Dün gündem hareketliydi. Gündemin içinde çok önemli birhaber olmamakla birlikte Edward Snowden bir tweet attı. NSA tarafından yürütülen küresel izleme aletlerinin işletme detaylarını basına sızdıran, Beş Göz ortaklarını ve birçok ticari ve uluslararası ortağı ortaya çıkaran istihbaratçı hacker, kabaca bakınca dedi ki:
“Hackerlar olmasaydı bu haberi okuyamazdınız.”
Kibarca ise, İngiliz gazetesi The Guardian’ın “Basına sızan polis dosyalarının mahiyeti disiplin kayıtlarının gizli tutulacağını garanti ediyor” başlıklı haberini paylaşarak şöyle söyledi:
“Polis, vatandaşların ‘polisin görevini kötüye kullandığı bildiren’ ifadeler içeren kayıtlarını gizlice imha etti ve bir hacker olmasaydı biz bunu asla bilemezdik.”
Guardian haberinde özetle, hackerlar tarafından açığa çıkarılan onlarca sözleşme üzerinde yaptığıkları analizler sonucu, bu sözleşmelerin üçte birinin, sivillerin kayıtlarının yok edilebileceğine izin veren, veya talep eden ibareler içerdiğini söylüyordu.
Snowden’ın tweetinden birkaç saat önce, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın mülteci krizi ile ilgili olarak AB yetkilileri Jean Claude Juncker ve Donald Tusk ile yaptığı görüşme tutanakları, Yunan gazetesi euro2day ve Rus gazetesi Sputnik üzerinden medyaya sızıyordu.
Snowden'ın tabiri caizse “polis disiplin kayıtlarının silindiği sızıntısını hackerlara borçlu olduğumuzu unutmayalım" diyerek Guardian'ın haberini tweetlediğini hatırlayalım.
'Hem özgür basına çalışıyoruz, hem polis dosyası siliyoruz' der gibi, değil mi?
Muhbir ve muhabir arasındaki farkın kapandığı dakikalardayız sanki. An meselesi. Güç veya insanlıktan yana bir seçim meselesi.
Snowden, “Anonymous olmasa devrim olmazdı” da diyebilirdi.
“Redhack olmadan Gezi olur mu?” da diyebilirdi. Sonuçta hackerlar veya istihbarat olmasa haberci ve haberdar olamayacağımız net gibi. Ama bunlar zaten sistemin organları.
Peki suç nerede? Bu denklemin küreselden ülkesel ve bireysel ölçeğe kadar, hepsinde basın var, ajan var, muhbir var, muhabir var, ajans var entel-ajans var, istihbarat var intelligence var, akıl var üst akıl var, polis var, direniş var, ülkeler var, hepsi var; çünkü insan var.
Belki de durum gerçekten ciddi, belki de sınav büyük.
Bu esnada savaşın ve devrimin kıyısındayız. Çöl ve denizin birleştiği yer gibi.
İnsanın köle bilindiği yer, ilk yurdu; Afrika ve Cennet Bahçesi
Mezopotamya’da.
Arap Baharı, 2010 sonunda Wikileaks belgelerinin sızması ve Tunus’ta bir adamın kendisini yakmasıyla baharda alevlenmiş, “Yasemin Devrimi’ olarak Tunus’ta başlamıştı: Arap Baharı I. Sezon (mevsim).
Altı yıldır bu döngü kendisini mevsimsel olarak tekrar ediyor.
Aynı gün, yani bugün, pek çok üzücü olaydan bir tanesi daha vuku buldu. Tunus'ta Yasemin Devrimini başlatan insan gibi,
Antalya'da bir başka insan aynı sebepten ötürü kendini yaktı; geçim sıkıntısı.
Antalya’da can veren insanın ismini yerel gazeteden biliyoruz.
Tunus’ta can vereninse Wikipedia tarihinde adı yok. O gün yalnızca bir Tunuslu idi. Bir insan yandı, sonra ülke yandı. Sonra Libya’ya, Mısır’a, Suriye’ye sıçradı ateş. Mısır ve Türkiye arada. Suriye belirsiz. Kurtulacaklar mı?Bugün Doğu’muza düştü ateş. Suriye gibi bizim ne olacağımız da belirsiz… Biz Mısır kadar şanslı değiliz.
Artık Arap Baharı’nın yangın ibresi Tunus’tan Türkiye’ye doğru saatin ters yöne dönüyor. Hemen hemen eş zamanlı olarak, Snowden’ın da Twitter’ı açıldı. Belki ülkeler ve Snowden arasındaki müzakereler sonlandı. Belki ülkesine de dönecek.
Ama henüz döngü tamamlanmadı.
Tüm bunlar Snowden’ın hain olduğunu ispatlar mı? Hayır.
Snowden’ın bir ajan ve bir hacker olması, hayatının bir döneminde insan olarak ve insanlık için bir şey yapmaya karar vermiş olamayacağını temin eder mi? Hayır. Bunu yaparken İngiltere’ye de çalışsa Rusya’ya da çalışsa hayır.
Tüm bunları Ruslar mı Amerikalılar mı yapıyor. Belki evet belki de hayır.
Rusya, Amerika veya düşman ülkeler diye bir şey kaldı mı? Ne fark eder?
Kum saati bir o yöne bir bu yöne dönüyor.
Belki tahtlar ve halklar karşı karşıya gelecek. Bir döngü kapanacak belki, belki şimdi karar vakti. Hep birlikte vereceğiz.
Peki biz kimiz, kime hizmet ederiz?
Koca bir çarkın içinde çevrilirken, hangimiz biliyoruz neye hizmet ettiğimizi? Bilebilir miyiz?
Evet, kendi seçimimizi kendi insanlığımızca, kendi insanlığımızdan yana yapabilirsek.
Dünyayı değiştirir mi bu? Belki… Ama ne fark eder?
Nihayetinde yapabileceğimiz de sorumluluğumuz da bu kadar.
Bir şey soracağım; hiç olmadı; insanlıktan başka kaybedecek neyimiz var, ne kaldı?
Herkes kendi donanımına göre programlanarak hedefe kitlenmiş gibi.
Nihayetinde insanlık olarak, hep birlikte, ne kadar insansak o kadar başaracak ya da başaramayacağız.
III. Dünya Savaşı çıktı mı? Kıyamet mi kopuyor? Ne fark eder?
Hepimiz duymuyor muyuz içimizde tank ve tüfek seslerini?
Hortumlar, kasırgalar ve depremler olmuyor mu içimizde her birimizin? Yüreğimiz çöl sıcağında yanarken, kar soğuğunda kilitlenmiş bükülmüyor mu omurgamız?
Kum saati dönüyor.
Ya hep beraber düşeceğiz insanlıktan, ya da hep beraber insan olacağız.
Ne yapacağız?
Elden bir şey gelmiyorsa bir şey yapmaya gerek yok, her şey olacağına varıyor belki.
Ya da elden gelen yapılıyorsa, korkmaya gerek yok, her şey yolunda diğer yandan.
Bakışlar arasında da seçim vakti.
İsimsiz yanan kahramanlardan mı olacağız? Yitip gitmiş ülkeler ve tahtlar gibi, Süleyman gibi, her şeye rağmen ismimizle anılacak ve yine de eli boş mu göçeceğiz?
Madem çevriliyoruz bu koca çarkın içinde; evrilsek?
Sadece kendimiz olup tadına varsak bunun? Ne iyi olur…
Bakarsınız savaş durur.
Ne bir ajan, ne de bir haberci gibi, bir birey olarak kendi seçimleriyle, Assange, Snowden veya Can Dündar insan olarak gerçeğin örtüsünü açmış olurlar sadece, meslea… Biz kendi gerçeğimizi buluruz.
O sırada Almanya ve Türkiye; biri erkek biri kadın iki başkan el ele, insan olarak sığınmacıları kurtarmış olur. Belki 2. Dünya savaşının borcudur. Esnek ve açık olmak gerek.
O sırada başkanlık sistemi olur mu? Olabilir.
Özerklik olur mu? Olabilir. Onların da eş başkanları olur.
Belki gönüller bir olursa herkesin mutlu olacağı bir son mümkündür ve samanlık seyran olur.
Belki kim olduğu farketmeksizin, tüm kadınlar ve erkekler bile el ele sevgili olur. Belli mi olur?
Belki bütün bunlar olmaz ama biz değişmiş oluruz ve bunların farkı olmaz.
Yine de, bahar çiçeği değildir Yasemin; yazın açar. Solmasa…
Bir yasemin kokusu esse birden, mis gibi koksa aşk insanlığa ve sonra sonsuza kadar mutlu yaşasalar.
Masallar böyle biter, hepimiz onlarla büyüdük. Gerçek olamayacak kadar iyi ise gerçek olamaz diye düşünme eğilimimiz, masalların mutlu sona erdiğinde bitmesinden midir?
Acaba?
Mutlu sonun nasıl yaşanacağını mı bilmeyiz?
Oturup masalın devamını yazsak, insana ve masala yaraşır şekilde…
Taht Oyunları’nın son baharını merak ediyorum.