Hem kendi ismiyle hem de sayısız yan projeleriyle adından söz ettiren İlhan Erşahin, bir taraftan birçok yeni projeye imza atıyor, bir taraftan da kurucusu olduğu ve müziğin çok değerli isimlerini ağırladığı New York’un “prima” caz kulübü Nublu’da sahne alıyor. Öte yandan da müzik piyasasına yeni isimler kazandırdığı plak şirketi ve stüdyosunda durmaksızın üretiyor.
Cazın çok yönlü ve yaratıcı isimlerinden biri olan İlhan Erşahin’le en son konuştuğumuzda yeni albümünü bitirme aşamasındaydı. Bu arada kaç kere Türkiye’ye gelip konser verdi bilmiyorum ama bahsettiği albümü, söylediği gibi, altı ay önce çıkardı. Peşinden de bir diğerini…
İlhan Erşahin’in “Istanbul Sessions” olarak çıkardığı dördüncü stüdyo albümü “Solar Plexus” geçmişe takılıp kalmamayı, gelecekle ilgili de karamsarlığa kapılmamayı teklif ediyor. “Şimdi”nin müziğiyle sinematik bir yolculuğa çıkaran, Jazzwise dergisinin, “Miles Davis’in Agartha grubuyla yaptığıyla Ortadoğu melodilerinin, kuvvetli dub elektronikle iç içe geçtiği yepyeni bir sound” olarak nitelendirdiği projenin bu yeni albümü, yaşadığımız hayatın tekinsizliğine ve kaosuna karşı dik durabilme arzumuzu kamçılıyor.
Projenin asli dörtlüsü İlhan Erşahin, Alp Ersönmez, İzzet Kızıl ve Turgut Alp Bekoğlu dışında, albüme değer katan diğer müzisyenlerin isimleri şöyle: Erik Truffaz, İbrahim Maalouf, Nicolas Jaar’ın yan projesi “Dark Side”ın diğer yarısı olan Dave Harrington, Arto Tunçboyacıyan, Nils Peter Molvaer, Kenny Wollesen, Mauro Refosco ve Brandon Lewis. Hepsi yaratıcılığın sınırlarını zorlamayı seven ve 21. yüzyılın müziğini bambaşka boyutlara taşımasını bilen kuvvetli isimler.
İlhan Ersahin’in efsanevi müzisyenleri yanına topladığı son projesi Silver, uzun ve zarif notaları ve yarattığı duyguyla diğer projelerinden oldukça farklı. Erşahin’in tenör saksafon ve Rhodes keyboards ile yer aldığı çalışmada, Herbie Hancock’un Mwandishi albümünde de bulunan ve 70’li yıllardan günümüze, dünyanın hemen tüm caz müzisyenleriyle birlikte çalan trompetin ikonik ismi Eddie Henderson, Shelly Manne’den Gary Bartz’a ve Sun Ra’ya kadar caz dünyasının devleriyle 60’lardan beri müzik yapan bas gurusu Juini Booth, davulda Erşahin’in “Love Trio” projesinden de bildiğimiz, John Zorn, Tom Waits, Bill Frisell, Norah Jones, Bebel Gilberto gibi müzisyenlerle de çalışan perküsyon büyücüsü Kenny Wollesen tüm ustalıklarını ortaya koymuşlar...
Yeni albümler eşliğinde yolculuğa çıkmadan önce, Erşahin’in kendi müzikal yolculuğuna da bakalım. Yani en başında nelerden etkilendi, kimleri dinledi, hangi müzikler onu bugüne hazırladı? Müzikteki sınır tanımazlığını besleyen ve hafızasında kalan ilk anılarına, çocukluğuna ve ilk gençliğine ait seslere gidelim.
Bu sesler ileriki hayatında müziğinde etkisini göstermiş olabilir ya da değil. Kulakta kalan bir melodi, bir şarkı, söz ya da bambaşka bir ses/bir tını da olabilir. Söz, İlhan Erşahin’in:
“Müzikal anılarım büyüdüğüm evde duyduğum, bana zevk veren müzikle başlıyor. Ne bileyim, küçükken bindiğim otobüslerde veya gittiğim kulüplerde ve müzik araştırmalarımda dinlediklerim. Araştırmayı hep sevdim, hep zihin açıcı buldum. Hiçbir zaman tek bir türde müzik dinlemedim. Sanırım bugün farklı projeler içinde müzik çalıp üretiyor olmam bu araştırmaların sonucu.
Bunu çok önemsiyorum, hayatın kendisi gibi ilerlemeyi seviyorum ama ‘recycle’ı değil. ‘Recycle’, yani geri dönüşüm gezegeni kurtarmak için müthiş tabii ama müzikte geçerli değil. Bugünlerde İstanbul’dan çıkan müzik bana çok öyle geliyor. Bence herkes gitsin, kendi sesini bulsun.”
“Miles Davis’i ilk dinlediğimde 14 yaşındaydım. O zamanlar grubunda Steve Grossman isimli bir saksofoncu vardı. Hemen sevdim. Çalışındaki yabaniliği hissettim; farklıydı. Bir plakçıya gidip onu sorduğumu hatırlıyorum. Dükkan sahibi adını bile duymamıştı ama bana ABD’den iki plağını sipariş etti. Hala çalarım o plakları. Birisi ‘Some Shapes To Come’, diğeri ise ‘Terra Firma’dır. New York’a taşındıktan sonra aynı plak şirketinden plak toplamaya devam ettim. PM Records’du plak şirketinin adı ve çok sıkı plaklar çıkartıyordu. Sonra 1979’da Ahmet Ertegün’un plak şirketi Atlantic Records’dan ‘Perspective’ çıktı.”
“Her yaz üç aylığına, Haziran/Temmuz/Ağustos aylarında İsveç’ten Türkiye’ye giderdik. O zamanlar otobüslere ve dolmuşlara binilirdi ve radyolarda Gencebaylar, Ajdalar, Zeki Mürenler filan duyulurdu. Halamların İzmir ve Çeşme’deki evlerinde, hanımlar konken oynarken arkada çalan müzik zamanın harika müzikleri olurdu. Ne tuhaf ki pek çok ülkede popüler müzik giderek kötüleşti.”
“14 yaşındayken İsveç’te Iggy Pop konserine gitmiştim. Konser dokuzda başlayacaktı ama adam gece yarısı çıktı sahneye ve ne şovdu! Eve sabahın dördünde döndüğümde annemin ödü kopmuştu.”
Eurovizyon ve ABBA
“ABBA ‘Waterloo’ ile Eurovision’de birinci geldiğinde hepimiz televizyonun önündeydik ve bayılmıştık parçaya.”
“Reggae ve Peter Tosh ve Bob Marley hayatımı değiştirdiler. Peter Tosh’u hep çok sevdim, hala öyle. O basit ve bir şekilde her şeyi anlatan sözleri müthiştir. Onu İsveç’te dört kere canlı ve en önden izledim ve Jamaica’ya gitme hayalleri kurdum.”
“Evde o zamanlar abimin plaklarından hem Led Zeppelin çalardı hem de Pink Floyd, Cat Stevens, Crosby, Stills, Nash & Young, Neil Young. Sonra bir yerlerde Peter Tosh’un ABD’de Rolling Stones’un turnesinin başında çalacağını okudum ve her şey başka bir anlam kazandı. İkisi de New York City grubuydu ve değillerdi aslında. 15 yaşımda New York City’e gitmeye karar verdim ve gittim de…”
“İki kız kardeşim her zaman Bowie, T-Rex, Gilberto, Stan Getz ve Jobim filan dinlerlerdi. Ya da başka glam-rock tarzında çalan müzisyenleri. Ben T-Rex ve Bowie’yi sevdim ve hala severim. Marc Bolan (T-Rex) tüm zamanların en iyilerindendir.”
“Her zaman plak aşığı oldum. Yıllardan beri topladığım için binlerce plağım var.
Barış Manço, Cem Karaca’dan tutun, Caetano Veloso’ya, Tim Maia’ya ve ender rastlanan Reggae plaklarına kadar… Bütün bunlar ergenlikte saf müzik aşkıyla ve müziğin sağladığı özgürlük duygusuyla başladı..."