Yasaya göre en geç 18 Haziran 2023’te Türkiye Cumhurbaşkanlığı seçimi yapılması gerekiyor. Yine en geç bu tarihte genel seçimler de yapılmalı. Şimdilerde Cumhurbaşkanlığı seçimi tartışmaları öne çıkmış durumda.
Nasıl bir Cumhurbaşkanı seçilmeli veya seçilebilir sorusu önemli. Çünkü, bugünün Cumhurbaşkanı ve iktidar ortakları yürürlükteki başkanlık sisteminin devamını istiyor. Muhalefet ise başkanlık sistemini çok başarısız buluyor ve parlamenter sisteme dönülmesini gerekli görüyor.
Adaylar açıklandıktan sonra, 2018’den bu yana başkanlık sisteminin performansı ortaya serilecektir. Doğal olarak, sistemin başındaki mevcut Cumhurbaşkanı da tartışılacaktır, çünkü kendisine birçok (olağanüstü) yetki verilmiştir, 2018-2023 dönemindeki beş yıldan sorumludur.
Anlaşılıyor ki, iktidar ortakları/Cumhur İttifakı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı 2023 ve sonrasındaki beş yıl için de aday gösterecektir. Başka birisi aday olsa, belki onlar da sistemin bitmesini tercih edecekler. Yine anlaşılıyor ki, Cumhurbaşkanı iktidarını sürdürmek istiyor.
Kendisinin aday gösterilmesi ile bir tartışma daha yaşanacaktır; Erdoğan 2014 ve 2018’de iki kez Cumhurbaşkanı olmuştur. Fakat anayasaya göre Cumhurbaşkanlığı görevi iki dönem yapılabilir. Öyleyse Erdoğan üçüncü kez bu görevi üstlenemez.
İktidar ortaklarına göre Erdoğan’ın 2014’teki Cumhurbaşkanlığı görevi sayılmaz; çünkü o zaman farklı bir sistem vardır. Bu hukuki tartışmayı uzmanlarına bırakalım ve şu soruyu soralım:
Son dört yıldaki başkanlık sistemi performansını da dikkate alarak, bugünkü ekonomik, sosyal, siyasi ve küresel koşullarda nasıl bir Cumhurbaşkanı seçilmelidir? Cumhurbaşkanı ülke için bir lider, bir önderdir. Bugünün koşullarında nasıl bir önder seçilmelidir? Önce şu soruyu yanıtlayalım; genel olarak kimler, hangi kişilikler önder seçiliyor? Neden?
Bu soruya siyaset, iş idaresi, iktisatta rastlanıyor, yanıt bulmak için araştırmalar yapılıyor. Yapılan araştırmaların kısa sonucu şöyle; birçok topluluk veya toplum, ben-merkezci, kendine çok güvenen, kibirli, hatta kendini beğenmiş, başkasını beğenmeyen ve aşağılayan (kısaca narsist) kişileri önder seçiyor. (Chamorro-Premuzic, 2013)
Freud’a göre bunun bir nedeni, oy veren bazı taraftarların kendi narsist eğilimlerini önderde görmeleridir. Bazı başka taraftarlar ise kendilerini, kendi kişiliklerini beğenmez; bu özbeğeni yokluğunu önderdeki narsist eğilimle giderir.
Sorun şu ki, toplum ben-merkezci, kendine aşırı güvenen, kibirli, başkasını hor gören kişilerin daha becerikli olduğunu sanıyor, varsayıyor. Bu özellikleri taşımayanların ise daha beceriksiz olduğunu düşünüyor. (Chamorro-Premuzic, 2013)
Halbuki bu olumsuz nitelikleri taşıyan kişilerde önderlik yeteneği zayıftır. Bu yetenek kendi bencil gündemini bir yana bırakıp toplumun çıkarlarını öne çıkaran faaliyetlerle belli olur.
Bunu yapmak için önder, birlikte etkin ve verimli çalışan, uzun ömürlü olabilen takımlar oluşturabilmelidir. Bu yaklaşım ve becerideki kişiler genellikle, mütevazı, alçak gönüllü ve kapsayıcı olabilen kişilerdir. Bu kişilerde duygusal zeka daha fazladır.
Şöyle bir paradoks var; olumsuz kişilik nitelikleri taşıyanlar bu özellikleri nedeniyle becerikli izlenimi verip liderlik koltuğuna oturuyorlar. Ama koltuğa oturduktan sonra aynı özellikler nedeniyle iyi liderlik yapamıyorlar, kapsayıcı olamıyorlar.
Kısacası, önderlik yeteneği bakımından zayıf oldukları görülüyor. Zayıf liderlik ve yanlış kararlar nedeniyle bedelini siyasette toplumlar, şirketlerde çalışanlar ve sermaye sahipleri ödüyor. (Chamorro-Premuzic, 2013.)
(Not: Kaynak olarak kullandığım bu makale, Harvard Business Review dergisinin 100 yılda en etkili bulunan makaleleri arasında yer alıyor. Kaynağı e-kitap olarak gönderen Ayhan Sarısu’ya teşekkür ederim.)
Şimdi soruyu Türkiye için soralım; bu ülkenin seçmenleri nasıl bir Cumhurbaşkanı seçmelidir? Yukarıdaki bilgileri dikkate alırsak, daha kapsayıcı, toplum çıkarı için uyumlu ve uzun süre bir arada olabilen takımlarla çalışabilen bir kişi seçmelidir. Bu kişi mütevazı ve hoşgörülü olmalıdır.
Ancak bu kişi seçmenle bağ kurmak adına söylevlerinin en azından bir bölümünü, kağıtlardan okumadan da yapabilmelidir.
Bu soruya, verilere dayalı uygulamalı araştırmalarla yanıt arayan çalışmalar var. Bunların en yenisi ve en genişi Easterly ve Pennings (Mayıs 2020) makalesi. Bu ayrıntılı çalışmada 125 ülke için 1951 – 2014 dönemine ilişkin 1700 liderin/önderin büyüme performansları incelenmiş.
Kısaca varılan sonuç şudur: Değişik dönemler için ele alınan liderlerin/önderlerin yaklaşık yüzde 94’ü ekonomik büyümeye olumlu veya olumsuz bir etki yapmamışlar. Ekonomi daha önce oluşturulan kurumlar ve temel politikalar çerçevesinde büyümüş.
Büyümeye kalıcı olumlu / artı etki yapan önderler içinde ilk sırada Botswana lideri Khama var. Kendisinin 1965’te başlayan 15 yıllık döneminde oluşturduğu kurumlar ve uyguladığı politikalarla ülkenin kişi başına geliri yıllık yaklaşık yüzde 10 yükselmiş. Benzer politikalar kendisinden sonraki 17 yılda da sürmüş. Acemoğlu, Johnson ve Robinson (2003).
Büyümeye kalıcı artı etki yapan ikinci sıradaki lider Japonya’dan Ikeda. 1961 yılından başlayarak getirdiği dış ticaret, tasarruf / harcama ve vergi politikalarıyla Japonya’nın 10 yılda kişi başına gelirini iki katına çıkarma hedefi koymuş.
Kendisinden sonra gelen önderler de bu politikalara uymuşlar ve hedefe ulaşılmış. “Ikeda, Japonya’da teknolojiye dayalı yüksek büyümenin önderi sayılır. Japon toplumunu istikrar içinde yüksek büyüme hedefi etrafında birleştirebilmiş bir önderdir.” Easterly ve Pennings, Mayıs 2020, ss. 27-28.)
Büyümeye en büyük kalıcı olumsuz / eksi etki yapan önder Haiti’den Cedras. 1991’de darbe ile iktidara gelen Cedras döneminde yüzde 15’lere varan kişi başına eksi büyüme var. Ancak bu dönemde Cedras yönetimine yaptırımlar ve ambargolar uygulandığını da belirtelim.
Büyümeye olumsuz etki yapan önderler içinde Yunanistan’dan A. Papandreou, Filipinler’den Marcos, ABD’den Nixon var. Bunların döneminde ortak bir nokta şudur; ekonomik kurumlar doğru ve iyi çalışmıyor, ekonomiye ilişkin şeffaf, yeterli ve açık bilgi sağlanmıyor.
Büyümeye önderin etkisi, kurumların etkisinin tersi olabilir. Güçlü ekonomik kurumların varlığı ve işleyişi büyüme patikalarını değiştirebilir. (Acemoğlu, Johnson, Robinson, 2005). Weber’e göre, önderin ekonomiye etkisinin olması için, kurumların olmaması veya varsa zayıflatılması gerekir. Alıntılayan Jones (Ocak 2009).
Kamu mallarının varlığı da önder için önemli etki alanları yaratır. Örneğin altyapı yatırımları, eğitim, sağlık, adalet gibi alanlar bu etkilere ve önder müdahalesine açıktır. Dış ticaret ve para politikaları da önder müdahalesine ve etkisine ortam yaratır.
Savaşlar ve silahlı çatışmalar da önder için etki alanı yaratır. Yolsuzluklar ve farklı kaynak dağıtımları da, izin verildiği ölçüde, makro düzeyde ekonomik etki yaratırlar. Kısacası, kurumlar önderlerin ekonomiye etkisini sınırlar, ancak önderler de kurumları etkileyip işleyişlerini sınırlayabilir.
Demokrasilerde, muhalefet, sivil toplum kuruluşları ve değişik kurumların sınırlayıcı etkisi olduğu için önderlerin ekonomiye veya siyasi sisteme önemli etkisi olmaz. Ancak otokrasilerde önder üzerinde fazla sınırlama yoktur, bu nedenle ekonomi ve siyasi sistem üzerinde önemli etkileri olabilir. Jones (Ocak 2009).
Önderin ekonomiye olumlu veya olumsuz etkisi ekonomik kurumlar zayıfladığı ölçüde olabilir, başka türlü etki sınırlıdır. Şimdi konuyu tekrar Türkiye’ye getirelim.
Türkiye’de önderin ekonomiye etkisi deyince elbette büyümeden de önce aklımıza enflasyona etkisi gelir. Cumhurbaşkanının hem 2018’de hem 2021-2022’de enflasyon üzerindeki etkisine ayrı bir bölüm açmak gerekir. Bu konuyu çokça ele alıyoruz, burada konuya girmeyelim. Ama Cumhurbaşkanının enflasyona etkisi çok büyüktür.
Peki, Türkiye nasıl bir Cumhurbaşkanı seçmelidir? İktisatçıların çok büyük bölümünün soruya yanıtı şöyle olacaktır; Cumhurbaşkanının ekonomiye müdahalesi çok sınırlı olmalı, ekonomik ileyiş büyük ölçüde ekonomik kurumlara bırakılmalıdır. Hele son yılların performansını gördükten sonra.
Böyle bir Cumhurbaşkanı, daha önce de söylediğimiz gibi, daha mütevazı, daha hoşgörülü ve daha kapsayıcı olmalıdır.
Acemoglu, Daron, Simon Johnson and James Robinson (2005) “Institutions as the Fundamental Cause of Long-Run Growth,” The Handbook of Economic Growth içinde, derleyen Philippe Aghion ve Steven Durlauf, 2005.
Acemoglu, D., S. Johnson ve J. Robinson (2003) “An African Success Story: Botswana”. In Search of Prosperity: Analytic Narratives on Economic Growth, derleyen Dani Rodrik, 80-119. Princeton: Princeton University Press.
Chamorro-Premuzic, Tomas (2013) “Why Do So Many Incompetent Men Become Leaders?” Harvard Business Review at 100, First eBook Edition: Mar 2022.
Easterly, William ve Steven Pennings (Mayıs 2020) “Leader value added: Assessing the growth contribution of individual national leaders”, NBER Working Paper No. 27153 http://www.nber.org/papers/w27153
https://www.researchgate.net/publication/266066436_National_Leadership_and_Economic_Growth