümü faize karşıdır ve bunlar aynı zamanda, önemli ölçüde, iktidardaki hükümetin oy tabanı içindedirler. Buna karşılık, hükümetin zaman zaman dolarlaşma olmasın çağrıları dikkate alınmıyor, dolarlaşma artarak sürüyor ve ekonomi kuralları işlemeye devam ediyor.
Yukarıdaki tablo ile ilgili iki noktayı belirtelim. a) Tabloda yer alan döviz mevduat hesapları içinde altın mevduat hesapları (altın depo hesapları) da yer alıyor. Ağustos 2021’de altın hesaplarının toplam içindeki payı Mevduat Bankalarında yaklaşık %17, Katılım Bankalarında yaklaşık %27’dir. b) Döviz kuru artınca, özellikle reel olarak yükselince, döviz mevduatının toplam mevduat içindeki payı yükseliyor, döviz kuru düşünce de bu pay azalıyor. Ancak bu oynamalar genel trendi etkilemiyor. Tablonun son sütununda görüldüğü gibi döviz mevduatı trend olarak sürekli artıyor.
2) Türkiye’de hem futbol hem enflasyon alanında çözüm kısa vadeli mucizelerle dışarıda aranıyor. Futbolda yüksek ücretlerle dışarıdan futbolcu ve çalıştırıcı getirmekle, enflasyonda ise yine dışarıdan yüksek faizlerle kısa vadeli sermaye girişi sağlamakla çözüm bulma çabası vardır. Ancak bu kısa vadeli çözümler, Türkiye gibi ülkelerde cari dengeyi de bozuyor, ek istikrarsızlığa temel hazırlıyor.
3) Bazı maçlarda izleyiciler zaman zaman ayağa kalkabilir, ancak bunlar geçicidir. Bazı ekonomilerde fiyatlama davranışları da böyledir, fiyat artışları geçicidir, seyrektir. 2021 yaz aylarında ABD ve AB ekonomilerinde görülen enflasyonun geçici olduğu ifade edilmiştir. Ham madde fiyatlarında, “chip” üretimi ve ulaştırma gibi alanlardaki arz kısıtlarında ve talepte yükselişlerin geçici olduğu, enflasyon beklentisinin düşük ve katı olduğu söyleniyor. Ancak enflasyon özellikle arz kısıtları nedeniyle geçici olmayabilir, geri ve ileri sektörel bağlantılarla sürebilir. Enflasyon beklentisi de söylendiği kadar katı olmayabilir, özellikle ücret taleplerinde ifadesini bulabilir. Batı ekonomilerindeki enflasyon geri gitse bile bir süre için sürecek görünüyor. Enflasyondaki gelişmeleri küresel salgının seyri yakından etkileyecektir.
4) Futboldaki izleyici davranışları ile ekonomideki fiyatlama/nominal değişken davranışlarının elbette sosyal ve politik yanları da var. Aynı küresel koşullarda yaşamamıza karşılık, diğer ülkelerin çok büyük çoğunluğunda fiyatlar/nominal değişkenler sürekli sıçramıyor. Çünkü enflasyonun olumsuz etkileri iyi anlatılmıştır, enflasyona karşı sosyal ve politik destek vardır ve nasıl düşük tutulacağı bilinir. Önemlisi, yüksek kronik enflasyon hükümetlere oy kaybettirir.
5) Tribünlerdeki ayağa kalkma/sıçrama eylemi tüm stadı kapsar, birkaç izleyici ile sınırlı değildir. Enflasyon ortamında da nominal değişken sıçramaları tüm ekonomi için geçerlidir, sorun makroekonomiktir. Haliyle biber, domates, soğan gibi fiyatları kontrol edelim, sorun bitsin demek yanlış olur. Öyleyse makroekonomik bir çözüm yolu bulmak gerekir.
Futbolda izleyicilerin, ekonomide fiyatların/nominal değişkenlerin tepki olarak sıçraması, iki benzer sorundur, bu iki sıçramanın yarattığı sorunun ve kargaşanın çözümü de birbirine benzer. Maçta izleyiciler, ekonomide fiyatlar ayağa kalkmazsa veya bazen kalktılar diyelim, tekrarlama olmazsa, sorun yoktur veya önemli değildir. Önemli olan, sıçramaların sürekli olabileceğini düşünerek önlemleri zamanında almaktır.
İzleyicileri/fiyatları sıçratan ilk neden hakemin/yönetimin/hükümetin hatalarıdır dedik. Öyleyse ilk akla gelen çözüm, yanlış kararları ile soruna neden olan yönetimin değişmesi olabilir. Futbolda böyle bir değişikliğe olanak sağlayan kurallar, bildiğimiz kadarıyla, yok. Bir olasılık, hakem kurulunun hata yapan hakeme daha sonraki maçlarda görev vermemesidir. Ancak, hakem kuruluna politik müdahale varsa, bu değişiklik de olmayabilir.
Yanlış politikalarla enflasyonu yükselten yönetimler/hükümetler de kısa sürede değişmiyor. Yapılan yanlışlara karşılık yönetimlerin istifa etmediğini de düşünürsek, değişikliği seçmenler gecikmeli olarak oyları ile yapabilirler. Tabii yaparlarsa, yapabilirlerse. Enflasyonu yükselten yönetimler istifa ediyor olsa, enflasyon zaten uzun süreli olmaz. Bu bakımdan istifa kültürü önemlidir. Ancak, Türkiye’de ve benzer ülkelerde yönetimin istifa ile değişmesi pek görülmüyor.
Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler için yapılan politik iktisat çalışmalarında, ekonomik değişkenlerin seçmenin oy tercihi üzerinde önemli etki yaptığı görülüyor. Ancak bu etki ülkeler ve değişkenler bakımından farklılık gösteriyor. Çalışmaların hemen tümünde enflasyonun olumsuz etkisi gelişmiş ülkeler seçmeni üzerinde daha yüksek, gelişmekte olan ülkeler seçmeni üzerinde ise daha düşük.
Enflasyonun kişilere etkisi konusunda öncelikle Shiller’in (1996) üç ülkede (ABD, Almanya ve Brezilya) yaptığı anket sonuçlarına değinmek gerek. Bu çalışmaya göre enflasyon Almanya’da ve ABD’de daha olumsuz algılanıyor, Brezilya’da ise olumsuz etki daha düşük oranda. Bu bulguyu yazar, Brezilyalıların enflasyon sorununu kanıksaması ile açıklıyor. Diğer yandan aynı Brezilyalılar yüksek enflasyon sonucunda yerli paranın diğer paralara karşı değer kaybetmesine tepki veriyorlar, hükümeti sorumlu tutuyorlar.
Brender ve Drazen (2005), 1960-2003 döneminde 74 ülkenin 347 seçim sonucunu incelemişler; bulguları Shiller'in anket sonucu ile tutarlı; gelişmiş ülkelerde seçmenin yükselen enflasyonda iktidardaki hükümeti oylarıyla cezalandırdığını, düşen enflasyonda ise ödüllendirdiğini açıklıyorlar. Ancak gelişmekte olan ülkelerde enflasyonun etkisi az. Bu sonuçlar gösteriyor ki, enflasyon yükselmiş ise gelişmiş ülkelerde seçmen iktidardaki hükümete oylarıyla tepki gösteriyor, gelişmekte olan ülkelerde ise seçmenin tepkisi zayıf ve hatta belirsiz.
Chakravarty (2015), Hindistan’da 2000-2014 döneminde 38 seçimde seçmenin yükselen enflasyona tepkisini araştırıyor. Yukarıda belirttiğimiz çalışmalarla uyumlu şekilde, yükselen enflasyona seçmenin oylarıyla olumlu veya olumsuz bir tepki vermediği sonucuna varıyor.
Politik iktisat çalışmalarında seçmen üzerinde büyüme, istihdam, bütçe açıkları gibi değişkenlerin de etkisi araştırılıyor. Brender ve Drazen (2005) gelişmiş ve gelişmekte olan birçok ülkenin seçim verilerini kullanarak büyümenin seçmen üzerindeki etkisini hem kendileri araştırıyor, hem başka birçok çalışmayı değerlendiriyorlar. Vardıkları sonuç şudur; büyümenin gelişmiş ülkeler seçmeni üzerinde olumlu etkisi zayıf, hatta belirsiz; ancak gelişmekte olan ülkeler seçmeni üzerinde önemli etkisi var. Gelişmekte olan ülkelerde büyümenin, seçim döneminde ve kısa süreli de olsa, seçmen üzerinde olumlu ve oy arttırıcı etkisi oluyor.
Dassonneville ve Lewis-Beck (2014), Avrupa ülkeleri için büyümenin seçmene etkisini hem simetrik (eksi veya sıfır büyümeye olumsuz, güçlü büyümeye olumlu ama aynı büyüklükte etki), hem asimetrik (eksi veya sıfır büyümeye olumsuz ama daha büyük, güçlü büyümeye olumlu ama daha küçük etki) yönüyle araştırıyorlar. Diğer çalışmalarda olduğu gibi, simetrik tahminlerde etki daha zayıf, asimetrik tahminlerde ise daha güçlü oluyor. Özellikle bunalım zamanlarında, büyüme eksi olduğunda, seçmen hükümete düşük oylarla daha güçlü olumsuz tepki veriyor.
Dassonneville (2016), Britanya’da 1992-2010 arasındaki üç seçimde partisine sadık, kararlı (stable) seçmen ile yüzer-gezer (volatile) seçmenin oy tercihlerini inceliyor. Vardığı sonuç şudur; kararlı seçmen ekonomik değişkenlerden çok etkilenmiyor, ancak yüzer-gezer seçmen kısa dönemdeki ekonomik verilerden çok etkileniyor. Bu da beklenen bir sonuçtur.
Önemli bir konu şudur; seçmenler, seçimlerde oy tercihini ekonomik konular temelinde yapmak için, ekonominin gidişatıyla ilgili bilgilere sahip olmalıdırlar. Seçmenler ekonomi hakkındaki bilgileri doğrudan kendileri yaşayarak veya dolaylı olarak (yazılı ve görsel) medya yoluyla alabilirler. Örneğin, işsizlik bilgisini seçmenler kendileri ve yakınları işsiz ise doğrudan almış olurlar. Ancak makro düzeydeki işsizlik bilgisine medya yoluyla dolaylı olarak sahip olabilirler. Benzer şekilde enflasyon bilgisini de doğrudan kendi fiyat gözlemleri ile veya dolaylı yoldan medya yoluyla alabilirler. Bu konuda daha zor olanı büyüme bilgisidir; seçmenler bu bilgiyi büyük ölçüde medyadan elde ederler.
Seçmen, ekonominin gidişatını gösteren bilgileri doğrudan mı, yoksa dolaylı olarak medya yoluyla mı alıyor? Seçmen bu bilgileri büyük ölçüde medya yoluyla ve yorumlarla alıyor ise, bu bilgiler ve yorumlar gerçeği yansıtıyor mu, güvenilir mi? Yoksa, bilgiler partizanca mı verilip yorumlanıyor? Eğer ekonomik bilgiler önemli ölçüde medyadan kaynaklanıyorsa, medya haber ve yorumlarının oy tercihlerindeki etkisi nedir?
Kayser ve Peress (2021), bu önemli sorulara yanıt vermek için 15 gelişmiş OECD ülkesinde, ki aralarında Türkiye yok, seçmenin ekonomi bilgisini, seçimlerdeki oy tercihini ve medyadaki (yazılı basındaki) ekonomi haberlerini kullanarak birçok tahmin işlemi yapıyorlar. Bulguları kısaca şöyledir; seçmen, işsizlikte ve enflasyonda bilgilerini büyük ölçüde doğrudan kendi deneyimi ile sağlıyor. Ancak büyümede bilgi önemli oranda medya (yazılı basın) üzerinden sağlanıyor. Önemli bir sonuç şudur; büyüme ile ilgili bilginin önemli bölümü taraflıdır, hatta partizancadır.
Kayser ve Peress (2021), büyümeye ilişkin medya yayınlarının seçmen tercihini %30 oranında etkilediği sonucuna varıyorlar. Bu önemli bir bulgudur. Medya çoğunlukla iktidar yanlısı, hatta iktidar kontrolünde ise, medya yoluyla verilen ekonomik bilgiler seçmen için yanıltıcı olur ve seçim sonuçları çok etkilenir.
Toparlayacak olursak; gelişmiş ülkelerde enflasyon yükseliyorsa, seçmen iktidardaki hükümete oy desteğini azaltıyor. Büyüme yükseliyorsa oyları etkilenmiyor, iktidara güçlü bir destek vermiyor. Ancak yüzer-gezer seçmenin oyları iktidara yönelebiliyor. Gelişmekte olan ülkelerde ise durum farklı; enflasyon yükseliyorsa bile seçmen iktidara oylarıyla çok önemli bir tepki vermiyor. Ancak büyüme yükseliyorsa seçmen iktidara oylarıyla destek veriyor. Büyümedeki artış seçim döneminde ve kısa süreli bile olsa olumlu bir tepki veriyor.
Özellikle gelişmekte olan ülkelerde, hatta bazen gelişmiş ülkelerde, seçmen neden kısa süreli ve geçici büyümeye oy desteği veriyor? Healy ve Lenz (2012) bu soruya şu yanıtı veriyor; seçmen, iktidarın 4-5 yıllık büyüme performansını hatırlamaz, hatırlamak istese bile bilgi dağarcığı o kadar geniş değildir. Seçmen, uzun süreli bilgiler derlemek için çaba da göstermeyebilir. Ancak iktidarda olmayanlar iktidarın uzun süreli bilgilerini seçmene verebilirler, bu durumda seçmen bu bilgiyi oy verirken kullanır.
Gelişmiş ülkelerde seçmen enflasyonu yükselten iktidara neden önemli olumsuz tepki verir? Çünkü bu ülkelerde enflasyon geçmişte de yükseldiğinde seçmen ve kurumlar hemen tepki vermiştir, bir kültürel, sosyal birikim vardır, bu nedenle enflasyon düşük kalmıştır ve genellikle geçicidir. Seçmen ve kurumlar enflasyona tepki verdiği için hükümetler de enflasyonun yükselmesine seyirci kalamazlar. Gelişmekte olan ülkelerde ise ortalama seçmenin ve özellikle politik etki altındaki kurumların enflasyon duyarlılığı daha azdır.
Büyümeye ve enflasyona yönelik bu tepkilerde bir de “para aldanması”nı dikkate almak gerekir. Enflasyon yüksek iken iktidarlar bir endeksleme görüntüsü ile para aldanmasını kullanabilirler. Diyelim ki enflasyon %20 iken, ücretleri ve tarımsal fiyatları %18 arttırmak iyi bile görünebilir. Halbuki burada ücrette ve gelirde reel gerileme vardır.
Bu bağlamda belirtelim; enflasyon hedeflemesi yaklaşımında merkez bankaları hedef enflasyonu %0 değil, %2-3 açıklıyorlar. Bunun bir nedeni deflasyon riski ve korkusudur. Sıfır enflasyon, fiyatların gerilemesi, daha geniş olarak deflasyon riskini içinde taşır. Deflasyonda fiyatların düşme beklentisi de olabileceği için, talep ertelenip hızla düşebilir. Bu da üretimin ve istihdamın gerilemesi demektir, hiç istenmez. İkinci bir neden de para aldanmasını bir paravan gibi kullanabilmektir. Enflasyon 0 bile olsa ücretleri arttırmamak ücretlilere hoş görünmez, halbuki reel ücretler değişmemiştir. Diğer yandan, enflasyon %3 iken ücretleri %2 arttırmak ücretliler için kabul edilebilir bir oran olarak algılanır, halbuki reel ücretler düşmüştür.
Seçmen ancak politik iktisat oyunlarının bilincine varırsa enflasyonun olumsuz etkilerini daha iyi görebilir. Türkiye’de enflasyon sorununa ilgili taraflarca yeterince önem verilmediğini yukarıda belirtmiştik. Bu nedenle de hükümetler, yükselen harcamalarını ve sürdürülemez büyüme oranlarını öne çıkarıyorlar. Bunlar da belli bir gecikme ile enflasyonu bir basamak daha yukarı taşıyorlar.
Hükümetler enflasyonu düşürecek önlemleri almayabilir, çünkü bu önlemler için bir bedel ödeyeceğini ve oy kaybedeceğini düşünebilir. Seçmen enflasyondan yeterince zarar gördüğünde genel olarak enflasyonu düşürecek bir hükümeti seçecektir.
Diyelim ki enflasyonu düşürmek isteyen bir hükümet vardır, nasıl bir politika veya program uygulanabilir? Bu soruya yanıt veren birçok yaklaşım ve birçok ülke deneyimi var. Bunları birkaç şekilde sınıflayabiliriz. Bir sınıflama ortodoks ve heterodoks olabilir. Bir başka sınıflama para, döviz kuru, enflasyon gibi farklı nominal değişken hedeflemeleri olabilir. Farklı yaklaşımları ve ülke deneyimlerini daha önceki çalışmalarda irdeledik. Uygur (2001b), Uygur (2003).
Kısaca; ortodoks programlarda hızlı ve keskin nominal sabitlemeler veya azalmalar vardır, çünkü enflasyon beklentisi hızla düşürülmek istenir. Burada reel ekonominin de hızlı daralması beklenir, bu anlamda genel olarak maliyeti büyüktür. Heterodoks programlarda nominal hız kesmeler tedricidir ve uyum (intibak) sürecine zaman tanınır. Çünkü bu yaklaşımda zaten baştan kabul edilmiş nominal katılıklar vardır. Nominal değişkenlerin tedrici olarak uyum sağlaması için bir toplumsal anlaşma vardır. Bu çerçevede reel ekonomide bir daralma beklenmez, ancak yavaşlama olabilir.
Şimdi yine futbol maçı benzetmesine dönelim. Maçta ilk sıçrayanlar genellikle ön sıralarda oturan tribün liderleridir ve bunların hareketleri sinyal niteliğindedir. Benzer şekilde, bazı fiyatların/nominal değişkenlerin sıçraması da sinyal niteliğindedir. Genel kanıya göre, sinyal oluşturan lider fiyatlar içinde önemli olanlar şöyle sıralanabilir: Döviz kuru, kredi, faiz, hükümetin yönlendirdiği enerji gibi temel mal ve hizmet fiyatları ve bütçe açığıdır. Ancak bunların genel fiyatlara en çok etkiyi yapıp yapmadığını verilerle sınamak gerekir.
Bu sınamayı daha sonraki aşamada yapıyoruz. Şimdi şu soruyu soralım; örneğin döviz kurunun ayağa kalkmasına izin vermesek, genel enflasyonu düşürüp sorun olmaktan çıkarabilir miyiz? Olabilir, ancak bu söylendiği kadar kolay değildir. Nitekim bazı ülkelerde ve 1999 sonunda Türkiye’de döviz kuruna dayalı bir istikrar paketi uygulandı. IMF’nin verdiği büyük destek ve önemli güvenceye karşılık bu program bir yıl bile dayanamadı, çöktü. Uygur (2001a).
Türkiye’de örtülü bir döviz kurunu belli sınırlar içinde tutma denemesi 2020 yılında çok miktarda ve özellikle kamu bankaları kanalıyla döviz satışı ile yapıldı. Böylece döviz kurunun ayağa kalkması engellenmiş olacaktı. Ancak bu girişim de birkaç ay içinde çöktü, arkasında çok tartışılan “128 Milyar Dolar Nerede?” sorusu kaldı.
Bu başarısız girişimlerden anlaşılabileceği gibi, bir istikrar programını ağırlıklı olarak bir nominal değişken üzerine kurgulamak yeterli değildir, hatta risklidir. Öyleyse nominal değişkenlerin sayısını bir paket içinde arttırabilmek gerekir. Bu paket içinde krediler olmalıdır. Zaten yaptığımız tahminlerde özellikle belirli krediler enflasyon üzerinde döviz kuru gibi etkili olabilmektedir. Kredilerin de bir sinyal değişken olarak değerlendirilmesi gerekir.
Türkiye’nin yakın geçmişinde krediler talebi canlandırmak ve mali yapısı zayıf firmaları desteklemek üzere yönlendirildiler. Başka boyutları dikkate almadan düşünürsek, bunun her ikisi de enflasyonu yükselten etkiler yaptılar. Halbuki düşük faizli kredileri, daha düşük enflasyonu desteklemek üzere de yönlendirmek mümkündür. Örneğin KGF sistemi, arz yününe ağırlık veren ve fiyatları belli sınırlar içinde tutabilen firmaları desteklemek üzere çalıştırılabilir.
Enflasyonu düşürmek için bir paket, paketi oluşturmak için her anlamda bir mutabakat gerekir. İktidardaki hükümet ekonomik mutabakat için politik mutabakat sağlayabilmelidir. Tam tersine politik gerginlik yaratan bir iktidar ortamında bırakalım ekonomik paket uygulamayı, oluşturmak bile çok çok zordur. Bu bağlamda Türkiye’deki iktisatçılara önemli bir görev düşüyor; bu konu olabildiğince kapsayıcı biçimde tartışılabilmelidir.
Bu yazının devamı olan başka yazı(lar)da enflasyon üzerinde en etkili ve sinyal niteliğinde olan değişkenleri araştıracağız. Sonra da bunların bir istikrar paketi içinde nasıl yer alabileceklerini tartışacağız.
Kaynakça
Brender, Adi ve Allan Drazen (2005) “How Do Budget Deficits and Economic Growth Affect Reelectıon Prospects? Evıdence from a Large Cross-Section of Countrıes”, NBER Working Paper No. 11862. http://www.nber.org/papers/w11862.
Chakravarty, Praveen (2015) “Impact of Inflation on Electoral Outcomes in India”, IDFC Briefing Paper No. 1. December.
Dassonneville, Ruth ve Michael S. Lewis-Beck (2014) “Macroeconomics, Economic Crisis and Electoral Outcomes: A National European Pool”, Acta Politica, 49 (4), 372-394.
Dassonneville, Ruth (2016) “Volatile Voters, Short-term Choices? An Analysis of the Vote Choice Determinants of Stable and Volatile Voters in Great Britain”, Journal of Elections, Public Opinion and Parties, March, 26 (3), 273-292.
Futbolekonomi (2021, Ağustos) http://www.futbolekonomi.com
Healy, Andrew ve Gabriel S. Lenz (2012) “Substituting the End for the Whole: Why Voters Respond Primarily to the Election-Year”, Discussion Paper, University of California, Berkeley. September.
Keynes, John Maynard (1919) The Economic Consequences of the Peace. Internet Archive. The economic consequences of the Peace: Keynes, John Maynard, 1883-1946 : Free Download, Borrow, and Streaming : Internet Archive
Shiller, Robert J. (1996) “Why Do People Dislike Inflation”, NBER Working Paper No. 5539. http://www.nber.org/papers/w5539
Uygur, Ercan (1983) Neoklasik Makroiktisat ve Fiyat Bekleyişleri: Kuram ve Türkiye Ekonomisine Uygulama. Ankara: Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayını No. 532.
Uygur, Ercan (1989) "Inflation Expectations of the Turkish Manufacturing Firms”, Discussion Paper, The Central Bank of the Republic of Turkey. September.
Uygur, Ercan (1993) “Enflasyonun Aktörleri ve Faktörleri ve Antienflasyonist Politikalar”, İktisat, İşletme ve Finans, 8(91), 6-38.
Uygur, Ercan (2001a) "Krizden Krize Türkiye: 2000 Kasım ve 2001 Şubat Krizleri", Türkiye Ekonomi Kurumu Tartışma Metni, No:2001/1, Ankara 2001.
Uygur, Ercan (2001b) “Türkiye’de Enflasyon”, Türkiye Ekonomisi: Sektörel Analiz" içinde, Türkiye Ekonomi Kurumu, Ankara. (Ekim).
Uygur, Ercan (2003) “Enflasyonun Dinamiği ve İstikrar” İktisat, İşletme ve Finans, 18(211), 50-67.
Uygur, Ercan (2011) “Küresel Bunalım, İktisat Politikaları, Yöntemleri ve Eğitimi”, Küresel Bunalım ve İktisat Eğitimi içinde, derleyen Ercan Uygur, Türkiye Ekonomi Kurumu, Ankara,
* Bu yazının taslağını okuyup görüş bildiren Seyfettin Gürsel, Asaf Savaş Akat, Halil Sunalı, Nafiz Ata, Sertuğ Çiçek, Fatma Uygur ve Caner Kara’ya teşekkür ederim. Hatalardan elbette ben sorumluyum.
[1] Bu çalışmalarda enflasyonu, etkilerini ve önlemek için uygulanmış programları açıklamaya çalıştık. Bazı çalışmalar şunlardır. Uygur (1983), Uygur (1989), Uygur (1993), Uygur (2001b), Uygur (2003).