Bağdat Caddesi'nde yaşanan tecavüzün ardından eski belediye başkanı Selami Öztürk, “Marka değeri olan caddeyi harcamayın” şeklinde bir tweet atmıştı ve tepkiler üzerine bu tweet’i silmişti.
Galatasaray Lisesi’nden mezun Vahdet ve Milli Gazete yazarı M. Şevket Eygi ise olayı "Hiçbir kadının fahişe kıyafetiyle gezme hakkı yok" şeklinde yorumlamıştı.
Olay ile aynı gün Galatasaray Lisesi gündeminde de bir taciz iddiası vardı.
İddianın üzerinden aşağı yukarı bir ay geçti. Bu kez Cansel Buse’nin intiharı manşetteydi. Yine aynı gün Galatasaray Lisesi’ndeki ilk taciz iddasıyla başlayan süreçte, geriye dönük başka taciz iddiaları da ortaya atılıyordu. Konu basına yansıtılmadı.
M. Şevket Eygi’nin Milli Gazete’deki köşesinde dün kaleme aldığı “Galatasaray Lisesi Hakkındaki Hayırlı Dilek ve Temennilerim” başlıklı yazıyla sessizlik bozuldu.
İddialar sorumlu mercilerce soruşturma aşamasında. Bu yüzden şu aşamada konu özelinde detaya girmeyi doğru bulmuyorum. Ancak bu yazı sonrası birkaç konuya değinmeyi gerekli buluyorum.
Kendisi de bir Galatasaray Lisesi mezunu olan Eygi söz konusu yazısında iddialardan yola çıkan önermeler yapıyor. Kanımca bu önermelerin bir kısmı yerinde. Diğer kısmını fazla önemsememekle birlikte yok saymak da doğru olmaz, zira kendisinin son günlerde yaptığı yandaş yorumlar sürekli olarak manşete taşınıyor.
Eygi’nin yazısındaki önermeler arasında şöyle bir madde var:
“Kız erkek karışık karma eğitime son verilmeli, sırf kızlara mahsus bir GS Kız Lisesi açılmalıdır.”
Kız erkek ayrı eğitimin çalışmaları 2002’den bu yana yapılıyor. Sonsuz faydaları ise 2007’den bu yana hükümet tarafından sıkça dillendiriliyor. Git gide sıklaşan aralıklarla ortaya atılan bu ideal çoğu kez ABD’nin bu modeli teşvik ettiği savıyla destekleniyor.
Ne var ki savının başına her ne kadar bir Mason korkuluğu dikse de, Eygi de yazısını “Yukarıdaki tekliflerim, temennilerim, dileklerim bütün liselerimiz için geçerlidir” notuyla bitiriyor.
Bu zihniyet Amerikan modelinin hangi türlüsünü benimsiyor? Mason olanını mı, muhafazakar olanını mı? Gerekirse her ikisini de mi?
Çifte standart tekil değil. Üç gün önce Vahdet’te kaleme aldığı "Mü’minin Bütününe Düşmanlık Edilemez" başlıklı yazısında arkadaşı Hüseyin Üzmez hakkındaki cinsel istismar davalarını “küçük bir kızla ilişkisi yüzünden maalesef linç edilmiştir, bu insafsızlıktır!” şeklinde yorumlayarak manşete oturan Eygi, yazısını bağlarken “GS’da bazı kız talebelerin tacize uğradığı rivayetleri gerçekten çok üzücüdür. Tâcizcilerin sinsice korunması daha da üzücüdür.” diyor.
“Yargı bu konuda niçin harekete geçmiyor? Millî Eğitim Bakanlığı vazifesini niçin yapmıyor?” diye soruyor.
İddialar doğruysa bu sorular yerindedir. Ancak iddialar hakkında fikir yürütmek için erken. Yine de şimdilik en azından şu soru kendini dayatıyor; istismarın kim tarafından yapılanı korunmalı, kime karşı yapılanı yargılanmalıdır? İnsaf kime karşı gösterilmelidir?
Markanın tacize tecavüze yeri yoksa, tecavüzün tacizin markaya yeri var mıdır?
Kendine Müslümanlık böyle bir şey midir?
İnsanlardan oluşan her camia içerisinde, her türlü olay yaşanır. Galatasaray camiasında da her türlü yaşanmışlık olsa da gelenek gereği kırılan kol hep yen içinde kalmıştır. Bu tutumu benimsemiyorum, çünkü ümmetçiliğin her türlüsü kendisini korumak adına hakikati yalıtmaya yatkındır ve nihayetinde dejenere olur. Bazen dışarıdan bir bakış iyidir, gereklidir.
Ancak bu kez konu kurumun marka değerini harcamamak adına değil, öğrencilerin başlattıkları bir sürece karışmamak adına basına yansıtılmamıştı. Bu öğrencilerin isteğiydi. Haliyle mezunlar ve veliler de bu talebi destekledi.
Bunun haklı gerekçeleri vardı. Öncelikle, mağdur öğrencilerin bir kısmı üniversite hazırlığı sürecinde; spekülasyonla hem onları hırpalamamak, hem de süregelen soruşturmaya müdahil olmamak gerekirdi. Ayrıca ülke hatta dünya çapında kadına yönelik istismarın bu denli yaygın olduğu bir dönemde, üstelik ülkede konu karşısında hukuki yaptırımın teşvike varacak derecede aciz kaldığı bir dönemde, böylesi bir meselenin bir kuruma mal edilmesi ne doğru ne de iyi niyetli değildi, tehlikeliydi.
‘Galatasaray Lisesi’nde bile bunlar oluyorsa’ algısı yanıltıcı olduğu gibi, bu algı bazı idealler için iştah kabartan bir fırsat teşkil ederdi.
Nitekim Eygi’nin yazısı ister istemez böyle bir niyete çanak tutuyor; yazısından anlaşılan kendisinin Galatasaray’ı yeniden bir Osmanlı saray mektebi olarak görmek istediği.
Nihayetinde konu basına yansıdı, belki daha da yansıyacak. Mevcut durumun taşıdığı riskler yeterince anlaşılır. Peki şimdi ne yapmalı?
Eygi’nin retoriği izlenecek olsa, Türkiye’nin hatta dünyada bazı ülkelerin kadınlar ve erkekler olarak ikiye ayrılması gerekir. Oysa bu sorunu çözmenin yolu yargıdan ve doğru hükümden geçer. Esasen insanca ve kardeşçe eşit yaşamak üzere eğitilmekten geçer.
Galatasaray’ın haklı bir marka değeri vardır. Bu kurum değerlerini Tevfik Fikret’in “Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” sözleri üzerine inşa eder.
Hiçbir kazanım sancısız değildir. Önce de söylediğim gibi, Galatasaray’da da insan topluluklarında yaşanan türlü yaşanmışlıklar yaşanmıştır. Siyasi iradelerin dönemsel etkileri bu kuruma da yansımıştır, hatta ülkeden çok evvel yansımıştır.
Ancak bugün varılan noktada okulda okuyan öğrenciler arasında eskiden yaşananlar yaşanmıyor. Tüm bu süreçlerin sonunda artık ‘kızlı erkekli’ cinsiyetsizce eşit bir dayanışma var. Galatasaray Liseliler, uzun yıllar acısıyla tatlısıyla kız ve erkek olarak birlikte okumanın meyvesini eşit bir kardeşlikle vermeyi başardılar. Yaşananlar süresince öğrencilerin taciz olayı karşısında gösterdiği dayanışma bir kazanımdır. Dilerim ki yine ülke için evvel bir işaret olsun.
İddialar sonrasında öğrenciler ‘Kardeşlerimizin Yanındayız’ isimli bir platform kurdular. Taciz iddialarına ilişkin dilekçeler sorumlu kurum olan Galatasaray Üniversitesi Rektörlüğüne iletildi. Öğrencilerin ‘kardeşçe’ ve birlikte verdiği çabalar, hakkında taciz iddiaları bulunan üç görevlinin okuldan uzaklaşmasını sağladı. İlk ikisi için gerekçe taciz olayı olmamakla birlikte, üç çalışanı hedef alan iddiaları takiben bu kişilerden birinin işine son verildi. Diğer iki çalışandan birisi tayinini istedi, bir çalışanın da görev yeri değiştirildi. Son ikisi hakkındaki dilekçeler soruşturma aşamasında. Bu sonuçlar pek tabii ki olağan hareketler olabilir. Umuyorum ki yargı süreci bunu gösterecek. Davalar o veya bu şekilde sonuçlanabilir, göreceğiz.Fakat bu tartışmalar ve ülke gündemi eşliğinde kendinize şu soruyu sormanızı istiyorum:
Cansel’in kız ve erkek arkadaşları da yanında olsaydı, yani Cansel mensup olduğu toplulukta arkadaşlarını yanına alabilecek kadar şeffaf ve eşit hissetseydi intihar eder miydi?