Uluslararası mülteci hukuku
İkinci Dünya Savaşı sonrasında geliştirilen uluslararası mülteci hukuku, en genel tanımıyla, bulunduğu yerde güvenliği tehdit altında olan kişilere uluslararası koruma sağlanmasını öngörür. Temel olarak, 1951 tarihli Mültecilerin Durumuna İlişkin Sözleşme ve onun kapsamını genişleten 1967 Protokolü’nden oluşur. Bu ikisine toplu olarak 1951 Sözleşmesi diyelim. Mültecilerin korunması uluslararası toplumun sorumluluk ve yük paylaşımını gerektirir. Bu konu Birleşmiş Milletler’in de (BM) en önemli işlevleri arasındadır. BM içinde Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) 1951 Sözleşmesi’nin uygulayıcısı durumundadır.
BMMYK’nın son açıklamasına göre, dünyada bulunduğu yerden ayrılmak durumunda kalan insan sayısı 100 milyon eşiğini geçti. BMMYK 2021 Küresel Eğilimleri raporuna göre bu sayı 2021 sonunda 89,3 milyondu. Bu sayının 100 milyonu aşmasında, milyonlarca Ukraynalının yerinden edilmesine yol açan Rusya’nın saldırısının rolünü hatırlamak gerekiyor.
Bu bağlamda, 3,8 milyon kişi ile Türkiye dünyada en çok mülteci barındıran ülke. Türkiye’yi; 1,8 milyon ile Kolombiya, 1,5 milyon ile Uganda, yine 1,5 milyon ile Pakistan ve 1,3 milyon ile Almanya izliyor. Mülteci sayısının nüfusa oranı bakımından Türkiye 1/23 ile beşinci sırada. 1951 Sözleşmesi’ne coğrafi sınırlama koyan Türkiye bu kişileri hukuken mülteci olarak tanımasa da, 3,8 milyon kişinin fiilen mülteci kapsamına girdiği biliniyor.
Dikkat çekici bir unsur da, dünyada toplam mültecilerin büyük çoğunluğu gelişme yolundaki ülkelerde. En az gelişmiş ülkeler dünya mülteci nüfüsunun üçte birine ev sahipliği yapıyorlar. Yani, uluslararası mülteci hukukunun temel ilkeleri arasında yer alan sorumluluk ve yük paylaşımının pek adil işlediğini savunmak mümkün değil.
Mülteci hukukunun temel sütunlarından biri de, sığınma talep eden kişinin, başvurusu kabul edilse ya da edilmese bile, güvenliğinin tehdit altında olacağı ya da insan haklarının ihlal edilmesi riski bulunan yere gönderilmemesi ilkesinin (non-refoulement) etkin uygulanabilmesi.
Birleşik Krallık-Ruanda mülteci düzenlemesi
14 Nisan 2022’de Birleşik Krallık (BK)[*] ve Ruanda arasında yeni bir “Göç ve Ekonomik Kalkınma Ortaklığı” açıklandı. Bu çerçevede yapılan bir “Mutabakat Muhtırası” (MoU - Memorandum of Understanding) uyarınca, BK’ya sığınma başvurusunda bulunan kişilerin Ruanda’ya transfer edilebilecekleri, sığınma başvurularının Ruanda tarafından değerlendirileceği ve sonuç ne olsa da bunların BK’ya geri dönmeyecekleri belirtildi.
Ruanda’nın böyle bir anlaşmayı ne karşılığında kabul ettiğini bilmiyoruz.
[*Kamuoyunda genelde “İngiltere” olarak yerleşik olmakla birlikte, ülkenin doğru tanımlaması olan “Birleşik Krallık” (BK) adını kullanıyoruz.]
BMMYK raporu
BMMYK bu düzenlemenin hukuka uygunluğu konusunda uzun bir değerlendirme yayınladı.
BMMYK raporunda; çok sayıda mülteciye koruma sağlayan Ruanda’nın uluslararası koruma sağlama kapasite ve yeteneklerinin sınırlı olduğu; artan mülteci sayısının bu durumu daha da kötüleştireceği vurgulanıyor.
Sonuç olarak, BK-Ruanda düzenlemesinin hukuka aykırı olduğu ve mültecilere uluslararası koruma sağlama sorumluluğu bakımından uygun olmadığı belirtiliyor. Temel olarak yanlış olan bu düzenlemenin bazı değişiklikler ile iyileştirilmesinin de mümkün görülmediği kayda geçiriliyor.
İnsan Hakları İzleme Örgütü açıklaması
İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW – Human Rights Watch) 11 Nisan’da BK İçişleri Bakanı’na gönderdiği mektubu açıkladı.
Mektupta, BK-Ruanda düzenlemesi eleştiriliyor. Ruanda’da insan hakları uygulamalarına dikkat çekiliyor. BK hükümetinin Ruanda’daki insan hakları durumunun düzeltilmesini isteyen açıklamaları ve geçen yıl BM İnsan Hakları Konseyi’nde Ruanda’ya yaptığı çağrılar hatırlatılıyor. Bu düzenlemenin geri çekilmesi isteniyor.
Çok sayıda diğer sivil toplum kuruluşu da benzer açıklamalar yayınladı, yazılı medyada ve televizyon mülakatlarında BK-Ruanda düzenlemesini eleştirdiler.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları
Düzenleme uyarınca bazı mültecilerin BK’dan Ruanda’ya gönderilmeleri öncesinde yapılan başvurular üzerine, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) 14 ve 15 Haziran’da iki karar yayınladı.
14 Haziran kararında, Nisan 2022’de Türkiye üzerinden BK’ya giden ve sığınma talebinde bulunan Iraklı başvurucunun Ruanda’ya gönderilmesi durduruluyor. Başvurucuyu Göçmen Geri Gönderme Merkezinde muayene eden doktorun, bu kişinin geçmişte işkence görmüş olabileceği yönünde rapor verdiğine dikkat çekiliyor.
15 Haziran kararında, başvuran beş kişiden ikisi için Ruanda’ya transferin durdurulması yönünde karar veriliyor. İki kişi başvuruları iç hukuk yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle reddediliyor. Bir kişinin de başvurusunu geri çektiği belirtiliyor.
Neyse ki, düzenleme konusunda, BMMYK’nın uluslararası hukuka aykırı olduğunun altını çizdiği ve uluslararası toplumun güçlü şekilde karşı çıktığı bir düzenleme yapmış olsa da, BK hükümeti “ben AİHM’i tanımam, AİHM kararlarını uygulamam” demiyor.
AİHM ara kararı uyarınca, Ruanda’ya gitmek üzere hazırlanan uçak havalanmıyor, sığınma başvurusunda bulunan kişiler Ruanda’ya gönderilmiyorlar. Şimdi yargının esasa ilişkin kararı beklenecek. Yanlıştan dönmenin de erdem olduğunu anlayan devletlerin de olması umut verici.
Uluslararası insan hakları hukuku
Mülteci hukuku gibi, insan hakları hukuku da büyük ölçüde İkinci Dünya Savaşı sonrasının ürünü. Önceki yazılarımda geçirdiği evrimi ve koruyucu/güçlendirici mekanizmaları izah etmeye çalışmıştım. BM sisteminin ana hedefi olan kalıcı barış ve güvenlik için gerekli istikrar ortamının sağlanmasının temelinin, insan haklarına saygı ve adalet olduğunu vurgulamıştım.
Gerçekte hukuk olmasaydı bile, temel haklar insan onurunun ayrılmaz ve olmazsa olmaz sütunu değil mi? Yaşam hakkı; işkence ve kötü muamele yasağı; kölelik ve zorla çalıştırma yasağı; özgürlük ve güvenlik hakkı; kanunsuz ceza olmaz ilkesi; adil yargılanma hakkı; aile hayatına saygı; düşünce, vicdan ve din özgürlüğü; ifade özgürlüğü; toplanma ve gösteri özgürlüğü; ayrımcılık yasağı... Bunların toplumun ortak değerleri olması gerekmiyor mu!
1945 BM Antlaşması ve 1948 İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin yol göstericiliğinde devletlerin ortak çabaları ile hazırlanan, sonrasında devletlerin siyasi iradeleri ile taraf oldukları sözleşmeler ve böylece geliştirilen ortak hukuk alanında kurallara dayalı uluslararası düzenin oluşması, barış, güvenlik, istikrar ve kalkınmanın da güvencesi değil mi!
Danimarka-Kosova anlaşması
Aralık 2021’de Kosova ile bir anlaşmaya varan Danimarka, Kosova cezaevlerinde 300 mahkum için yer kiralamış. Bu yerler Danimarka cezaevlerinde bulunan yabancı mahkumlara tahsis edilecekmiş.
Danimarka’da yaşayan, Danimarka yargısı tarafından mahkum edilen, Danimarka cezaevlerinde bulunan 300 yabancı, cezalarının kalan bölümünü tamamlamak üzere Kosova’da kiralanan cezaevlerine gönderilecekmiş!
Bu uygulamanın insan hakları hukuku ile uyumlu olduğunu öne sürebilmek zor. Danimarka’da suç işleyerek mahkum olan kişiler Danimarka cezaevlerinde Danimarka hükümetinin sorumluluğunda. Bunların Danimarka vatandaşı ya da yabancı olmaları durumu değiştirmez. Bu kişileri cezalarını tamamlamak üzere Danimarka’dan ve bu kişilerin ailelerinden 2 bin km uzaklıkta Kosova’ya göndermek, hukuka uygun olmadığı gibi, insani değerler ile de bağdaşmaz.
Bu arada altını çizmeyi ihmal etmeyelim; öngörülen uygulama 300 yabancı mahkumu kapsıyor, Danimarkalı’yı değil. İnsan hakları hukukunda ayrımcılık yasağı delinmiş olmuyor mu?
Cezaevlerinde mahkumlara davranış kurallarını belirleyen çeşitli sözleşmeler var. İşkence ve kötü muamele yasağı, insan hakları hukukunun hiç bir şekilde askıya alınamayacak temel ilkesidir (jus cogens).
Kosova egemen bir devlettir. Danimarka Kosova cezaevlerindeki uygulamanın sorumluluğunu üstlenemez. Danimarka Kosova cezaevleri yönetiminden hesap sorabilir mi? Oysa transferi öngörülen kişiler Danimarka mevzuatı ve uluslararası hukuk önünde Danimarka devletinin sorumluluğu altındadır. Kosova cezaevindeki “Danimarka’dan gelmiş yabancı” mahkum işkence ya da kötü muamele gördüğünü iddia ederse, kime karşı kime başvuracak? Örneğin AİHM’e yapılabilecek başvuruda, Kosova’da Kosovalı gardiyanların uygulamasının hesabını Danimarka mı verecek?
Danimarka sivil toplum kuruluşu DIGNITY tepkisi
Danimarka’nın önemli sivil toplum kuruluşu, insan hakları savunucusu ve özellikle işkence ve kötü muamele yasağı konusunda kapsamlı çalışmaları olan DIGNITY, bu uygulamaya karşı çıkarak bir açıklama yayınladı. DIGNITY tarafından insan hakları hukuku bağlamında yapılan ayrıntılı incelemede, Danimarka’daki yabancı mahkumların cezalarını çekmek üzere Kosova’ya gönderilmeleri, hukuk ve insan hakları bakımından değerlendiriliyor.
İşkenceye Karşı Dünya Örgütü (OMCT)
Dünyada işkence ve kötü muamelenin önlenmesi konusunda kapsamlı çalışmalar yürüten uluslararası sivil toplum kuruluşu İşkenceye Karşı Dünya Örgütü de (OMCT), benzer nitelikli uluslararası sivil toplum kuruluşları ile birlikte ortak bir rapor hazırlayarak, Danimarka-Kosova anlaşmasının uluslararası insan hakları hukuku ile bağdaşmadığını ortaya koyuyor.
Bakalım Danimarka hükümeti bu uyarı ve tavsiyeleri dikkate alabilecek mi?
Zaten tersi durumda, Danimarka ulusal denetim ve yargı organlarına ek olarak, hükümetler arası BM İnsan Hakları Konseyi, bunun dışında BM İşkenceye Karşı Komite dahil bağımsız insan hakları denetim mekanizmaları ve AİHM gibi bağımsız yargı kurumları da, yapılacak başvurular üzerine uygulamayı uluslararası insan hakları hukuku bakımından değerlendirecekler, kararlarını ya da tavsiyelerini Danimarka hükümetine iletecekler ve uygulamayı izleyeceklerdir.
Danimarka’nın şimdiye kadar uluslararası mekanizmalar ile işbirliğinin güçlü olması, bu konuya da uluslararası hukuk yükümlülüklerine uygun çözüm bulacağı konusunda iyimser olmamıza yol açıyor.
Bazı sonuç gözlemleri
Uluslararası aktörlerin hepsi tartışmalı adımlar atabilir ya da yanlışlar yapabilirler. Demokrasi, hukuk ve insan hakları açısından göreli olarak daha ileride olan devletler de bunun dışında değildir.
Zaten, İkinci Dünya Savaşı sonrasında çok taraflılık temelinde oluşturulan kurallara dayalı uluslararası düzenin denetim ve yargı mekanizmaları içermesinin amacı da budur. Eksik ya da yanlışların düzeltilmesi ve uygulamanın iyileştirilmesi yolunda ilerlemeye katkıda bulunmak. Bu da devletlerin uluslararası denetim ve yargı mekanizmaları ile iyi niyetli ve yapıcı diyalog içinde olmalarını ve işbirliği yapmalarını gerektirir.
Diplomaside görev aldığım dönemde ve şimdi bağımsız bir BM denetim organı üyesi olarak devam eden gözlemlerim bu anlayışı doğruluyor.
Önemli olan, insan hakları ve hukukun üstünlüğüne saygı, demokratik katılıma ve uzlaşı kültürüne destek... Bundan sonra siyasi istikrar, sosyal huzur, ekonomik refah ve uluslararası saygınlığın güçleneceğine güvenebilirsiniz.