Koronavirüs, kapitalizmin bir çelişkisini daha ortaya koydu: Virüsün yarattığı kaos gösterdi ki, 1970’lerin kârlılık krizine çözüm olarak ortaya çıkan neoliberal küreselleşme, en nihayetinde gidip kapitalistlerin kâr etme kapasitesini baltalamış oldu. Küresel kapitalizmin herhangi bir dış riske karşı ne kadar savunmasız olduğunu gösteren bu virüs, zaten derinleşen küresel ekonomik krizi, kapitalizm için bir felakete dönüştürmek üzere. Neoliberal küreselleşmenin yarattığı eşi görülmemiş uluslararası bağlantılılık (connectedness) ise, dünya kapitalist sistemini son derece savunmasız hale getiren temel faktör. Bunun yanı sıra, kapitalist kârı artırması beklentisi ile halk sağlığı hizmetlerinde 2000’lerden bu yana yapılan kısıtlamalar da Koronavirüs'ü zapt etme girişimlerini de büyük ölçüde zayıflatmış ve dolayısıyla kapitalist ekonomiyi felç etmiş oldu.
Çelişki teriminin ne anlama geldiğini açıklığa kavuşturmaya çalışayım. Alman sosyolog Claus Offe, çelişkiyi, herhangi bir sistem doğasında var olan ve aynı zamanda o sistemin ayakta kalma koşullarını yok eden içsel eğilim olarak tanımlar. Bu kavram, kapitalizmin Marksist analizlerinde kilit bir unsurdur, çünkü Marksizm, kapitalizmin sürekli ve kaçınılmaz olarak kendisini zayıflattığını ve aslında kendi sonunu da hazırladığını düşünmektedir. Bu çelişkilere birkaç örnek verecek olursak: her bir kapitalist, kendi işyerinde, kendisi açısında tamamen "rasyonel" bir şekilde hareket ederek, ücretleri düşürme çabasındadır. Ancak bu bireysel kararların genel etkisi, toplumdaki genel ücret seviyelerinin, işçilerin piyasadaki ürünleri satın alamayacakları kadar düşük bir seviyeye inmesi olacaktır. Yani, toplam talep azalacaktır. Buna aşırı üretim krizi denmektedir. Emlak balonları bunun güzel bir örneğidir. Bu örnekte, kapitalistler, çıkarlarını korumak için ellerinden geleni yapmaktalardır, en mantıklı şekilde de yapmaktadırlar, ancak sonuç olarak kendi kendilerini zayıflatırlar. Başka bir örnekte, her bir kapitalist, her bir işçiyi daha verimli kullanmak amacıyla, her bir işçiyi daha üretken hale getirmek amacıyla, teknoloji düzeyini artırma eğilimindedir. Kısacası, amaçları her bir işçideki sömürü oranını artırmaktır. Bu açıdan, işçileri makinelerle ikame etmektedirler. Sonuç olarak ise, toplam işçi sayısı ve dolayısı ile toplam sömürülen emek gücü miktarı azalmaktadır. Dolayısı ile, toplam sermaye içerisinde teknolojiye ayrılan kısım arttıkça, toplam kâr oranı azalmaktadır. Marx buna kar oranının düşme eğilimi yasası demektedir. Bütün bunlar, yani bu kapitalist rasyonelitelerin niyetlenilmemiş sonuçları da kapitalizmde periyodik olarak krizler çıkmasına sebep olmaktadır.
Koronavirüs'ün yarattığı kaos, bu tür çelişkilerin en son örneği olarak görünmektedir. Virüs, bilim insanları tarafından olağanüstü yayılma oranı ve ölüm oranı ile karakterize edilmektedir. Ancak, bu yayılma oranı sadece doğal veya biyolojik değil, aynı zamanda sosyal olarak da belirlenir- yani demografi, kültür, siyaset ve en önemlisi toplumun bağlantılılığı tarafından. Bu bağlantılılığın artmasının sebebi de, neoliberal küreselleşme sırasında uluslararası işbölümünün, ürünlerin ve insanların hareketliliğinin katlanarak artmasıdır- aynı yaklaşık iki yüzyıl önce, 19. yüzyıl küreselleşmesinde olduğu gibi. Komünist Manifesto bu benzerliği açıkça anlatıyor:
"Ürünlerini satacağı piyasaları genişletmek ihtiyacı, burjuvaziyi yeryuvarlağının bütününe el atmaya itmekte. Her yerde yerleşmesi, her yerde yapılaşması, her yerde bağlantılar kurması gerekiyor. Burjuvazi, dünya pazarını sömürmek yoluyla tüm ülkelerin üretim ve tüketimini kozmopolitleştirdi. Ulusal zemini sanayinin ayağının altından çekiverdi. En eski ulusal sanayiler yok edildi ve hâlâ her gün yok ediliyor. Yerli imalatla karşılanan eski ihtiyaçların yerini de en uzak ülke ve iklimlerin ürünleriyle ancak giderilebilecek ihtiyaçlar alıyor. Eski yerel ve ulusal kapalılık ve kendine yeterlik yerine de ulusların her yönde hareketliliği ve her yönde birbirine bağımlılığı geçmekte".
Çağdaş küreselleşme, 1970'lerin ulusal kalkınmacı ekonomilerinde işçi sınıflarının artan siyasi güç ve ücret seviyelerinden dolayı kâr oranlarının düşmesinin bir sonucu olarak ortaya çıktı. Bu krizin çözümü, üretim için ulusal sınırları ortadan kaldırmak ve tüm dünya işçileri arasında dibe doğru bir yarış başlatmaktı. Kapitalist dünya piyasasındaki bu yüksek esneklik ve hareketlilik, ülkeleri, ekonomik, politik veya biyolojik olsun, dışsal şoklara karşı savunmasız hale getirdi. Mesela, küresel hava trafiği, yani taşınan yolcu sayısı, 1970 ve 2017 yılları arasında on kattan fazla artarak 4,1 milyar kişiye yükseldi. Bu tür bir trafikte çok bulaşıcı bir virüsün yayılmasını nasıl durdurabilirsiniz?
Yayılma hızına benzer şekilde, virüsün ölüm oranı yalnızca biyolojik olarak belirlenmemektedir. Daha ziyade, farklı ülkelerdeki farklı ölüm oranları (Almanya'da %1,3 ve İtalya'da %12), bu durumu şekillendiren sosyal koşulların olduğunu göstermektedir. Bu koşullar arasında, halk sağlığı sisteminin kapasitesi, virüsün biyolojik tehdidini gerçek ölüm oranına tahvil eden en kritik faktördür. Almanya’nın ve İtalya’nın sağlık sistemlerinin kapasitelerindeki ve tam olarak yoğun bakım ünitelerindeki farklılıklar, ölüm oranlarındaki bu büyük farkın arkasındaki ana faktörler olarak kabul edilmektedir. İtalya, diğer güney Avrupa ülkeleri gibi, 2010'ların başındaki borç krizi sırasında ihtiyaç duyduğu kredileri alabilmek için halk sağlığı programlarında önemli bir düşüşe gitmişti. Vergileri ve sosyal güvenlik maliyetlerini en aza indirgemek için sağlık sistemlerini daraltma stratejileri, çoğu kamu sağlık sisteminin salgına yanıt vermesini engellemiştir. Bu da çağdaş kapitalizmin çelişkisinin en kilit yönlerinden birisidir. Tam da bu gözlem, İspanyol hükümetini özel sağlık sistemini aniden kamulaştırmaya itmiştir.
Dolayısı ile kârları maksimize etmek için ortaya konan bu kapitalist stratejilerin sonuçları olarak iki eğilim görüyoruz: virüsün yüksek yayılma oranı ve yüksek ölüm oranları. Bu iki eğilim de, ilk baştaki amaç olan kapitalist kâr kapasitesini artırma çabalarını baltalamıştır. Virüs tarafından yaratılan ekonomik zararlar daha önce görülmemiş bir kapitalist kaosa yol açmaktadır. İşletmeler kapanıyor, hizmetler duruyor, finans piyasaları çöküyor, sokaklar boşaltılıyor, hayat terk ediliyor. FED’in, diğer merkez bankalarının ve IMF'nin müdahaleleri piyasaları sakinleştirmek ve ekonomiyi beslemek için yeterli olmuyor. Modern zamanların en büyük ekonomik krizlerinden birine doğru gidiyoruz; muhtemelen resesyonun ötesine, bir depresyona ilerlemekteyiz. Ulusal ekonomilerin birbirine bağımlı olması ve kamu sağlık sistemlerinin bu kadar zayıflamış olması, ulusal ekonomileri böyle bir dış tehdide karşı son derece savunmasız kılmaktadır. Bu küreselleşme iyidir ya da kötüdür anlamında bir argüman değil; bu, kapitalistlerin kendilerini güçlendirmek için kurduğu bir stratejinin, kapitalizmin altını oyduğunu göstermesidir. Korona virüsü işte tam da bu çelişkiyi ortaya çıkarmıştır.
Bu çelişkiden ne çıkacak? Bence iki yol var: Biri daha fazla otoriterleşmeye, diğeri daha fazla özgürlüğe doğru. Bir yandan, dünyanın dört bir yanındaki hükümetler salgını kontrol etmek için sokağa çıkma yasağı, kamusal alanların kapatılması, insan hareketliliğinin sınırlanması gibi acil durum kurallarını içeren olağanüstü önlemler alıyor. Bu da neredeyse her yerde halihazırda güçlenen otoriter eğilimlerin üstüne denk geldi. İşte bu hükümetler, salgın sırasında ve sonrasında bu otoriter politikalarını güçlendirmek ve tırmandırmak için kesinlikle Koronavirüs'ü kullanacaklardır. Devletler nüfuz ettikleri bu alandan geri çekilmemeye çalışacaklardır. Şu aralar, pek çok kişi otoriter hükümetlerin virüs kriziyle başa çıkmak için daha donanımlı olduklarını düşünüyor, çünkü bu hükümetlerin önleyici tedbirleri daha iyi koordine ettiklerine inanıyor. Bu algı otoriterlik için geniş bir meşruiyet alanı yaratacaktır. Dahası, hükümetler bu virüs krizi içerisinde, halkı yönetmek ve disipline etmek için yeni yöntemler, teknikler ve bilgiler geliştiriyorlar.
Öte yandan, bu olağanüstü zamanlarda, sıradan insanlar bu zulmü yaşadıkları bu anlarda, çeşitli formlarda dayanışma mekanizmaları geliştiriyorlar. Tam da bu ortamda, kapitalizmin ister otoriter ister liberal olsun, kendi dinamikleri nedeniyle, felaketten başka bir şey yaratamayacağı mesajını paylaşmanın zamanı gelmiştir. Sol, bu fırsatı, uluslararası düzeyde örgütlenmek ve kapitalizmin bu korkutucu iç çelişkilerinden bugün ve gelecekte kurtulmak için kullanmalıdır.
Bu yazının İngilizce orijinali, daha önce "Coronavirus and the Contradictions of Capitalism" başlığıyla Lefteast sayfasında yayınlanmıştır.