TL'nin erimesi ve TL'den kaçış sürüyor. Kur hareketleri ve beklenen enflasyon verileri kaçışın süreceğini gösteriyor. TL'den kaçarken alınan altın, döviz ve malların fiyatları sıçradığı gibi, bunların bir bölümü de sistem dışına çıkarılıyor. Açıkça bir bunalım yaşıyoruz.
Bu yazıda, Türkiye'de ekonomiyi yönetenlerin yaşanan bunalıma ilişkin tepkisi ve TL'nin korunması, hatta yaşatılması üzerine odaklanmak istiyoruz. Şu sorular aklımızı kurcalıyor. Yönetim, ulusal para TL'nin diğer paralar tarafından sürekli eritilmesine neden biz vatandaşlar gibi tepki duymuyor? Neden süreci tersine çevirecek önlemler almıyor? Neden uyguladığı para politikasında ısrar ediyor?
Dikkat edelim, yaşanan bir kerelik bir devalüasyon değildir. Sürekli erimedir. Sorun yalnızca bir faiz sorunu da değildir. Döviz kuruna müdahaleler de, doğru sıralama ve zamanlama ve yeterli miktar ile yapılmadığından, maalesef işe yaramamıştır.
Sıkça sorulan ikinci bir konu daha var; bu bunalımın sonu nereye varır? Bundan sonra Türkiye ekonomisinde diğer paralar TL'yi daha ne kadar geriye ve dibe iter? Bu bunalım reel ekonomiyi nasıl etkiler? Bu soruların yanıtını bir sonraki yazıya bırakıyoruz. Ancak, para bunalımları bir süre içinde reel ekonomiyi mutlaka etkilemiştir.
Bu yazının sonundaki ifadeyi aktaralım. İktisat sosyal ve toplumsal bir bilimdir, deneme ve deney genellikle yapılmaz, yapılamaz. Çünkü, yanlış bir deneme veya deney yaparsanız toplumsal maliyeti çok yüksektir. Böyle bir maliyeti kişiler ve kurumlar yaratmak istemez, istememelidir.
Yönetimin TL'ye ilişkin tavrını daha iyi anlamak için artık elimizde 11 Aralık 2021'de yazılmış ve toplantılarda dağıtılmış bir metin var. Başlığı “Yeni Ekonomik Model: Gerekçeleri - Getirileri”. Yazarı Cemil R. Ertem. Bizlere böyle okuyup değerlendirebilecek bir metin ortaya çıkardığı için yazara içtenlikle teşekkür etmemiz gerekir. Bu metni iletip görüş isteyen eski öğrencim Adil Yazıcıoğlu'na da teşekkür ederim.
Bu metin şöyle başlıyor. “Geçmişte uygulanan IMF programının sonuçları: yüksek faiz ve düşük kurla gelişmekte olan ülkelere dayatılan iktisat politikası yoksullaştırıcı tipik bir IMF reçetesidir.” Yazıda bu modelin sık sık “ataklara” uğradığı, sürdürülemez olduğu ve dolayısıyla artık düşük faiz yüksek kur politikasının izleneceği açıklanıyor. (Ertem, Aralık 2021, s. 3 ve 4)
Yeni Ekonomik Model (YEM) öncelikle düşük faizi temel alıyor: “YEM'de düşük faiz ortamı ile yatırımların desteklenmesi, büyümenin ve istihdamın sürdürülebilir hale getirilmesi, rekabetçi kur avantajı ve yatırımların artmasıyla ihracatın arttırılması ithalatın düşürülmesi ve nihayetinde cari açığın cari fazlaya evrilerek dış borca bağımlılığın ortadan kaldırılması amaçlanmaktadır.” (Ertem, Aralık 2021, s. 12). Aynı sayfada bir de şema var; bu kez düşük faiz doğrudan üretimi arttırıyor görünüyor.
Yazar, geçmişte (Türkiye'ye ve diğer gelişmekte olan ülkelere) bir IMF reçetesi olan yüksek faiz / düşük kur programının dayatıldığını söylüyor. Ancak Kasım 2002'de hükümet olan bugünün iktidarı, zaten başlamış ve en zor aşamaları geçmiş olan programı sahiplenerek yıllarca uyguladı. Program; IMF'nin, ABD'nin ve uygun küresel finansal koşulların desteğiyle sürdü.
İktidar, bu programla çok önemli başarılar elde ettiğini, yoksullaşmak ne demek, ülkenin hızla zenginleştiğini sürekli açıkladı. Şimdi neden uzun süre kendi uyguladığı programı kötülüyor? Önemli bir nedeni şu, 2013 sonrasında ve özellikle 2017'den başlayarak genişlemeci politikalarla büyümeyi zorlayarak seçim kazanma çabaları öne geçti. Bunlar artık yetmiyor, daha fazla enflasyon ve kur artışı getiriyor. Şimdi hızlı dönüşlerle daha riskli ve toplumsal maliyeti yüksek olabilecek politikalar denenmek isteniyor.
Daha önce de ifade etmiştik, Yeni Ekonomik Model (YEM), genişlemeci para politikası için sonradan hazırlanmış bir gerekçe, bir kılıf niteliğindedir. YEM'in iktisat yaklaşımı olarak eksikleri, açıklanamayan ve inandırıcı gelmeyen yanları var. Bir kere düşük faiz / yüksek kur bir politika tercihi olabilir, ancak iktisatta kullanılan anlamda, bir “model” değildir. (Faizi nominal faiz olarak alıyoruz, çünkü yazıda reel faiz kavramı yok.)
Birincisi, hangi faizden söz ediliyor? Kastedilen kısa vadeli TCMB politika faizi ise, diğer faizlerle özellikle borçlanma faizleri ile ilişkisi ne? Gözlediğimiz kadarıyla TCMB kısa vadeli faizi düşürülürken, uzun vadeli tahvil faizleri tersine yükseliyor. Hatta konut kredileri gibi istisnalar dışında kredi faizleri düşmediği gibi, artıyor ve komisyonlar, vergiler dahil yüzde 30'lara varmış durumda.
Öyleyse özellikle uzun vadeli kararlar gerektiren üretime yönelik yatırım, yükselen faizlerle nasıl artacak? “Model”, kendi mantığı içinde, amacına nasıl ulaşacak? Üstelik bilinir ki, uzun vadeli önemli yatırım kredileri için Türkiye'deki yatırımcı firmalar yurt dışından borçlanıyor.
Yazıda Türkiye'deki TCMB politika faizi diğer ülkelerle karşılaştırılıyor ve çok yüksek olduğu söyleniyor. Düşmesi gerektiği ima ediliyor. (Ertem, Aralık 2021, s. 9). Evet ama, faiz ile enflasyon birlikte verilmezse karşılaştırma nasıl yapılır?
Hemen ardından bazı ülkelerde merkez bankası politika faizinin enflasyonun altında olduğu söyleniyor. Bunu birkaç kez vurguladık, doğrudur. Ancak politika faizi ülkenin koşullarına göre belirlenir. Bir ülkede enflasyon beklentileri ve bunlarla da ilişkili özellikle dolarlaşma (para ikamesi) yüksek ve yükseliyor ise, faiz de genellikle yüksektir. Düşük faiz dolarlaşmayı özendirir. Bu konular için bakınız Uygur (Ekim 2021).
İkincisi, yatırım ve üretim kararları yalnızca faize dayanarak verilmiyor. Uzun vadeli kararlar için belirsizliklerin ve risklerin azalması; tahminler, öngörüler yapılabilmesi; bir güven ortamının oluşması gerekir. (Keynes, 1936, Bölüm 5 ve 8). Kur, enflasyon ve enflasyon beklentileri hızla yükselirken, tüm nominal değişkenler sıçrar iken, reel ekonomik değişkenlere kaynak dağılımı nasıl olacak? Hangi fiyatlarla yapılacak?
Şöyle bir saptama var. “Düşük faiz politikası sonucunda TL'ye yapılan manipülatif ataklar ekonomimize ciddi zararlar veremez.” Ertem (2021, s. 18). Ertem'in makalesine göre; TL'de erime ve TL'den kaçış süreci bir süre sonra reel ekonomiye ciddi zarar vemeden kendiliğinden durur. Tam tersine, faizi ve genel olarak fiyatları denge sağlayan değerler dışına zorlarsak, sözü edilen ataklara zemin hazırlarız ve yıkıcı olabilirler.
“Modelin” diğer önemli değişkeni krediler, bunlar üzerine de vurgulama yapılıyor. “yüzde 5'lik bir büyüme oranı yakalanması için yaklaşık yüzde 15 kredi büyümesi gerekmektedir.” Ertem (Aralık 2021, s.19). Böyle bir ilişki hangi koşullarda geçerlidir, nasıl bulundu? Anlaşılan nominal kredi artışından söz ediliyor.
TÜİK'in resmi TÜFE enflasyonunun bile yıl sonu için yüzde 30'a, gerçek enflasyonun yüzde 50'nin üzerine, ÜFE enflasyonunun yüzde 70'e çıkacağı tahminleri yapılan bir ekonomide, yüzde 15 kredi büyümesi reel olarak kredi azalması demektir; neyi, ne kadar açıklar?
Yazıda şu ifade de bir açıklama istiyor. “Bankacılık sektöründe verilen krediler ağırlıklı olarak üretimi ve ihracatı arttıracak, büyümeye katkı sağlayacak sektörlere verilmektedir.” Ertem (Aralık 2021, s.17). Burada sözü edilen hangi kredilerdir? Hızlı arttığı söylenen konut kredileri ise ihracatı etkilemez. Tersine, ithalatı özendirir. Ticari krediler ise daha çok işletme kredileri niteliğindedir. Bu konuda bilgi verilmesi ikna edici olurdu.
Üçüncüsü, bu “modelde” enflasyon, döviz kuru, enflasyon beklentisi gibi nominal değişkenler yok. Bunların olmadığı, haliyle nereye doğru gideceklerinin bilinmediği bir çerçeve nasıl “model” olabilir? Hiç olmazsa varsayımlar olabilir. Bunlar olmadan faizleri ve kurları nasıl açıklayabiliriz? İdari kararla politika faizinin indirilmesi yeterli midir?
Yüzyılların deneyiminden ve yapılan çalışmalardan biliriz ki, risklerde ve dışsal etkilerde değişme olmadığında, enflasyon ve enflasyon beklentisi yüksek ise, faiz de kur da yüksek olur, daha doğrusu hızlı artar.
Dediğimiz gibi, YEM bir politika tercihini anlatıyor, ancak iktisadi açıklaması için, ampirik de olsa, ekonomik değişkenler arası ilişkileri dikkate alan bir temeli, bir çerçevesi yok. Örneğin, hiç olmazsa, ampirik bir yatırım açıklaması, buradan da üretim / büyüme açıklaması olabilirdi. Kredi ile üretimi / büyümeyi açıklamak gerçekten yeterli olmuyor.
“Modelin” nominal tarafı yok. Nominal değişkenler için, yalnızca nominal faizi ele alsak bile, belki şöyle bir başlangıç olabilirdi.
Sermaye hareketleri bakımından dışa çok da açık olmayan, örtülü kontrollerin olduğu bir ekonomi varsayalım. (Aslında YEM'e göre bu varsayım çok da gerçek dışı değil. Çünkü YEM, sıcak para olarak tanımladığı hisse senedi ve tahvil gibi varlıklar yoluyla yabancı para girişine bağımlı olmak istemediğini ifade ediyor.)
Bu ekonominin “Para” piyasalarında;
Kısa Vadeli Nominal Faiz = Reel Getiri + Enflasyon + Risk Pirimi
“Sermaye” piyasalarında;
Uzun Vadeli Nominal Faiz = Reel Getiri + Enflasyon Beklentisi + Risk Pirimi
ilişkileri geçerlidir diyebiliriz. Bunların ampirik olarak geçerli olduğu görülmüştür.
Burada risk pirimi, enflasyon riski yanında, politik ve politika riskleri de içeriyor. Dikkat edelim, burada nominal faizi belirleyen enflasyon / enflasyon beklentisidir. Tersi değil.
Görüldüğü gibi, piyasa faizini düşürmek için enflasyonu / enflasyon beklentisini düşürmek gerekiyor. Merkez bankası politika faizi gibi idari faizlerle açıklama yeterli olmaz.
Sermaye hareketlerinin sınırlanmadığı ve dış finansal piyasalara eklemlenmiş bir ekonomide;
Nominal Faiz = Yabancı Nominal Faiz Oranı + Ülkenin Parasında Yabancı Paraya Göre Beklenen Değer Kaybı + Risk Pirimi
Karşılanmamış faiz paritesi (uncovered interest parity) olarak bilinen bu ilişki, dolarlaşmanın / para ikamesinin olduğu ekonomilerde yerli karar alıcılar için de kabaca geçerlidir diyebiliriz. Faiz paritesi, dış sermaye hesabının, döviz arz ve talebinin dengeye gelebilmesi için gerekli koşul olarak görülebilir. Buradan, tersine dolarizasyon için de bir koşul çıkmaktadır.
Belirtelim; bu ilişkinin geçerliliği varsayımlara bağlıdır; sermaye hareketlerinin tam serbest, döviz kurlarının tam esnek, dış ticaret ve finans piyasalarının tam rekabetçi olması gerekir.
Satınalma gücü paritesi geçerli ise, bir ülkenin enflasyonu ile dış dünya enflasyonu arasındaki fark, döviz kuru değişmesini gösterir. Bu parite geçerlidir diyelim, bu durumda “ülkenin parasının yabancı paraya göre beklenen değer kaybını” beklenen enflasyon farkı olarak yazabiliriz. Bu parite için de rekabet ve esneklik varsayımları yapılmalıdır.
Öyleyse yine aynı noktaya geldik; nominal faizin düşmesi için yine enflasyon beklentisinin düşmesi, kırılması gerekiyor. Bu beklenti kırılmadan faizin düştüğünü söylemek ve bu söylem üzerine “model” oluşturduk demek yanıltıcı olacaktır. Yanıltıcı yaklaşımların ekonomik ve toplumsal maliyeti yüksektir.
Şöyle sonlandıralım; iktisat sosyal ve toplumsal bir bilimdir, makro düzeyde deneme ve deney genellikle yapılmaz, yapılamaz. Çünkü aynı koşulları yaratmak çok zordur. Çok daha önemlisi, yanlış bir deneme veya deney yaparsanız, toplumsal maliyeti çok yüksektir. Böyle bir maliyeti kişiler ve kurumlar yaratmak istemez, istememelidir.
* Bu yazı, dün akşam açıklanan ekonomi paketi öncesinde yazıldı.
Kaynakça