Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) üye devletler bakımından hukuken bağlayıcı kararlarının uygulanmasının Avrupa Konseyi (AK) Bakanlar Komitesi tarafından izlendiğini biliyoruz. AK gündemindeki konuları görüşmek üzere her hafta toplanan Bakanlar Komitesi, AİHM kararlarının uygulanmasını izlemek amacıyla ayrıca yılda dört kez toplanır. Bu yılın ikinci toplantısı 8-10 Haziran tarihlerinde yapıldı.
Bu toplantıda 17 devleti ilgilendiren 35 karar kabul edildi. Bu genel ortalamaya uygun bir düzey olarak görülebilir. Genelde her Bakanlar Komitesi toplantısında 20 dolayında devlet hakkında 40 dolayında karar alındığı gözlenmektedir.
Bazılarınca AK’nın adil davranmadığı yönünde öne sürülen iddialar dayanaksızdır. Bakanlar Komitesi gündemindeki AİHM kararlarını, doğallıkla önem ve ivedilik düzeylerini dikkate alan bir sıralamayla izler, ilgili hükümetlere yükümlülüklerini hatırlatan kararlar alır. Kararda tanımlanan unsurlar gerçekleştiğinde karar Bakanlar Komitesi gündeminden düşer.
Listede Türkiye hakkında çok sayıda karar olduğu görülecektir. Türkiye, hakkında AİHM’e en çok başvuru yapılan devletlerden biridir. Dolayısıyla, Türkiye ile ilgili çok sayıda kararın her Bakanlar Komitesi gündeminde yer alması, beklenmeyen bir durum sayılmamalıdır.
Öte yandan, hükümetler arası bir yapı olan ve Rusya’nın üyelikten çıkarılmasından ya da ayrılmasından sonra 46 üye devletin temsil edildiği Bakanlar Komitesi’nde müzakerelerde ve oylamalarda siyasi tercihlerin de bir ölçüde rol oynayabildiği de gözlenmektedir. Avrupa Birliği (AB) 27 üyesi ile AK’da çoğunluğa sahiptir. Ayrıca AB ile birlikte davranma eğilimi güçlü devletler ile birlikte bu çoğunluk üçte ikiye ulaşabilir. Ancak, bu gözlem, Bakanlar Komitesi’nin demokrasi, hukuk ve insan hakları standartlarından saptığı anlamına gelmez. Bu konuyu beş bölümden oluşan “Avrupa Konseyi dizisi” başlıklı yazılarımda ayrıntılı olarak izah etmiştim.
Şimdi, son Bakanlar Komitesi toplantısında Türkiye ve diğer bazı devletler hakkında alınan kararları inceleyelim.
Mammadli grubu – Azerbaycan kararı
Yine bir Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) 18. madde ihlali.
İlgi duyanlar, AİHS 18 ihlalinin ayırıcı özelliği hakkında 21 Eylül 2021 tarihli yazımda kapsamlı bilgi bulabilirler. Özetle hatırlatmak amacıyla, kısa bir bölümünü buraya aktarıyorum:
“AİHS’nin tüm maddelerine ilişkin ihlal kararlarının uygulanmasının, insan haklarının korunması ve geliştirilmesi bakımından önemli olduğu tartışılamaz. Bununla birlikte, 18. maddenin ihlali ile ilgili kararın ayrıca değerlendirilmesi gerekir.
Sözleşme, temel hak ve özgürlükleri tanımlar; ayrıca, bunların hangi koşullarda sınırlanabileceğini belirler. 18. madde ise, Sözleşme’de tanımlanan hak ve özgürlükleri sınırlama ölçüsünün dışına çıkılması, sınırlamanın Sözleşme kapsamının ötesine geçerek farklı bir amaç için yapılması ile ilgilidir.
Sözleşme’nin diğer maddeleri hakkında binlerce başvuru ve karar varken, 18. madde ile ilgili ihlal karar sayısı, Kavala ve Demirtaş kararları dahil, 18’dir. Bu maddeye ilişkin ihlal kararlarının son dönemde gelişmekte olduğunu gözlüyoruz.”
Kısaca, AİHM temel hak ve özgürlüklerin siyasi hedeflere yönelik olarak sınırlandırıldığı, yani hukukun siyasileştirildiği sonucuna vardığında, AİHS 18 uyarınca ihlal kararı verir.
AİHS 18 ihlal kararının uygulanmasının izlenmesi, Bakanlar Komitesi için öncelikli ve ivedi bir konudur. Bu maddeye ilişkin ihlalin giderilmesi, ilgili kişinin tutuklu ise serbest bırakılmasının ve ilgili kişiye tazminat ödenmesinin ötesinde, hukukun siyasileştirilmesi kapsamında yapılmış olduğu varsayılan tüm suçlamaların de düşürülmesini ve adli sicil kayıtlarının silinmesini gerektirir. Sorumlu devletin bu unsurları yerine getirmemekte direnmesi durumunda, AİHS 46/4 uyarınca ihlal prosedürü başlatılır ve AK Statüsü’nün 8. maddesi işletilerek o devletin AK üyeliğinden çıkarılmasına uzanan yaptırımlar hiyerarşisi devreye girer.
Bunun son örneği Mammadov-Azerbaycan kararında görüldü. Azerbaycan’ın Mammadov’u serbest bırakması ve kendisine tazminat ödemesi yeterli görülmedi, ihlal prosedürü başlatıldı. Statü’nün 8. maddesinin işletileceği aşamada Azerbaycan Mammadov hakkındaki suçlamaların düşürülmesini ve adli sicil kayıtlarının silinmesini sağladı. Mammadov tarafı bu durumu doğruladı. Bakanlar Komitesi ihlal prosedürünü durdurdu ve konu gündemden çıkarıldı. Azerbaycan’ın, AK üyeliğinden çıkarılmasının geniş ve uzun dönemli yansımalarını dikkate aldığı düşünülebilir.
Şimdi Mammadli kararı için de benzer bir gelişme izleniyor. Bakanlar Komitesi kararında, ilgili kişilere tazminat ödenmiş olduğu not ediliyor, buna karşılık suçlamaların düşürülmesi konusunda bir ilerleme olmadığı vurgulanıyor. İzleyen Eylül toplantısında Azerbaycan tarafından sağlanan bilgilerin değerlendirilerek gerekirse baskıyı güçlendirmeye yönelik bir ara karar hazırlanacağı belirtiliyor.
AİHS 18 ihlal kararının gereğinin yerine getirilmesinin başka seçeneği yok. Beklenen uygulamanın gerçekleşmemesi durumunda ihlal prosedürü başlatılır ve Statü’nün 8. maddesi işletilir.
AİHM’in Kavala başvurusunda verdiği AİHS 18 ihlali kararının Bakanlar Komitesi’nde ele alınması sürecine ilişkin bilgileri 21 Eylül 2021 tarihli yazımda derlemiştim. Bakanlar Komitesi, Türkiye’nin uygulamasını yeterli bulmamış, AİHS 46/4 uyarınca ihlal prosedürü başlatarak AİHM’den görüş sormuştu. Önümüzdeki dönemde AİHM’in Bakanlar Komitesi’ne ileteceği görüş çerçevesinde, AK Statüsü’nün 8. maddesine göre yaptırımlar sürecinin başlatılması beklenebilecektir. Bu yönde bir gelişme, Türkiye’nin uluslararası konumu bakımından ana köprülerden birini oluşturan AK ile ilişkilerinde zorlu bir dönemeç olabilecektir.
Bakanlar Komitesi’nin 10 Haziran tarihli kararında, Türkiye’nin Kavala ile ilgili son iç yargı kararı hakkında bilgi vererek ihlal prosedürünün geri çekilmesini istediği, ancak, Komite’nin yeni bilgileri AİHM’e aktaracağı, bununla birlikte mevcut koşullarda geri çekme için bir neden görmediği belirtilmektedir. Bu durumda, ihlal prosedürü ile ilgili takvimin devam edeceği anlaşılmaktadır.
AK Statüsü’nün 8. maddesinin işletilmesi aşamasına gelindiği takdirde, Türkiye’nin önünde iki seçenek olacaktır: AİHM kararını uygulamak ya da AK üyeliğinden çıkarılmaya kadar uzanabilecek yaptırımlar ile karşılaşmak...
AİHM’in Demirtaş başvurusu hakkında verdiği AİHS 18 ihlal kararının Bakanlar Komitesi’nde izlenmesi biraz geriden gelmekle birlikte, Kavala süreci ile aynı yönde ilerlemektedir.
Bakanlar Komitesi’nin 10 Haziran tarihli kararında, konu hakkında ek bilgi talebinde bulunulmakta, 2019’da Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) yapılan başvurunun gecikmeden ve AİHM kararı ile uyumlu bir anlayışla ele alınarak sonuçlanması için önlem alınması çağrısı yapılmakta; ayrıca, yargının tam bağımsızlığının güvence altına alınabilmesi amacıyla Hakimler ve Savcılar Kurulu’nu yapısal bağımsızlığının güçlendirilmesine yönelik AK standartlarına uygun etkin önlem alınması beklentisi yinelenmektedir.
Konunun Bakanlar Komitesi’nin izleyen Eylül 2022 toplantısında yeniden ele alınması kararlaştırılmıştır.
Yunanistan
Bekir Ousta ve diğerleri – Yunanistan kararı
Yunanistan’da Batı Trakya Türk azınlığının sivil toplum kuruluşu İskeçe Türk Birliği’nin tabelası 1983’te adında “Türk” ifadesi yer aldığı için indirilmiş ve dernek 1986’da mahkeme kararıyla yasaklanmıştı. AİHM 2008 tarihli kararı ile, Yunanistan’ın örgütlenme hakkını ihlal ettiğini belirlemiş ve derneğin tescili için gereken düzenlemenin yapılmasını istemişti.
2008 tarihli AİHM kararı 14 yıldır Bakanlar Komitesi’nde izlenmektedir. Komite’nin baskıları yükselince, göstermelik bazı adımlar atarak zaman kazanmakta, ancak AİHM kararının gereğini yerine getirmemekte direnmektedir. Bu çerçevede, 2017’de bu tür derneklere tescil için yeniden başvuru hakkı tanıyan, ancak sınırlamalar içeren bir yasa kabul etmiştir. Zaten derneğin yaptığı başvuru da Yunanistan Yargıtayı tarafından reddedilmiştir.
Dışişleri Bakanlığı tarafından 1 Temmuz 2021 tarihli basın açıklaması da, AK ve AB üyesi Yunanistan’ı AİHM kararına uymaya davet etmektedir.
Bakanlar Komitesi’nin 10 Haziran tarihli kararında, 14 yıl boyunca gözlenen gelişmeler özetlenmekte, AİHM kararının uygulanmamış olması kınanmakta, kararda tanımlanan tescil işlemlerinin tamamlanması istenmektedir. Ayrıca, Yunanistan, AİHS’nin toplantı ve dernek kurma özgürlüğüne ilişkin 11. maddesine ilişkin içtihat ve AK standartları uyarınca, mevzuat ve uygulamasını düzenlemeye davet ediliyor.
14 yıldır uygulanmayan bir AİHM kararı, Yunanistan zaman kazanma taktikleri, Bakanlar Komitesi’nin bu durumda gereken baskı düzeyini yükseltme konusundaki çekingenliği... Yazının başında Bakanlar Komitesi’nde siyasi unsurların ve bu bağlamda AB dayanışmasının etkilerine değinirken, bu tür gelişmeleri hatırlamıştım.
AİHS 46/4 uyarınca, AİHM kararının uygulanmaması durumunda Bakanlar Komitesi’nin ihlal prosedürü başlatma imkanının olduğunu, bunun örneklerinin de bulunduğunu biliyoruz.
Bakanlar Komitesi’nin 14 yıldır bir AİHM kararını uygulamayan Yunanistan’a karşı zorlayıcı önlem düzeyini yükseltmesi gerekmez mi?
AB’nin “dayanışma” kriterlerini bir yana bırakarak, AK tarafından 73 yıldır temsil edilen demokrasi hukuk ve insan hakları standartlarının bölünmez bütünlüğüne ve istikrarlı uygulanmasına sahip çıkması gerekmez mi?
Son Bakanlar Komitesi’nin gündeminde olan bazı AİHM kararlarını ele almayı seçtim. İlgi duyanlar diğer kararlara da buradan ulaşabilirler.
Türkiye’nin AİHM kararını uygulamamakta direnen Yunanistan konusunda öne çıkarak AK sisteminin ve AİHM kararlarının uygulanmasının önemini vurgulaması önemli bir gösterge olarak düşünülmelidir. Diğer devletlerin AİHM kararlarını uygulamasını isteyen Türkiye’nin kendisinin de AİHM kararlarını uygulama konusunda doğru yönde ilerlemesi gerekir.
AB, “dayanışma” kriteri ile AK sistemine zarar vermekten kaçınmalıdır. Demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları standartlarının simgesi AK sözleşmelerine sahip çıkılması ve AİHM kararlarının tutarlılıkla uygulanması, Avrupa’da ve ötesinde demokratik güvenliğin teminatıdır.
Daha önce de vurgulamıştım, yinelemekte sakınca yok.
Batı’nın örgütlenmesi ve dayanışmasının temel çerçevesi; demokrasi, hukuk ve insan hakları alanında buluşulabilen ortak değerlerdir. Türkiye’yi uluslararası toplumla bütünleştiren ve çok taraflı diplomasi düzleminde dış siyasetinin temel güvencelerini oluşturan üç ana köprü var: BM, AK ve NATO. Türkiye bu alan ile bağlarını güçlendirmeyi sürdürmeli, dışında kalmamalıdır. Başka köprüler de var. Ama onlar bölgesel ya da dönemsel önem taşısalar da ana köprü niteliğine sahip değiller; ya da AB gibi ana köprü niteliği taşısalar da, güncel olarak işlevsellikleri askıya alınmış.
Son olarak Türkiye’nin kurucu üyeleri arasında yer aldığı AK ile ilişkilerinde sürdürülebilir istikrarın önemini vurgulamak isterim.
Türkiye, yakın zaman öncesine kadar AK’nın kuruluş hedeflerine yönelik en çok katkıda bulunan üye devletlerden biri konumundadır. AK ile istikrarlı işbirliği de, Türkiye için demokratik gelişimin güvencesi olmuştur.
Türkiye’nin AK zemininde etkin oyuncu rolünü sürdürmesi, aynı zamanda, daha geniş tabloda Batı ile ilişkilerinin güçlenmesi ve uluslararası etkin gücünün görünür şekilde yükselmesi bakımından da önem taşıyacaktır. Türkiye’nin Batı ile ilişkilerinin güçlü olduğu dönemlerde diğer siyasi coğrafyalar ile ilişkilerinin de daha yüksek verimlilik düzeyine ulaştığı hatırlanmalıdır.
AK ile çatışmanın, işbirliğinde istikrarın zehirlenmesinin, uluslararası alanda hedeflenen amaçlara yönelik aşılması güç ya da imkansız engeller oluşturacağı da akılda tutulmalıdır.
Her şeyden önemlisi, uluslararası normların ve yükümlülüklerin ötesinde, insan haklarına saygı, insanımız için, farklılıkların bir arada uyum içinde yaşayabilmesi için, demokratik hukuk devletinin istikrarlı sürdürülebilirliği için gerekli değil mi?