İnsan toplumu yüzyıllardır temel hak ve özgürlüklerine sahip çıkma ve adalet arayışı içinde. Umut verici bir sistemin kurulabilmesi ve anlamlı ilerlemenin sağlanabilmesi için İkinci Dünya Savaşı sonrasını beklemek gerekmiş. Türkiye’nin de dahil olduğu devletlerin uzlaşısı ile yürürlüğe konan sistemin ilk 45 yılını kapsayan Soğuk Savaş döneminde sınırlı ilerleme sağlanabilmiş. Ama unutmayalım, insan haklarına saygı ve demokratik güvenlik özlemi, Soğuk Savaş dönemi bölünmüşlüğünün sona ermesinde de başat rol oynamış. 1990’lardan sonra insan haklarını koruma sistemi yaygınlaşmış, derinleşmiş ve uygulamada görünür etkinlik kazanmış.
Sorunlar tümüyle çözüldü mü? Hayır.
Halen eskiden kalan sorunların çözümü için mücadeleye devam gerekiyor; modern köleliğin tasfiyesi gibi ...
Geliştirilen standartların uygulamaya yansıtılması gerekiyor; yaşam hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı, özgürlük ve güvenlik hakkı, adil yargılanma hakkı, ifade özgürlüğü, gösteri özgürlüğü, ayrımcılık yasağı gibi ...
Ayrıca, karşılaşılan yeni sınamaların demokratik güvenliği aşındıramaması için yeni önlemler geliştirilmesine ve bunların etkin uygulanmasına yönelik siyasi iradenin korunabilmesine ihtiyaç var.
Özellikle son on yılda demokratik güvenliğin gerileme eğiliminin güçlendiğini, çoğu Avrupa Birliği ülkesinin ve Türkiye’nin de bu eğilimin dışında kalamadığını kaygı ile izliyoruz. Çok taraflılık yerini kutuplaşmaya bırakıyor. Uzlaşı kültürünün temeli diyalogdan diğerlerini ötekileştirici, aşağılayıcı ve tehdit edici dile dönülüyor. Yumuşak güç kullanımından sert güce başvurmaya doğru hızlanan eğilim geleceğe yönelik güven duygularını sarsıyor. Umut yerini karamsarlığa bırakıyor.
Bunlara bir de Covid-19 küresel salgınının yol açtığı sosyal, ekonomik ve psikolojik etkileri ekleyin ...
Belki de en önemli boyutlardan biri, değerler ve çıkarlar arasında kurulmaya çalışılan anlamlı dengenin bozulması. Gerçekte hayatımızın her boyutunda farklı unsurlar arasında kurulan dengeler üzerinde yaşamıyor muyuz?
Siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel anlamda dar ve bencil hedeflerin toplumun tümünü ilgilendiren ortak çıkarların önüne geçmesi, demokrasinin temel hedefi olan farklılıkların barış içinde birlikte yaşamasına zarar vermiyor mu? Kısa dönemde bir kesim için kazanç gibi görünebilecek bu bencil yaklaşımın uzun dönemde hepimize zarar vermesi olası değil mi?
Değerler ve çıkarlar denkleminde ibrenin, birlikte geliştirilen ortak değerlerden uzaklaşarak çıkarlar yönünde hızla ilerlemesi, demokrasinin geleceği için büyük tehlike oluşturuyor.
Küresel düzeyde Birleşmiş Milletler’de ve bizim de bulunduğumuz siyasi coğrafyada Avrupa Konseyi’nde üye devletlerin ortak çabaları ile geliştirilen normlar, kalıcı demokrasinin ilke ve standartlarını oluşturuyor. Türkiye’nin her iki kuruluşun da kurucu üyeleri arasında yer aldığını hatırlayalım.
Avrupa Konseyi demokratik güvenliğin beş ana unsurunu şöyle tanımlıyor; bağımsız yargı, ifade özgürlüğü, gösteri özgürlüğü, demokratik kurumlar ve katılımcı demokrasi.
Avrupa Birliği’nin siyasi kriterleri de, gerçekte, Avrupa Konseyi tarafından geliştirilen demokratik güvenlik standartları ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının toplamıdır.
Demokrasi yanlısı hangi kişi ya da siyasi parti, demokratik güvenlik unsurlarından hangisine karşı çıkabilir? Ya da karşı çıkıyorsa demokrasi yanlısı olarak tanımlanabilir mi?
Önce özgür ve demokratik toplumun temel taşı niteliği taşıyan düşünce ve ifade özgürlüğü ile başlayalım. İfade özgürlüğü, insan hakları ve demokrasinin geliştirilmesi için başlıca koşuldur. Düşüncenin evriminin güvencesidir.
Toplanma ve gösteri özgürlüğü, düşüncelerin toplu olarak ifade edilmesinin, dolayısıyla karar sürecine katılımın aracıdır. Bireysel özgürlüğün toplu kullanımı olarak tanımlanabilir. Katılımcı demokrasi ve çoğulculuğun temel unsurları arasındadır.
Siyasi istikrar ve sosyal huzur için demokrasiye güveniyorsak, ifade ve gösteri özgürlüğüne de saygı duymalıyız.
Bu zaten insan onuruna, insan haklarına ve demokratik katılıma saygının gereğidir. Ayrıca, bir hukuk yükümlülüğüdür.
Devletin toplanma ve gösteri özgürlüğünü koruma yükümlülüğünün normatif temelini yeniden ayrıntılı olarak izah etmeye gerek yok. Özellikle son dönemde, T24 dahil, medya kuruluşlarında çok sayıda değerli yazarımız tarafından kamuoyuna geniş bilgi sağlandı. Bazı önemli belgeleri başlıklar olarak hatırlayalım: İnsan Hakları Evrensel Bildirisi (madde 20); Medeni ve Siyasi Hakları İlişkin Uluslararası Sözleşme (madde 21); Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (madde 11); Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları; Anayasamız (madde 34); Anayasa Mahkemesi kararları ... Bu listeyi uzatmak mümkün.
Türkiye bu konuya ilişkin tüm uluslararası belgelerin yazımına katkıda bulunmuş ve bu belgelere taraf olmuştur. Anayasamız ve yasalarımız uluslararası belgelerde yer alan normlar ile büyük ölçüde örtüşen hükümler içerir. Zaten Anayasa’da 2004’te yapılan değişiklikle, taraf olunan uluslararası belgeler “kanun hükmündedir” ve farklılık olursa uluslararası belge hükmü esas alınır ilkesi benimsenmiştir.
Gösteri özgürlüğünün sınırı yok mu? Diğer özgürlük alanlarında olduğu gibi var. Temel ölçü şiddet. Sınırlama unsurları uluslararası belgelerde ve Anayasa’da kayıtlı. Uluslararası ve ulusal yargı kararlarında gerekçeli olarak izah edilmiş.
Şiddet amaçlı ya da şiddet içeren gösteriye izin verilemez. Devletin bu yöndeki girişimleri engelleme yükümlülüğü ve görevi var.
Öte yandan, devletin toplanma ve gösteri özgürlüğünü koruma, araya karışan şiddet eğilimi taşıyan ya da şiddete başvuran kişi ya da grupları ayıklayarak gösterinin güvenlik içinde gerçekleşmesini sağlama yükümlülüğü ve görevi de var.
Sonuç olarak, bu konuda iç yasalarımızdaki bazı çelişkileri gidermeye yönelik yasal reform ihtiyacı olmakla birlikte, “kanun hükmünde” olan uluslararası hukuk ve Anayasamız ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi kararları, çağdaş demokrasi anlayışına uygun uygulama için yeterli normatif temeli sağlıyor.
Boğaziçi Üniversitesi’nde öğrencilerin ve akademisyenlerin neden gösteri yaptıklarını ve ne istediklerini biliyoruz. Aynı şekilde, Boğaziçi’ne destek olan diğer üniversitelerin ve sosyal kesimlerin de isteklerini biliyoruz.
Bu gösterilerde şiddete başvuru var mı? Belki bazı marjinal provokatif kesimlerin bu yönde eğilimleri olabilir. Ama bunları ayıklamak ve gösterilerin güvenliğini sağlamak devletin görevi. Bunun dışında gösterilerin demokrasi standartlarına uygun gerçekleştiği görülüyor.
Şu fotoğrafa bakalım. Boğaziçi akademisyenlerinin düşünce ve beklentilerini ifade ettikleri bu gösteride şiddet unsuru var mı?
Demokratik gösterinin engellenmesi, insan onuruna saygının, hukukun ve demokratik güvenliğin ihlalidir.
Şu fotoğrafa da bakalım. Bu manzara olağan ve orantılı müdahale olarak algılanabilir mi? Bu günümüzde ve gelecekte ülkemizde demokrasi algısına zarar verebilecek bir manzara. Bunlara izin verilmemesini diliyoruz.
Demokratik gösteriye orantısız ve aşırı güç kullanılarak müdahale de, ayrıca uluslararası ve ulusal hukukumuzda yerleşik işkence ve kötü muamele yasağının ihlalidir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin gösteri özgürlüğüne ilişkin 11. maddesi ile işkence ve kötü muamele yasağına ilişki 3. maddesi kapsamında yapılan başvurulara ilişkin çok sayıda kararı var. Anayasa Mahkemesi’nin de bu konuda kararları var. İlgi duyulursa, gösteriye müdahaleyi ayrıntılı olarak değerlendiren son örneklerden biri olan 15.12 2020 tarihli kararının incelenmesi yararlı olabilir.
Üniversitelerimiz, Boğaziçi Üniversitesi, öğrencilerimiz, akademisyenlerimiz ... Bizim çok değerli varlıklarımız, geleceğimizin ve ve küresel düzlemde insanlığın geleceğinin güvenceleri. Onları dinleyelim, onları koruyalım ...
İnsan hakları, hukuk ve demokrasi, kısaca demokratik güvenlik, siyasi istikrarımızın, sosyal huzurumuzun, ekonomik refahımızın ve uluslararası saygın konumumuzun güvenceleri. Onları koruyalım, geliştirelim ...