2000’li yıllarda ivme kazanan Avrupa Konseyi ile yakınlaşmanın sağladığı kazanımlar sonucunda, Türkiye 1996’da başlayan Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) denetiminden 2004’te çıktı. Aynı yıl Avrupa Birliği Komisyonu’nun tavsiyesi ve ertesi yıl Avrupa Birliği Konseyi’nin onayı ile katılım müzakerelerine başladı.
Şimdi gelelim bir başka önemli kazanıma ...
Ülke içinde demokratik yapıların güçlendirilmesi ve kurumsal etkin işleyişinin güvence altına alınması, uluslararası alanda da saygınlık ve yönlendirici etkinliğin güvencesi. Bunun bir sonucu da ekonomik yeteneklerin güçlenmesi.
2000’lerin ilk on yılında gözlenen olumlu gelişmelerin uluslararası alana da yansımaları oldu. 2009-2010 döneminde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyeliği yaptı. Gelişen ekonomik yetenekleri temelinde, uluslararası barış ve güvenliğe katkısını güçlendirmek amacıyla, 2013’te, Birleşmiş Milletler’e yıllık bütçe katkısını gönüllü olarak kapsamlı şekilde artırdı. Böylece, BM’nin yönetim konularında danışma meclisi niteliği taşıyan Cenevre Grubu’na üye oldu. Uluslararası alanda görünürlüğü, etkinliği ve sorumlulukları arttı. Yumuşak gücü yükseldi.
Siyasi irade bununla yetinmedi. Avrupa Konseyi’ni iyi bilen ve AKPM Başkanlığı (2010-2012) yapmış olan Dışişleri Bakanı’nın önerisiyle, 2014 sonunda Avrupa Konseyi’nde “Büyük Üye” (Grand Payeur / Major Contributor) olmak için zemin yokladı.
Ne demek “Büyük Üye” olmak?
Avrupa Konseyi’nde 47 üye devletten 42’si, ulusal gelir ve nüfus kriterlerini kapsayan bir formülle belirlenen düzeyde bütçe katkısında bulunurlar. Bunun bir, daha doğrusu beş istisnası var: Avrupa Konseyi Statüsü’ne göre, bu kriterin ötesinde Konsey bütçesine yüksek katkıda bulunan beş devlet “Büyük Üye” (Grand Payeur / Major Contributor) statüsündedir. Kim bu beş büyük üye: Birleşik Krallık, Fransa, Almanya, İtalya ve Rusya. İlk dördü başından itibaren, Rusya 1996’da katılımından bu yana büyük üye. Avrupa Konseyi’nin kurucu belgesi Statü (Statute of the Council of Europe) buna göre uyarlanmış. Bunun dışında büyük üye olma girişimi olmamış.
Diplomasimizin zemin yoklaması üzerine siyasi düzey Avrupa Konseyi’nde büyük üye olma girişimini başlatma kararı verdi. Doğru ve olumlu bir girişim. Ama kolay değil. Avrupa Konseyi Statüsü değişecek. Parlamenter kanadın (AKPM) olumlu görüşü gerekli. Karar Bakanlar Komitesi’nin yetkisi. Uzlaşı tercih edilir. Olmazsa üçte iki çoğunluk gerekir. Büyükler Türkiye’yi aralarında görmekten ne kadar hoşlanırlar? Türkiye’ye büyük sempati duymayan Kıbrıs Rum Yönetimi, Ermenistan ve onlarla birlikte davranma eğilimi güçlü diğer bazı üyelerin Türkiye’nin girişimini önlemeye güçleri yeter mi?Öte yandan Avrupa Konseyi’nin Türkiye’nin sağlamayı önerdiği ek bütçe katkısına ihtiyacı var. Bir yandan da sorumlulukları yükselecek Türkiye’nin Avrupa Konseyi normlarına bağlılığı güçlenecek.
En önemlisi, ekonomik açıdan ciddi yük oluşturmayacak ek bütçe katkısı karşılığında, Türkiye’nin Avrupa’da demokratik güvenlik sağlanması sürecinde yönlendirici etkinliği ve görünürlüğünün artacak olması.
Avrupa Konseyi ile yakınlaşma döneminin önemli bir kazanımı gerçekleşti. Türkiye’nin 2015’te başlattığı girişim, bazı engelleme girişimlerine karşın, hızlandırılmış müzakereler sonucunda başarıya ulaştı. Türkiye 2016’dan itibaren Avrupa Konseyi’nin büyük üyesi oldu. Altı büyüklerin Konsey’e bütçe katkıları eşit düzeydedir.
Bölgesel düzeyde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesi (P5) benzeri bir statüdür bu. P5 gibi veto yetkisi olmasa da, Avrupa Konseyi gündeminin belirlenmesinde ve uygulamada yönlendirici etkinliğin güç kazanmasıdır.
O dönemde, altı büyük üyenin dördü - Birleşik Krallık, Fransa, Almanya ve İtalya - Avrupa Birliği üyeleriydi. Avrupa Konseyi bağlamında Rusya ile genelde yakın danışma içinde olan Türkiye, Avrupa Birliği grubunu bir ölçüde dengeleme imkanına sahipti. Brexit sonrası Birleşik Krallık da Avrupa Birliği üyesi olmayanlara katılacaktı.
Altı büyük üyeden biri olan Türkiye’nin Avrupa Konseyi’nde saygınlığı ve yönlendirici gücü görünür şekilde artmıştı. Altı büyük üye büyükelçileri her hafta bir araya gelerek gündeme ilişkin görüş alışverişinde bulunmakta, her Bakanlar Komitesi öncesinde Genel Sekreter altı büyükelçi ile danışma içinde gündemi belirlemekteydi.
Türkiye’nin Avrupa Konseyi sekreteryasında personel kotası üç misline çıkmıştı. Türkiye’nin mevcut kotası dolu olduğundan bu önemli bir fırsattı. Zaman içinde boşalacak pozisyonlara uygun niteliklere sahip aday gösterilmesi durumunda Türk adaylara öncelik verilecekti.
Avrupa Konseyi’nin iki resmi dili (official language) İngilizce ve Fransızca’dır. Almanca, İtalyanca ve Rusça çalışma dilleridir (working language). Türkçe de Avrupa Konseyi’nin dört çalışma dilinden biri olmuştu.
2016 ve 2017’de bu ayrıcalıklı konum devam etti. Sonra …
15 Temmuz 2016’da FETÖ darbe girişimi oldu. Çok yazık, devlete bu kadar geniş bir sızma, güç kazanma ve sonra kanlı bir darbe girişimi. Siyasi tarihte bu boyutta benzer bir örnek yok.
Avrupa Konseyi en başından itibaren darbe girişimine karşı Türkiye’nin yanında yer aldı.
15 Temmuz gecesi, Türkiye Büyükelçisi, yıllık izin için ülkesi Norveç’te bulunan Genel Sekreter ile temas kurarak bilgi verdi. Destek talebinde bulundu. Genel Sekreter’in Dışişleri Bakanı ile teması sağlandı. Genel Sekreter desteğini göstermek için hemen Ankara’ya gitme talebinde bulundu. Kısa sürede koşulların bu ziyarete imkan verdiği ilk fırsatta Türkiye’ye gelen ilk uluslararası kuruluş yöneticisi Avrupa Konseyi Genel Sekreteri’dir. Türkiye’nin demokrasi kulvarında kalmasını sağlamaya yönelik tüm imkanları harekete geçirdi. Türkiye ile Avrupa Konseyi arasında oluşturulan çalışma grubu düzenli toplandı ve darbe girişimi sonrası için Türk tarafına önemli tavsiyelerde bulundu.
Dışişleri Bakanı iki kez Strazburg’a giderek Eylül’de Bakanlar Komitesi’ne, Ekim’de AKPM’ye katılarak bilgi verdi, soruları cevapladı, Avrupa Konseyi yükümlülüklerine bağlılığı vurguladı.
Avrupa Konseyi’nin bu dönemde Türkiye’ye sağladığı destek akılda tutulmalıdır.
15 Temmuz darbe girişiminin etkileri küçümsenemez. OHAL ilan edilmesi üzerine, Avrupa Konseyi’ne Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 15. maddesi uyarınca derogasyon (bazı insan hakları yükümlülüklerinin tam olarak yerine getirilememesi) bildiriminde bulunuldu. Aynı şekilde, Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi uyarınca da derogasyon bildirimi yapıldı. Bu bildirimler 2018’de OHAL’in sona ermesi üzerine geri çekildi.
Yine de, uluslararası hukuk uyarınca, hiç bir koşulda askıya alınamayacak yaşam hakkı ve işkence yasağı gibi konuları kapsamayan derogasyon uygulamalarının, durumun gerektirdiği ölçüde geçici ve orantılı olması gerekir. Avrupa Konseyi ile oluşturulan çalışma grubunun tavsiyeleri bu açıdan yol göstericiydi.
Bir yandan, Türkiye’deki uygulamaların süre, kapsam ve orantılılık bakımından tartışılabilir nitelikleri; diğer yandan, Avrupa Konseyi’nin ulusal parlamento heyetlerinden oluşan bağımsız yasama kanadı AKPM’de sol radikal siyasi gruplar tarafından başlatılan, ama tüm siyasi gruplardan destek alan girişimler, Avrupa Konseyi ile Türkiye ilişkilerinde olumsuz yansımalara yol açtı. Ocak 2017’de Türkiye’nin yeniden denetime alınması girişimi, diplomasimizin de katkısıyla siyasi düzeydeki girişimler sonucunda engellenebildi. Nisan 2017’de AKPM’de siyasi grupların yeterli çoğunluğu sağlamaları sonucunda, Türkiye’nin 2004’te çıktığı AKPM denetimine yeniden alınması kararı kabul edildi.
Bu Türkiye’nin Avrupa Konseyi ile iş birliğinin bütününe zarar veren bir gelişme oldu. Denetimden çıkan devletin yeniden denetime alınması, Avrupa Konseyi tarihindeki ilk ve tek örnek.
Vaclav Havel insan hakları ödülü bir Çek Cumhuriyeti düzenlemesidir. Bazı Çek sivil toplum kuruluşları her yıl Prag’da toplanıp Avrupa Konseyi coğrafyasında genelde yönetim muhalifi bazı kişilere bu ödülü vermeyi kararlaştırırlar. Çek hükümeti de bu girişimi desteklediğini saklamıyor. İlginç olan, Prag’da kararlaştırılan ödül Strazburg’da AKPM sonbahar oturumu sırasında verilir. Yıllar önce Çek sivil toplum kuruluşları ile AKPM arasında yapılmış olan bir anlaşmanın uygulanmasıdır.
Çek tarafı 2017 Vaclav Havel ödülünü, Türkiye’de FETÖ bağlantılı olarak yargılanan birine vermeyi kararlaştırır. Adını şimdi bile hatırlamadığım ve insan hakları alanında herhangi bir katkısı olmayan bu kişiye insan hakları ödülü verilmesinin tek izahı olabilir; FETÖ bağlantılı kişi ve kuruluşların Çek STK’larını etkilemiş olmaları.
Önceden alınan bilgi doğrultusunda ilgili muhataplar nezdinde siyasi ve diplomatik düzeyde yapılan girişimler de sonuç vermez. Sonuçta, yönetiminde Kıbrıslı Rum temsilcinin de bulunduğu belirlenen Çek STK’sının düzenlemesi ile 2017 Vaclav Havel ödülü Türkiye’de tutuklu bulunan ve FETÖ darbe girişimi ile bağlantılı olarak yargılanan kişiye verilir.Buna Türkiye’nin tepkisi, Avrupa Konseyi büyük üye statüsünden çekilmek oldu.
Bu tepki gösterilmesi gereken bir durum mu? Kesinlikle evet.
Tepki için Avrupa Konseyi’ndeki çok önemli kazanımın kaybedilmesi gerekli miydi? Hayır.
Tersine, büyük üye olarak gösterilecek tepki daha da etkili olabilirdi.
Türkiye’nin Avrupa Konseyi’nde büyük üye olmasını hazmedemeyenler memnun oldular.
Türkiye’nin kurucu üyesi olduğu Avrupa Konseyi’nde yönlendirici etkisi daraldı. Personel kotası zaten dolu olan eski düzeye indi. Sekreteryada Türk personel istihdamı zorlaştı.
2017 yılı, Türkiye’nin Avrupa Konseyi köprüsünün de hasara uğradığı ve daraldığı zor bir yıl oldu. AKPM denetimi yeniden başladı, 2004 öncesine dönüldü. Türkiye’nin önemli ayrıcalığı büyük üye statüsü, kimsenin talebi olmadan, Türkiye’nin seçimi ile sona erdi.
Keşke siyaset diplomasiye kulak verebilseydi ... Diplomasimiz her durumda stratejik düşünme yeteneğine sahiptir, geliştirdiği tavsiyeleri siyasi düzeyin değerlendirmesine sunar. Karar yetkisi siyasetin. Kararın uygulanması yükümlülüğü diplomasinin.
Büyük üye Rusya, özellikle 2014’ten bu yana AKPM’de karşılaştığı güçlükler nedeniyle, bu statüden çekilmeyi düşünmedi. AKPM, Rusya heyetinin yetki belgelerini onaylamayarak oy kullanma haklarını iptal etmişti. Rusya büyük üye kalarak mücadelesini sürdürdü. Parlamenter heyeti AKPM’ye döndü. Bugün de Avrupa Konseyi büyük üyesi.
Günümüzde Avrupa Konseyi büyük üyesi Türkiye’nin Avrupa’da eli daha güçlü olurdu.
Türkiye yeniden büyük üye olmaya dönebilir mi? Özellikle bu konumdan çekilirken Avrupa Konseyi Statüsü ve Mali Tüzük hükümlerine uygun davranmadığı da dikkate alınırsa, en azından yakın gelecekte bu yönde bir girişimden sonuç alınması olası görünmüyor.
Avrupa Konseyi dizimiz bitmedi. İzleyen bölümde sonuçlandıracağız.
TIKLAYIN | Avrupa Konseyi dizisi (1): Ortak değerler ve hukukTIKLAYIN | Avrupa Konseyi dizisi (2): Kurucu üye TürkiyeTIKLAYIN | Avrupa Konseyi dizisi (3): Yakınlaşma dönemi ve kazanımlar |