Covid-19 virüsü beklenmeyen bir zamanda ortaya çıktı ve öngörülemeyen bir hızla yayılarak küresel salgına, pandemiye dönüştü. Dünyada pandeminin etki alanı dışında kalabilen ülke yok. Ama zamanında, doğru ve etkin önlemler alarak pandeminin etkilerini sınırlayabilen, böylece pandeminin yoğun etki alanı dışında kalabilen ülkeler var. Ülkeler içinde bölgeler arasında da farklı etkilenme düzeyleri gözlenebiliyor.
Pandemi küresel bir sınama, bununla mücadelenin ancak uluslararası işbirliği ve dayanışma ile başarılı olabileceğini anlamak için uzman olmaya gerek yok. Pandeminin küresel olarak yok edilememesi durumunda hiç kimsenin, hiç bir bölgenin ya da ülkenin güvende olamayacağını anlamak için de özel bir eğitim gerekli değil.
Sorun nedir? Ne yazık ki her alanda hızla yaygınlaşmakta olduğunu gördüğümüz dar ve kısır siyasi hesaplar için genel ve uzun erimli ortak çıkarların göz ardı edilmesi, eşitsizlik, kapsayıcılık yerine dışlayıcı yaklaşımlar; özetle, ağırlıklı olarak çok taraflı ve kurallara dayalı sistemde yer almaya karşı popülizm...
Oysa elde değerli bir araç var: Birleşmiş Milletler. Doğallıkla günümüzde evrim geçiren uluslararası koşullara uyarlanmaya yönelik reform ihtiyacı olmakla birlikte, halen etkili ve tek küresel forum.Uluslararası toplumun öngördüğü hedeflere ulaşılamaması durumunda sorumluluğun Birleşmiş Milletler’e yüklenmesi, yaygın olarak kolay ve kurtarıcı bir seçenek olarak görülüyor. Ama, haklı değil. Birleşmiş Milletler’in üye devletlerden oluştuğu, Birleşmiş Milletler yapısının üye devletlerin aldığı kararları, üye devletlerin sağladığı imkanlar ölçüsünde uygulayabildiği unutuluyor.
Birleşmiş Milletler’in, 1945’ten bu yana 75 yıldır, kamuoyunda daha görünür olan uluslararası barış ve güvenlik konularının yanı sıra; insan hakları, insani konular, sosyo-ekonomik projeler, sürdürülebilir kalkınma, göçmenler ve mültecilerin durumuna ilişkin düzenlemeler yoluyla uluslararası barış, güvenlik ve istikrarın korunmasına katkıları dikkate alınmıyor.
Birleşmiş Milletler sistemi, çatışma yerine diyalog yoluyla uzlaşı önerir; çok taraflı müzakere yoluyla barış, güvenlik ve istikrarın sağlanmasını öngörür; böylece sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşılmasını amaçlar. En önemlisi, insan haklarına saygı ve sosyal adaleti barış ve güvenliğin temeli olarak tanımlar.
Sahip çıkılmaz, korunmaz, desteklenmezse, 1945’e dönüp Birleşmiş Milletler’i yeniden kurmak gerekir, sil baştan ... Kurulabilir mi? Kim öncülük edecek, yoksa 1945 öncesine dönülmesi riski mi olur?
Sağlık hakkı, insan hakları arasındadır. Başta İnsan Hakları Evrensel Bildirisi (madde 25) olmak üzere, uluslararası insan hakları hukukunu oluşturan belgelerde, temel sözleşmelerde yer alır.Sağlık hakkı, yaşam hakkı ile bağlantılı olarak siyasi haklar; ayrıca, sosyal ve ekonomik haklar arasında yer alır.
İnsan hakları kapsamında şimdiye kadar ağırlıklı olarak fiziki sağlık bakımından ele alınmış. Doğru, ama yeterli değil. Özellikle son dönemde Covid-19’un özellikle psikolojik boyutta ruh ve akıl sağlığı üzerinde yarattığı olağanüstü etkiye karşı önlem alınmasının fiziki sağlık önlemleri kadar önemli olduğu anlaşılmış. Birleşmiş Milletler’in eşgüdümünde uluslararası toplumda bu yönde ivme kazanan bir hareketlenme var.
Birleşmiş Milletler insan hakları sistemi bu konuyu öncelikleri arasına aldı. Daha etkili önlemler geliştirilmesi ve devletlere bu yönde tavsiyelerde bulunularak destek sağlanması yönünde uzman kuruluşlar arasında yoğun işbirliği yapılıyor. İnsan hakları sözleşmeleri denetim mekanizmaları uzmanların da katılımıyla bölgesel çalıştaylar düzenleyerek ilgili bölgelere özgü sorunları belirlemeye çalışıyor.
Benim de üyesi olduğum Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Komite de pandeminin etkileri ile mücadele konusunu gündemine aldı. Sözleşmeye taraf devletler ile iletişimlerde bu konu da sürekli gündemde olacak. Sistemin geliştirdiği yönlendirici tavsiyeler devletlerin dikkatine getiriliyor.
En başta insanlığın algılamakta ve kabul etmekte zorlandığı çok hızlı bulaşma hızı. Bunun sonucunda on milyonlarca hasta ve feci koşullarda milyonlarca ölüm. İnsanın ruh ve akıl sağlığını emsali görülmemiş boyutlarda dehşete düşürüyor.
Virüsle mücadele konusunda yönetimlerin güvenilir ve tutarlı bilgi sağlayamamaları, ruh ve akıl sağlığı üzerinde büyüyen etkiye yol açıyor.
Sosyal mesafe, izolasyon ve kapanma uygulamalarının uzamasının yarattığı duygusal çöküntü ruh ve akıl sağlığını olumsuz etkileyen unsurlar arasında.
Derinleşen ekonomik güçlükler ve yönetimlerin güvenilir destek sağlayamamalarının yol açtığı geleceğe yönelik güvensizlik duygusu.
Bu listeyi daha da uzatabiliriz...
Pandeminin ruh ve akıl sağlığına etkileri, uluslararası alanda bölgeler ve ülkeler arasında, ulusal düzeyde de yine bölgeler ve farklı sosyal ve ekonomik kesimler arasında eşitsiz bir durum yaratıyor.Az gelişmiş ya da gelişme yolundaki ülkeler daha çok etkileniyor.
Toplumların duyarlı kesimleri; yoksullar, yaşlılar (özellikle bakım merkezlerinde bulunanlar), engelliler, kadınlar, çocuklar, evsizler, azınlıklar, göçmen ve mülteciler... Hem daha hızlı ve çok etkileniyorlar, hem de destek önlemlerinden daha sınırlı yararlanabiliyorlar. Sonuçta, görünen ya da görünmeyen şekilde ruh ve akıl sağlıklarında kalıcı hasar oluşabiliyor.
Ayrımcılık, eşitsizlik, dışlanma, şiddete maruz kalma... Bunlar da ruh ve akıl sağlığının olumsuz etkilenmesine ivme kazandırıyor.
Bu konuda son dönemde ciddi araştırmalar yapıldı. Son bir yılda ruh ve akıl sağlığı bakımından durumun hızla kötüye gittiği belirlendi. 30 ülkeyi kapsayan araştırma, ruh ve akıl sağlığı bakımından durumun kötüye gittiğini düşünenlerin oranının ortalama yüzde 45 olduğunu gösteriyor. Türkiye’de bu oran yüzde 61, yani ortalamanın üstünde. Bu araştırmada ilk sırada yer alan ülkemizde de bu konuya öncelikler arasında yer verilmesi kaçınılmaz görünüyor.
Virüsle mücadelenin fiziki parametreleri belli; en başta güçlendirilmiş sağlık hizmeti altyapısı, yeterli tedavi imkanı sağlanması; bununla birlikte sosyal mesafe, izolasyon, kapanma... Sağlık sistemine güven duyulması, ruh ve akıl sağlığının da güvencesi.
Topluma güvenilir ve tutarlı bilgi sağlanaması, geleceğin olabildiğince öngörülebilir kılınması ... Ruh ve akıl sağılığı bakımından öncelik taşıyan unsurlar arasında.
Dengeli ekonomi yönetimi, kaynakların doğru önceliklendirilmesi, zorunlu olmayan yatırım ya da harcamaların bu aşamada ertelenerek pandemi ile mücadele için anlamlı düzeyde kaynak yaratılması, izolasyon ve kapanma sonucunda ekonomik faaliyetlerini durduran kesimleri rahatlatıcı destek sağlanması... İnsanların geleceğe yönelik güvensizlik duymalarının da ruh ve akıl sağlığını olumsuz etkileyen önemli bir neden olduğu biliniyor.
Hem sınırlayıcı önlemlerde, hem de destekleyici adımlarda; ayrımcılık yapılmaması, duyarlı kesimlerin ihtiyaçlarının dikkate alınması, dışlayıcı yaklaşımlardan kaçınılması, kadınlara ve azınlıklara karşı şiddet eğiliminin önlenmesi... Ruh ve akıl sağlığının istikrarlı korunmasının temel taşları.
Bunlar yapılmıyor mu? Bir ölçüde evet, ama daha iyi yapılması gerektiği kuşkusuz.
Pandemi ile mücadele öncelikle bir fiziki sağlık konusu. Ama aynı derecede önemli olan, temel bir insan hakkı olan bireylerin ve dolayısıyla toplumun ruh ve akıl sağlığının istikrarlı geleceğini güvence altına almak. Bunun için de, her alanda olduğu gibi bu alanda da insan haklarını temel alan bir yaklaşımın benimsenerek ayrımsız ve etkin uygulanması, pandemi sonrası için de güvence olacaktır.İnsan hakları kavramının temel unsurları arasında yer alan sağlık hakkı kapsamında ruh ve akıl sağlığının bozulma potansiyelinin yüksek ve yaygın olduğu biliniyor. Bozulan ruh ve akıl sağlığının onarılmasının kolay olmadığı da bir gerçek.
Dolayısıyla, pandemi ile mücadelede psiko-sosyal destek sürecin ayrılmaz bir unsuru olarak görülmelidir.
Son söz; bu konuda Birleşmiş Milletler zemininde işbirliğinin güçlendirilmesi ve Birleşmiş Milletler sisteminin geliştirdiği tavsiyelere uyum da, ulusal düzeyde mücadelenin etkin kılınmasına katkıda bulunacaktır.