Ülkemizde son yıllarda standart uygulamaya dönüşen matrah artırımı, gelir ve kurumlar vergisi matrahlarının belli oranlarda artırılmasını, vergi artırımı ise KDV ve stopaj tutarlarının belli oranlarda artırılmasını ifade ediyor.
Mükellefler bu uygulamayı "vergi sigortası" olarak adlandırıyorlar. Çünkü matrah ve vergi artırımı, yararlanılan dönem ve vergi türü bakımından vergi incelemesi ve vergi tarhiyatı yapılmasını önlüyor.
Ancak inceleme ve tarhiyat korumasının bazı istisnaları var.
Mükelleflere tavsiyem, bu önemli fırsattan maksimum seviyede yararlanmaları yönünde. Geçmişteki benzer düzenleme sonuçlarını değerlendirdiğimde, gelir ve kurumlar vergisinde matrah artırımına ilginin çok fazla olduğunu, KDV artırımından ise çok az mükellefin yararlandığını söyleyebilirim.
Bunun iki temel nedeni var: Birincisi KDV artırım kurgusunun hatalı tasarlanması. Yani artırıma "ödenecek KDV" yerine "hesaplanan KDV"nin esas alınması. Örneğin aynı miktarda satış yapan mükellefin birinde istisna nedeniyle hesaplanan KDV az çıktığı veya hiç çıkmadığı için çok düşük tutarlar üzerinden artırım yapılabiliyorken, vergiye tabi satış yapan diğer mükellef, satışları üzerinden hesapladığı KDV'yi esas almak zorunda olduğundan vergi incelemesi ve tarhiyat koruması kazanabilmek için çok yüksek vergi ödemek zorunda kalıyor. Çoğu örnekte de bu nedenle mükellefler KDV artırımı yapmıyorlar.
Gelir/Kurumlar vergisinde artırıma matrahın esas alınması doğru, indirimli kurumlar vergisi ve stopaja tabi bazı işler hariç, matrahı esas almak bu vergilerde anlamlı sonuçlar veriyor. Bunun alternatifi ödenecek gelir/kurumlar vergisini esas alıp, vergi artırımı yaptırmak olabilirdi.
Özetle gelir/kurumlar vergisi matrah artırımında tasarım sorunu olmadığını söyleyebiliriz. Çünkü artırıma "hasılat" değil "kazanç" esas alınıyor.
Buna karşılık KDV'de artırıma kazanç değil hasılat üzerinden hesaplanan KDV dikkate alınıyor. KDV'nin en önemli özelliği olan indirim mekanizması ihmal ediliyor.
KDV'de İndirim mekanizması olduğu için, mükellefin yarattığı KATMA DEĞERİ "hesaplanan KDV "değil, indirim sonrası bulunan "ödenecek KDV" tutarı gösterir. Ödenecek KDV esas alınsaydı, bir anlamda gelir/kurumlar vergisi ile paralellik sağlanacaktı. Bu nedenle KDV artırımının kurgusunda bir hata olduğunu düşünüyorum.
Nitekim vergi incelemelerinde, hesaplanan KDV'de fark bulunsa bile, farkı karşılayacak miktarda indirim KDV potansiyeli varsa tarhiyat yapılmıyor. Bu durum da KDV'de artırım kurgusunun yanlışlığını gösterir.
İkinci neden ise KDV artırımı yapan mükelleflerin bazı durumlarda vergi incelemesine ve tarhiyata maruz kalabilmeleri.
İncelenmemek ve tarhiyata uğramamak için artırım yapan mükellefler, bu korumadan mahrum kalırsa artırım yaparlar mı?
Tabii ki yapmazlar, çünkü rasyonel bir mükellef karşılığını almadığı bir uygulama için neden maliyete katlansın ki…
Peki KDV artırımından yararlanan mükelleflerin hangi hallerde incelenme ve tarhiyat riski devam eder?
Bu soruyu mükellef yönünden sorduğum için "risk" ifadesini kullandım. Bu bilinçli bir tercihim, çünkü vergi incelemesi ve vergi tarhiyatı bence her mükellef için risktir.
Önceki düzenlemelerde olduğu gibi mevcut düzenlemede de, artırımda bulunulan yıl veya yılların kapsadığı dönemler itibarıyla KDV yönünden vergi incelemesi ve tarhiyat yapılmayacağı belirtildikten sonra, artırım yapılan dönemlerle ilgili olarak "sonraki dönemlere devreden KDV" ve iade hakkı doğuran işlemler ya da ihraç kaydıyla teslimlerden doğan iade ve terkin taleplerine ilişkin olarak vergi incelemesi ve tarhiyat yapılabileceği ifade ediliyor.
Yani KDV artırımı her durumda inceleme yapılmasına engel değil.
Bunu KDV artırımının değerini düşürmek, mükellefleri KDV artırımından soğutmak için söylemiyorum. Çoğu durumda KDV artırımı önemli bir koruma sağlıyor. Ancak bazı hallerde mükellefin artırımdan fayda sağlamayabileceğini bilmesi ve bu durumu göz önünde bulundurarak kararını vermesi lazım. Ben uyarı görevimi yapıyorum.
Örneğin 2020 yıl sonu itibariyle devreden KDV'si 5 milyon TL olan bir mükellefin 2018, 2019 ve 2020 yılları için 2021 yılı temmuz ayında KDV artırımında bulunduğunu, bu mükellefin 2018 yılı için ihracat istisnasından dolayı KDV iadesi aldığını, 2019 için ise talepte bulunduğunu, ancak henüz sürecin sonuçlanmadığını varsayalım.
Mükellefin bu üç yıl için KDV artırımı yapmış olmasına rağmen;
KDV artırımı yapmayı düşünen mükelleflere önerim öncelikle KDV pozisyonlarını kontrol etmeleridir. Eğer çok yüksek devreden KDV birikimleri varsa devreden KDV tutarı ile sınırlı bir tarhiyat riskinin sonraki dönemler için var olduğu bilmeleri lazım. Yani KDV artırımı fayda sağlamayabilir, iki hatta üç kere düşünün!
Devreden KDV tutarından bağımsız olarak geçmişte KDV iadesi alınmışsanız ve/veya henüz sonuçlanmamış iade talebiniz söz konusu ise bu iade talepleri nedeniyle incelemeye muhatap olabilirsiniz. Tahsil ettiğiniz KDV iadesinin haksız alındığı gerekçesiyse cezalı tarhiyata maruz kalabilirsiniz, henüz sonuçlanmamış iade talebiniz ise reddedilebilir.
Bu iki durumu değerlendirdikten sonra KDV artırımı hala avantajlı görünüyorsa artırım yapmayı düşünebilirsiniz.
Artırım sebebiyle ödenecek vergi tutarı çok düşükse de bu iki konuyu bir tarafa bırakıp artırım yapabilirsiniz.