Afganistan’daki durum herkesin, belki Taliban’ın bile, şaşırmasına yol açacak hızla gelişti. Böylece, konuyu yakından izleyenlerin bir ölçüde bildiği gerçekler, herkes için bilinir oldu. Afganistan’da ABD ağırlıklı müttefiklerin yirmi yıllık varlığı sırasında kalıcı bir hukuk sistemi ve kamu düzeni sağlanamadığı, yolsuzlukların, bırakın önlenmesini, derinleştiği ve sistemi tutsak aldığı, “kağıttan kaplan” bir ordu yaratıldığı ortaya çıktı.
Bu tablo da ne yazık ki öteden beri savunduğumuz ve anlatmaya çalıştığımız bir yaklaşımı doğruladı. Bir ülke ya da toplumun iç dinamiklerini dikkate almayan dış dinamiklerin tek başına bir ülkeyi ya da toplumu dönüştürerek istikrarlı bir sisteme kavuşturması imkansız değilse bile çok güç. Doğrusu; dış dinamiğin iç dinamiği yönlendirerek ve onun unsurlarına destek olarak toplumun kendi kurumları ile evrensel değerlere yaklaşma iradesine sahip bir yapıya kavuşması. Kısaca, “yerel sahiplenme” olmadan sonuç alınması güç.
Bir başka boyut, değerler ve çıkarlar arasında kurulmaya çalışılan anlamlı dengenin bozulması. Ulusal çıkarların yanı sıra son 75 yılda geliştirilen evrensel değerlerin korunması arasındaki denge, uluslararası barış, güvenlik ve istikrarın önemli güvencelerinden biri. Bencil ulusal çıkarlar uğruna evrensel değerlere ihanet, sonunda ihanet edenler de dahil sistemin tümüne zarar verecektir.
Afganistan’daki son gelişmeler ve gelinen durum hakkında yazılı ve görsel medyada kapsamlı bilgi ve değerlendirmeler var. Bunları tekrar etmeyeceğiz. Konunun “Taliban’ın mesajları” ile ilgili bölümüne odaklanacağız.
Taliban orta çağda kalmış olması gereken bir anlayışı günümüze taşıyan, insanların görmeye değil duymaya ya da öğrenmeye tahammül etmesi güç derecede vahşi şiddet uygulamaktan kaçınmayan bir terör örgütü. Katı bir şeriat sistemi uygulamayı hedefliyor. Bunu da herkesin anlayacağı bir dille ifade ediyor.
Taliban uluslararası sistemde jeostratejik önemde bir ülkenin yönetimine geçiyor. Birleşmiş Milletler’de bir üye devleti temsil eden yönetim olacak. Tanınmaya, ekonomik işbirliğine ihtiyacı var. Mesajlarını geçiş dönemi koşullarına göre ayarlaması beklenmelidir. Ama bu Taliban’ın Taliban olma niteliğini yok etmez.
Taliban’ın bu dönemde vereceği mesajlar en üst düzeyde temkinle karşılanmalıdır. Taliban’a şimdiden gereksiz kredi açılmamalıdır.
Tersine, uluslararası toplumun geniş kesimi dayanışma içinde, uygulamanın bekleneceğini, gözlenecek yönetim anlayışına göre temasların yönünün ve işbirliğinin düzeyinin belirleneceğini vurgulamalıdır.
Uluslararası toplum, önceden kredi verme yanlışlığına düşüp sonradan pişman olmak yerine, beklentilerini kararlı biçimde dile getirerek Taliban’a güçlü mesajlarını açıklıkla iletmelidir. Söylemin ötesinde uygulamadaki gelişmeler izlenerek tutum belirlenmelidir.
Zaten Taliban’ın mesajlarından hangisinin “olumlu” karşılandığını da merak ediyoruz. Geçiş döneminde olması gerekenleri dile getirme taktik yaklaşımını sergiliyorlar. Tersinin daha başlangıçta yanlış adım olacağını ve büyük tepkiye yol açacağını biliyorlar. Tanınmaya, işbirliğine ve desteğe yönelik yatırım yapıyorlar. Ama her “olumlu” görünen mesajın içinde ya da satır arasında katı Taliban anlayışı ve uygulama işareti var zaten. Yanılmayalım...
Ne diyorlar: “İslam hukuku uygulanacak.” Taliban’ın İslam hukuku anlayışı nedir? “Hırsızın eli kesilir.” Biz söylemiyoruz, Taliban sözcüsünün ifadesi.
Ne diyorlar: “Kadınlar yaşayabilir ve çalışabilir, ama İslam kurallarına uyma koşuluyla.” Ne demek bu: Kadının evinden çıkması koşullara bağlı, “burka” giyecek, belirlenen yerlere gidebilecek, belirlenen alanlarda belirli koşullarla çalışabilecek. İhlal olursa cezası kırbaçlanma ya da infaz. Yani kadın görünmez bir şekilde yaşamaya mahkum, ya da yaşamamaya... Bunu “olumlu” anlayış olarak kabul edebilir miyiz?
Şimdiden, Taliban’ın “olumlu” mesajlarına karşın, “burka” giymediği için infaz edilen kadının görüntüleri medyada. Gözden kaçırmayalım...
Taliban bir BM üyesi devletin yönetimine geçiyor. Taliban ile görüşülmesi olağandır. Buna itiraz edilemez.
Önemli olan, görüşmede nelerin nasıl konuşulduğu. Doğallıkla insani konular insani yardım sağlanması ele alınabilecektir. Taliban yönetime geliyor diye Afgan halkını aç bırakamazsınız.
Bunun dışında, Taliban’a, uluslararası alanda meşru bir yönetim olarak tanınabilmesinin ön koşulları ve kuralları kararlı bir dille iletilmelidir. Tanımanın, ayrıca, işbirliği ve destek konularının daha sonra ele alınabileceği açıklıkla belirtilmelidir.
Almanya Afganistan’a kalkınma yardımını askıya aldığını duyurdu. Dışişleri Bakanı “Taliban’ın durumunun eylemlerine göre değerlendirileceğini” belirtti.
Avrupa Birliği de “kalkınma yardımını durumun belirginlik kazanmasına kadar” askıya aldı.
Bunlar doğru kararlar. Bu kararların öngörülen koşullar gerçekleşmeden askıdan inmeyeceklerini umalım. Önceki bazı deneyimler bu soruyu sormamıza neden oluyor.
Taliban ile bu çerçevede görüşülebilir, görüşülmeli. Ama, Taliban meşruiyet kazanmadan tanınmamalı, ekonomik işbirliği ve destek sağlanmamalıdır.
Daha önce de belirttiğimiz gibi, Taliban ile görüşmelerde insani yardım konuları da ele alınmalıdır. Bu her koşulda, savaşta bile, karşıtlar arasında konuşulması gereken bir konudur. Afgan halkı insani yardımdan yoksun bırakılmamalıdır. Birleşmiş Milletler’in bu konuda öncü rol oynaması desteklenmelidir.
Taliban terör üretmeyeceği ve ihraç etmeyeceği, halkını terörize etmeyeceği konusunda güvence vermeli, insan hakları ve özellikle kadının statüsü konusunda bir program ve eylem planı ortaya koymalıdır. Afganistan’ın taraf olduğu Birleşmiş Milletler sözleşmelerine bağlılığını ve uygulama iradesini ortaya koymalıdır.
Tanıma, işbirliği ve destek bu koşulların uygulamada kalıcılığına bağlı olarak sürdürülmelidir.
Mümkün mü? Zor. Başka çare var mı? Bize göre yok. Tersi, geri dönülmesi çok güç bir felaket senaryosunun başlangıcı olabilir.
Son söz: Laiklik olmadan demokrasi olmaz; demokrasi olmadan siyasi istikrar, soyal huzur ve ekonomik refah olmaz; kısaca, herkesin inancına saygı gösteren ve eşit mesafede duran laiklik demokratik güvenliğin temel güvencelerinden biridir. Laikliğe sahip çıkmanın önemi her gün daha iyi anlaşılıyor.
Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Komite üyesi ve İstanbul Kültür Üniversitesi öğretim görevlisi Erdoğan İşcan, halen çeşitli düşünce kuruluşlarının çalışmalarına katkıda bulunuyor.
İşcan, Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde (ODTÜ) siyaset bilimi, uluslararası ilişkiler ve uluslararası hukuk öğrenimi yaptı. Ekim 1978’de Dışişleri Bakanlığı’na girdi. Diplomaside 40 yılı aşan hizmeti sonunda Nisan 2019’da emekli oldu. Ekim 2019’da Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Komite üyesi olarak seçildi.
Türkiye’yi 2005-2009 döneminde Ukrayna’da ve 2009-2011 döneminde Güney Kore’de (aynı zamanda Kuzey Kore’ye de akredite) Büyükelçi, son olarak 2014-2018 döneminde Strazburg’da Avrupa Konseyi Nezdinde Büyükelçi/Daimi Temsilci olarak temsil etti.
Önceki görev yerleri: Doha, Frankfurt, Bonn, Viyana (silahsızlanma müzakereleri), Londra, Cenevre (Birleşmiş Milletler Cenevre Ofisi Daimi Temsilci Yardımcısı).
Ankara’da son olarak Dışişleri Bakanlığı genel siyasi işlerden sorumlu Müsteşar Yardımcısı (2013-2014), daha önce çok taraflı siyasi işlerden sorumlu Genel Müdür (2011-2013), Avrupa Konseyi ve insan hakları Direktörü (2001-2005) olarak görev yaptı.
İşcan’ın diplomasi kariyeri boyunca bağımsız olarak sürdürdüğü uluslararası pozisyonlar şöyle:
- Kadına Yönelik Şiddet ve ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi (İstanbul Sözleşmesi) Taraf Devletler Komitesi Başkanı (2015-2018).
- Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi eğitim, kültür, spor, gençlik ve çevreden sorumlu Raportör Grup (GR-C) Başkanı (2017-2018).
- Oslo’da yerleşik demokrasi için eğitim ve insan haklarının geliştirilmesine yönelik çalışan “European Wergeland Centre” Yönetim Kurulu Üyesi (2017-2018).