Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı C. Sami Yılmaztürk ile Galatasaray Üniversitesi'nin kullanımında olan ve geçirdiği yangından bu yana restore edilemeyen İbrahim Tevfik Efendi Sahil Sarayı'nın sorunlu restorasyonu üzerine konuşmuştuk.
Yılmaztürk, söyleşinin ilk bölümünde söz konusu restorasyonun yasal gerekliliklerini, mimarı bağlayan sorumluluk ve hukuki boyuttlarını ilgili mevzuatı maddelerle örnekleyerek açıklamıştı. İkinci bölümde haliyle yine aynı konularda dolaşıyoruz fakat Yılmaztürk restorasyona özel talepleri ve açmazları da değerlendiriyor ve de restorasyonda işveren konumunda olan İnan Kıraç başkanlığındaki Galatasaray Eğitim Vakfı (GEV) ve Üniversitenin tutumuna, neler yapabileceğine ve Mimarlar odasının konudaki rolüne eğiliyoruz.
İlk bölümün sonunda GEV tarafından görevlendirilmiş mimar Sinan Genim'in istifasını konuşuyorduk, söyleşi kaldığımız yerden devam ediyor:
Bu konuda ilgili camia içerisinde“bu tutum süreci tıkıyor ve bu kasten yapılıyor” şeklinde kaygılar var. Sözleşme feshinin ve usulünün ne şekilde olabileceğini başta söylediniz. Kendisinin başlıca savı statik rapor ve diğer yönetmelikler, bu konuda bir haklılık var mıdır Genim açısından?
Şimdi Sinan Bey röportajında onlarca yönetmelikten ve hukuktan bahsediyor.
Evet...
Şimdi bir kere şunu belirtmemiz gerekir; burada aynen korunması gereken bir eski eser söz konusu. Koruma ilkeleri mevzuatı söz konusu yönetmeliklerin önüne geçmektedir hukuken. O yönetmeliklerin büyük bir çoğunluğu bu yapı için geçerli değil.
Dolayısıyla başlı başına bu koşul bu savı geçersiz kılıyor öyle mi?
Tabii, mesela sığınağı savunuyor (Sinan Genim). Bakın, Dolmabahçe'nin de altında sığınak yok. İşverenin bir talebi yok ise, restorasyon sırasında sığınak yapmakta ısrar etmek bir art niyettir.
Yapılmayabilir mi diyorsunuz?
Yapılmayabilir değil yapılmaz, yapılamaz, izin verilemez. Yangın merdiveni cephesini bozar, yapılamaz Dolmabahçenin yangın merdiveni yoktur, bakın.
Sinan Genim de dışarıya yapmak istemiyor merdiveni “ben gecekondu yapmam” diyor ve merdiveni içeride çözmek isiyor.
Ama bakın, eğer eski eserde bugünkü işlevine ilişkin bir takım ekler yapılması zorunluluğu varsa, mesela yangın merdiveni, o fonksiyonun da verilmemesi lazım o zaman. Çünkü siz yapıya zarar veremezsiniz.
Öyleyse yapı okul olmamalı da denebilir mi?
Okul olması durumunda yangın merdiveni şartı varsa o zaman okul olarak da kullanılmaması lazım, ya da, ya da, okul olarak kullanılacaksa, yıllarca da yurt olarak kullanıldıysa, o zaman bu artık o yapıyla bütünleşmiş bir işlevdir. Biz onu da yapıyla birlikte korumak zorundayız.Yani eğer bu yapının cephesinde yangın merdiveni yoksa, yangın güvenliği tehlikesi varsa yapılacak tek şey şudur; koruma kurulu ile, olabildiğince yapıya zarar vermeyecek bir takım tedbirler alınması lazım örneğin; tabii bunu birlikte, ifaiyecilerle de birlikte tartışmak lazım, ama “ben şuradan yapacağım” diye iddiacı bir yöntem doğru değil.
Çünkü koruma kurulu ve itfaiye eski eserlerde yangın yönetmeliğini uygulamıyor. Mevcut merdivenleri aynı zamanda yangın merdiveni olarak kullanabilirsin diyor. Sadece merdivenlerin yangına dayanıklı boya ile boyanması, kullanılacak mazlemelerin yangına dayanıklı yapılması gibi tedbirlerin almasını istiyor.
Madem Avrupa'yı örnek alıyoruz, mesela son derece modern bir mimariyle, cepheye hiç dokunmadan modern bir dokunuşla ona da estetik bir espri kazandırarak yangın merdiveni yapıya eklemlenemez mi?
Tabii, tabii, ama esas olan kültür varlığının bir bütün olarak cephesiyle karakteri ile dışarıdan algılanışını bozmamaktır.
Deniz cephesi dışında bir cephede olabilir mi?
Bir takım öneriler getirilebilir ama aslında onlara girmek doğru değil, yapıyı tartışmadan şu şekilde olur demek doğru değil, koruma ilkeleri çok açıktır, ama dediğiniz gibi zorunlu bir ihtiyaç varsa koruma kurulu da ve itfaiye de uygun görüyorsa buna zarar vermeden cepheye zarar vermeden bugün alınacak tedbirler, yangın merdiveni de dahil yapılabilir...
Yapı cephesine müdahale etmeden dışarıda yangın merdiveni ilavesi yapılması mümkündür, bu konuda bilim kurulu ve koruma kurulu ile tartışarak ortak bir çözüm bulunabilir. Bazen biz de gecekondu gibi merdiven yapıyoruz; uygun olmayan mekanlara uygun olmayan yeni bir işlev veriyoruz ve çözmek için de yangın merdivenleri veya sığınaklar yapmak zorunda kalıyoruz ve o zaman da gecekonduya dönüyor. Bu bir kültür varlığıdır, cephesine müdahale edilmemesi gerekir, ama değmeden de bir takım tedbirler alınabilir. Dediğim gibi, esas olan koruma ilkeleridir, ortak noktamız budur, kültür varlığının bütünlüğünü ve anı değerini korumak esastır. Bu tartışılabilir. Ama mimar “ben yapmıyorum böyle yapacağım” deme hakkına sahip değil, bunun için de yangın yönetmeliklerini göstermesi mümkün değil, doğru da değil, etik de değil.
Bir de bugüne kadar çatının kapatılmamış olması konusu var. Çatının kapatılması zamanın rektörünün sorumluluğunda değil miydi?
Tabii ki. Kurulun kararı var daha fazla tahrip olmasın diye görmesin diye kapatılması zorunluluktur. Şu anda da rektörün hemen tedbir alması lazım. Yıkılmasını önlemesi lazım, hem öğrenciler ve erafta dolaşan insanlar için tehdit olmaması için artı, daha fazla tahrip olmaması için.
Şu anda rektör Erttuğrul Karsak tarafından kapatıldı aslında, ama Sinan Genim “eski rektör Ethem Tolgayı da bağlamıyor mu” diye sorduğumda “niye bağlasın” diyor, bu konu için kendilerin bir proje (raporda tarih yok fakat Mart 2013'te derler) sunduklarını söylüyor ama aslında taraftar değiller. Bu Ethem Tolga'yı da bağlamaz mı gerçekten?
Birincisi örtü mimarı engellemez, hiç bir gerekçe olamaz, gerekirse bugün teknoloji var, uygun koşullar yaratılır ve tedbir alınır, bir kere yağmurdan rüzgardan yapının korunması lazım. İki, eğer yıkılma riski varsa güvenlik açısından o tedbirlerin alınması lazımdır.
Yandığı günün ertesinden itibaren o yapının daha fazla zarar görmemesi için alınması gereken tedbirler vardı, bu tedbirleri almayanlar sorumludur. Yapı ve detaylar dış hava koşulları nedeniyle hızla tahrip olmaktadır. Önlem almayı geciktirmek açıkca suçtur. Kurulun aynen korunmasını isteyeceği işlemeler korunamayacak kadar yok olmaktadır.
Sami Bey, bu bina sizce de otel olma riski taşıyor mu gerçekten ya da ne koşullarda böyle bir risk oluşur?
Şimdi bakın az ilerisinde köprünün ayağının altında Gaziosmanpaşa Ortaokulu vardı, o da aynı dönemlerde yapılmış bir tarihi köşktü, Boğaz'ın Beşiktaş Sarayları olarak yapılmış birçok sarayından bir tanesidir; o yapı tüm itirazlara rağmen otele dönüştürüldü, halka kapatıldı, anılarımız yok edildi, tüm itirazlara rağmen... Hemen yanında Yüzme İhtisas'a tahsis edilmiş bir bina vardı, onlar da otele dönüştürüldü, elden çıkarıldı. Bugünkü hükümet için tarihin, kültürün ,anıların hiçbir önemi yoktur, mevzuatın hiçbir önemi yoktur. Bugün herşeyi belirleyen sadece rant. Bugün bir ilke kararı şayet amaca aykırıysa, o ilke kararını anında değiştiren bir iktidarla karşı karşıyayız. Kanunları kendi işlediği -açıkçasını söylüyorum, suçu meşrulaştıracak – meşrulaştırmak yanlış, yasallaştıracak yasayı bir gecede çıkarttırabiliyor.
Kurul kararları, ilke kararları, iktidara geldikleri günden bu yana sürekli değişti, kendi isteklerine yanıt verecek şekilde değiştirildi.
Bu noktada birşey sormak istiyorum size, eskiden projeler sizden de geçerdi. Şu anda da mevzuat aynı mı? Mimarlar odasının bu konudaki tasarrufu nereye kadar olabiliyor? Odanın etkisi sadece bir STK olarak mıdır yoksa bu konuda sizin hala bir yaptırımınız var mı?
Bizim yaptırımımız var, onu da belirtecektim; Mimarlar Odası anayasal bir kuruluştur.Nasıl belediyenin, valiliğin aldığı karar idari ve hukuki bir işlem doğurursa meslek odasının almış olduğu karar da bir işlem doğurur. Meslek odalarının genel kurulunun aldığı -yönetmelikleri de resmi gazetede yayınlandı ya da yayınlanmamış olabilir, kararlar üyeleri bağlar, bir yönetmeliği vardır ve resmi gazetede yayınlanmıştır. Bugün AKP hükümeti yönetmeliğimizi resmi gazetede yayınlamıyor, kendi istediği gibi çıkmadığı için dava açtık, mahkeme kararıyla yayınlatıyoruz şu anda yönetmeliklerimizi.
2005 yılında yayınlanmış bir yönetmeliğimiz var; Mimarlar Odası Serbest Mimarlık Hizmetlerini Uygulama, Tescil ve Mesleki Denetim Yönetmeliğidir bu yönetmelik. Bu yönetmelikte mimarların görev, hak ve sorumluluklarını tanımlayan 15. Maddesi aşağıdaki gibidir;
“Madde 15 —
a) Mimar, bu Yönetmelik kapsamına giren tüm serbest mimarlık hizmetlerini Mimarlar Odasının mesleki denetimine sunmakla yükümlüdür. Mimarın bu yükümlülüğü iş sahibinin, ilgili idarenin, inşaat ve kullanma izni veren mercilerin Mimarlar Odası mesleki denetimini istememesi durumunda da ortadan kalkmaz.
b) Mimarın kendisine tanınmış görev, hak ve sorumlulukları Mimarlar Odası dışında başka bir kuruluş tarafından sınırlanamaz ve kısıtlanamaz.”
Bu halen yürürlükte midir?
Yürülükte evet. Bu proje Beşiktaş Belediyesi sınırları içerisindedir ve Beşikaş Belediyesi'yle de yapmış olduğumuz ayrıca bir protokol vardır; bu proje bize gelmek zorundadır.
Üniversitenin projesi size geldi mi?
Gelmedi. Tabii şu anda kurula sunulmamış olduğu için meslektaşımız henüz o aşamaya gelmediğini savunabilir ama, ruhsat öncesi muhakkak bize gelmek zorundadır. Biz o aşamada ilke kararı ve mevzuat çerçevesinde ilgili proje üzerindeki eleştirilerimizi rapor haline getiriyoruz. Bir kurulumuz var, daha geniş, yani üniversitenin oluşurduğu üç kişilik kuruldan daha geniş bir danışma kurulumuz var. ÇED danışma kurulu diyoruz,
Açılımı nedir?
Çevresel Etki Değerlendirme; mimari açıdan değerlendiriyoruz.
Bu danışma kurulunda yukarıda belirttiğim çerçevede bunlar enine boyuna tartışılıyor zaten hukuk çerçevesinde görüşlerimiz oluşuyor ve biz bu proje ile ilgili şu anda söylemekte olduğum eleşirilerimizin aynısını rapor haline getirip ilgili kurumlara, mimara, belediyesine, işverenine ve basına yolluyoruz.
“Bizim bu proje ile ilgili gördüğümüz sakıncalar bunlar, uygulanmasında bu sakıncalar var” diyoruz.
Eğer ciddi bir tahribat söz konusuysa koruma ilkelerine ilişkin, dava da açabiliyoruz, ya da yapı ile ilgili herhangi bir vatandaş, vatandaşların kurduğu dernek bu rapora dayanaraktan dava açabiliyor.
Bu hukuki olmayan esnetmeler konusundaki ısrarlı rahatlık bunun artık kolay aşılabiliyor olmasından mı kaynaklanıyor?
Evet, evet; 2002'den sonra AKP Hükümetiyle birlikte bugün yasal hale gelen, kültür varkıklarının yok edilmesine ilişkin çok ciddi örnekler var, çok kötü restorasyon uygulamaları var, basında okuduk, Şile'deki surun restorasyonu, Aspendos tiyatrosu restorasyonu var, Ağrı'da İshak Paşa Sarayı var...
Aspendos tiyatrosu için Sinan Genim doğrudur diyor mesela.
Yanlıştır mesela... Bakın buradaki (GSÜ) gibi bir fonksiyon verecekseniz yapıya, eksikleri tamamlarsınız ama surlarda mesela; düşman saldırmıyor surlara; olduğu şekilde bırakırsınız, yalnızca seviyesini korursunuz. Kötü örneklerse yalnızca burada değil dünyada da var.
Fakat ölçüt olmamalı tabii, bir de burada tarihine ve misyonuna bağlılığı ve hassasiyeti olan bir camiaya teslim edilmiş bir yapı söz konusu.
Şöyle bir şey var, korumada, örneğin şu yapı, karşınızdaki yapı, (camdan görünen yapıyı işaret ediyor) bu yaşıyor. Bu yapının bir taşıyıcısı çökmüşse, yıkılmışsa, binayı yeniden yapmadan onu ayağa kaldırmak için, güçlendirmek için farklı bir malzeme kullanabilirsiniz.
Sözgelimi Feriye Köşkü için böylesi bir örnek var, binanın köşesi 75cm çökmüş. Sinan Genim bunun çözümü için de betonarmeyi gerekli görüyor.
Bu değil benim söz ettiğim, ama o örnekte o kısmı sökeceksiniz yeniden yapacaksınız, yeni malzeme kullanacaksınız. Bugün ahşapla herşey yapılabilir. Bugün yapıları, çok büyük yapıları, yığma hatta kagir dahi askıya alıp düzeltip yeniden ayakta aynı şekilde yapma şansınız var.
Aslında Batı'yı bu teknolojik çözümler konusunda da örnek almak da mümkün değil mi?
Tabii ve bu yapı öyle büyük de değil. İtalya'daki Pizza Kulesi'ni biliyorsunuz, kayan zeminde kagir binayı tuttular. Anılarda tarihi bir yeri var. Yani bugün korumada esas, her yapı için farklı koruma ilkeleri belirlenebilir, belirlenmesi de doğrudur genelleştirilmiş kararlar doğru değildir, ama asgari müşterekimiz bunlardır. Biz bu koruma kurallarına uymak zorundayız, burada özellikle çok basittir; bir ahşap yapıdır bu ve Boğaz'ın özgün yapısıdır, özgün karakteristiği malzemesinin ahşap olması, yalı olmasıdır. Bizim bu özgünlüğü korumamız gerekir; betonla cephesini koruyarak ahşap kaplamamız bir kandırmacadır, doğru bir restorasyon yöntemi değildir. Bunun hukuku var, ilke kararı var aynen korumakla yükümlüyüz.
Burada şunu sorayım; Sinan Genim projesinin onaylanmamasıyla ilgili olarak Kabataş Lisesi'nin yurt binasını işaret ediyor. Kabataş emsal oluşturur mu?
Nasıl yapılıyor o?
Kapsamı farklı, restorasyon değil tadilat Kabataş'taki, fakat betonarme uygulanmış kagir duvarları var ve binayı desteklemek üzere bir salonda duvar çelik kolonlarla kafeslenmiş. Genim onu emsal gösteriyor, ve o halde aynı kurul bunu nasıl onaylar diye soruyor.
Açıkça söylüyorum, bugün kurullarımızda da çok yanlış kararlar alınabiliyor, davalar açılıp iptal ettirdiğimiz kurul kararları var. Altı ay önce farklı karar alıp altı ay sonra siyasi baskı üzerine karar değiştirildiğinin örnekleri var biliyoruz. Örneğin Taksim Gezi Parkı ile ilgili, tarihi yarımada planlarıyla ilgili ya da Beyoğlu kentsel sit alanıyla ilgili, ya da ek yapı özelinde; kurulların eski kararlarını unutup siyasi baskılarla yeni kararlar aldıklarını biliyoruz ve koruma kurullarında kurul üyelerinin, malesef, yeterince bu konuda çalışması olan, bilimsel akademik üretimi olan insanlar dışında belirlendiğini biliyoruz. Bir dönem açıkça söyledik bugün kurul üyelerinin çoğunun yeterince ehil olmadığını. Geçen gün bana 35 yaşında bir genç geldi, “kurul üyesiyim” dedi. Sen ne yaptın bugüne kadar, kurula atadılar seni? Ben hemen şuna bakıyorum; kurul, bilimsel akademik bir yapıdır aslında, bağımsız davranabilmesi lazım üyesinin, bağımsız davranabilmesi için de bir insanın bilimsel altyapısının güçlü olması lazım, “siz yapı yaptınız mı bu konuda akademik çalışmalar yaptınız mı?” diye sordum, “doktoramı yapıyorum şimdilik” dedi. Bakın, doktora değil, Haluk Sezgin mesela, profesördür kendisi ve yıllarını bu alana adamış, restorasyon konusunda çalışma yapmış bir kişidir.
Yani Kabataş örneği hatalıysa onu emsal almamalıyız öyle mi?
Ona hatalı demiyorum ben, projeyi bilmiyorum ama hatalıysa emsal olamaz. Burada Galatasaray Üniversitesi'nin atamış olduğu bir bilim kurulu var, işveren adına işveren olarak böyle yapılmasını uygun görüyor... Oradaki bir kere bir tamir ve kurul geçici olarak izin vermiş bence. Orada zaten başka yanlışlar da var, betonarmeye izin verilmiş olması, eğer betonla o kagir yapı bütünleştirilmemişse iki ayrı malzeme var demektir ve ikisi farklı çalışır. Çözüm olarak çeliği koymuşlar oraya.
Peki Sami Bey, bu aşamada feshedilse bu sözleşme ve yeni bir mimar görevlendirilse böyle bir sürecin asgari vadesi nedir?
Tasarımda bir vade ifade etmek doğru değil, her mimarın her ofisin farklı çalışma süreci, vardır, öngörmek yanlış olur.
En azından, bu projenin baştan alınacağına karar vermek yeniden yıllardan söz edilmesi mi demek?
Hayır yıllar değil canım, çok hızlı olarak bir yıl içinde bitirilir, yani hazırlık süreci, bu yapının rölövesi. Artık teknoloji çok ilerledi, eskiden rölöve alırken teknik ölçü alırdık, şimdi herşey çok kolaylaştı, çok hızlı şekilde bire bir hatasız rölöve alınabiliyor... Eskiden, gün gün rölöveler de değişiyordu, biz rölöve alıp bitirinceye kadar ya da kurula teslim edinceye kadar yapı daha da bozulmuş olabiliyordu, şimdi ise bir haftada rölöveyi çıkarma şansımız var, çok hızlı ve restorasyon projesinde asıl sorun, bir araştırma ve karar süreci vardır ki bu örnek birinci grup tarihi eser olduğu için aslına uygun korunacağı ve ne yapılacağı bellidir.
O halde Sinan Genim bu tür yaklaşımı olan, modern yapıları seven bir mimardı fakat doğru mimar değildi diyebilir miyiz?
Şimdi bir şey belirteceğim, aslında Galatasaray Üniversitesi bir kamudur, kamu işleri bir kere projeleri yeni bir yapı yapıyorsa muhakkak yarışma ile elde etmek zorundadır; etmelidir. İki, bu tür bir yapıysa ihaleye açmak zorundadır. Burada bir vakıf başkanı “ben tanıyorum, güveniyorum” deyip de bir kişiye ihale edemez. Böyle bir hakkı yoktur, çünkü herkesin ortak malıdır bu aslında.
Üçüncüsü, bir eski eser, bir restorasyon yapılması gereken bir yapı için “ben modern yapacağım”, deme hakkına sahip değildir. Bir mimar, bunu diyorsa -ki diyor yazısını okudum, doğru bir mimar olmadığı için tercihi de ona göre yapılır, zaten ihale işte bunun için yapılır. Denir ki, “böyle bir işimiz var”,o da derse ki “ben modern yaparım”, o zaman elenir zaten, anlatabildim mi? Burada eleme hakkı verilmemiş mal sahiplerine ya da kullanıcılara, yani üniversiteye. O yapıda anıları olan yaşamış insanlar, okumuş, orada yurtta kalmış, barınmış, orayı sahiplenen bir camia var. O camiayla Sinan Genim'in uyuşmazlığı var.
İşveren olarak GEV'den bir izahat ve de başkanı bir mezun olarak İnan Kıraç'tan bir beyanat almak mümkün değil. İşveren olarak açmazı çözemeyen bu tarafların sessizliği sizce makul müdür?
Burada şahsi ilişkiler veya şahsi bir takım davranışlarda bulunma hakkımız yok. Bu bir kamu yapısıdır, Boğaz'ın en önemli yapılarından biridir. Bu yapının birinci grup eski eser olarak ivedi olarak restore edilip kamuoyuna ve üniversiteye kazandırılması bir sorumluluktur. Bu sorumluluğun hukuki boyutu da vardır. Bunu kimse engelleyemez, engellenmesi tarihe karşı ve hukuki olarak da sorumluluklar taşır. Tabii şöyle bir yanı var, GEV'in hukuki sorumluluğu yok, oysa üniversitenin hukuki sorumluluğu var, yani “Sen tedbirlerini almadın” denir, GEV'in yok böyle bir sorumluluğu, ama üniversitenin var.
Şu anda izlenecek yol üniversitenin GEV'i devre dışı bırakması mı olur bu noktada?
Tabii, üniversite diyebilir ki “ben seninle hiç bir sözleşme yapmadım.”; mal sahibi üniversite.
Bakın, hukuk ortak paydamızdır, hukuku işin daha doğru, daha hızlı olması gibi bir takım gerekçelerle bir kenara koyduğumuz zaman iki gün sonra başka şeylere ayağımız takılır ve sorumluluktan kurtulamayız. O yüzden bugün için beğenmesek bile hukukun ortak paydamız olduğunu ve ona yüzde yüz uymak ve onu korumakla yükümlü olduğumuzu bilmemiz lazım. Bizi biz yapan değerlerdendir hukuk, çünkü bu bizim kendi hukukumuz. Fransa'nın kendi hukuku farklıdır. Her toplumun kendi yaşam biçimine denk düşen hukuku vardır. Bugün benim yaşadığım öğrendiğim bildiğim dünya görüşüme göre, bu hukuku çok geride buluyorum ben, “bu yaşadığım ülkedeki hukuk değişmelidir” diyorum ama ben yanlış buluyorum diye uymamazlık edemem. Suç işlemiş olurum, mimarsam meslek etiğime aykırıdır.
Uyulmadığı zaman giderek doğru olmadığı halde onaylanan yapılar ölçüt olmaya başlıyor öyle mi?
Tabii. Biz ancak toplum olarak bu hukuku değiştirdiğimiz zaman uyacağımız kriterler değişmiş olur, ben kişisel olarak değiştiremem. Ama 2002'den itibaren bu yaşanıyor. Bugün diyor ki bir yetkili “boşver böyle yap” diyor ve mimar da yapıyorsa mimar suç işliyor. Hem mesleğine ve meslek odasına karşı, hem tarihe karşı sorumluluklarına, hem de Türkiye’deki hukuka karşı suç işliyor demektir.
Yani bugün hesap verilmiyor olması, tarihte bizden sonraki kuşaklarda onun adının nasıl geçeceğini bugün onun adımlarının belirlemediği anlamına gelmiyor.
Sözgelimi bu örnekte mimar sığınak konusunda “kanuna aykırı olduğu için sığınaksız yapmam” demek yerine “betonarme yapmam çünkü anıtlar kurulunun kararını yoksayamam” mı demeliydi?
Tabii, bugün bu yapının altında betonarme yapılması, sığınak yapılması koruma mevzuatına aykırıdır. Koruma mevzualtında eski binaların altına sığınak yapılması gibi bir zorunluluk yoktur, yıkılıp restore edilmesi gerekirken sığınak yapılması gereklidir diye bir zorunluluk yokur. Bugün tarihi yapıların restorasyonunda hiçbirinin altına sığınak yapılmıyor, Dolmabahçe, camiler, köşkler ya da yalıların hiçbirinin altını kazıp sığınak yapmıyorlar. Daha sonra ilave yapılacak işler aslında işverenin talebini karşılamak üzeredir. Yani orada işverenin “bir kat daha kazanabilir miyiz”, 'bunun altına sığınak yaparsak bir kat daha bodrum kat kazanmış oluruz' düşüncesini karşılamak için yapılır, kitabına uydurulur.
GEV'e sormak gerekir...
Bu yapının kültür varlığı Boğaziçi'nin özgün yapılarından olan, geçmişimiz ve anılarımız olan, bu okulda eğitim gören insanların, bu çevrede yaşayan insanların, Boğaziçi'ni kullanan insanların herkesin bu yapıyla bir bağı var bir şekilde. Bu nedenle, bu özgün yapının ivedi olarak restore edilmesi ve yeniden yerini alması, kamuya ve üniversitenin hizmetine sunulması bir tarihsel ve yasal sorumluluktur. Mimarlar Odası olarak bizim beklentimiz ivedi olarak bu yapının restorasyonunun yapılmasını ve yandığı andaki işlevi ne ise o işlevle bugün devam etirilmesi. Vatandaş olarak ve meslek odası olarak.
“Genim'in üniversitenin mevzuata ve koruma ilkelerine uygun olarak onayladığı bir restorasyon projesini, koruma kuruluna vermesi bugün geldiğimiz noktada hukuki bir zorunluluk.”
Peki toparlarsak, şu anda izlenecek en makul yol nedir?
Bugün iki yol izlenebilir; bir, mimar (Sinan Genim) zaten istifa bildirmiş olduğu için, işi yürütmediği için üniversite ya da GEV'in madem öyle yeni bir mimara ihale ediyorum diyerek yeni bir mimarla işe başlaması söz konusu olabilir, ama bu yine bir zaman kaybı. Yok olmaya, yıkılmaya yüz tutmuş bir bina. Dış etkilere açık ve kullanıcılar açısından da bir tehlike oluşturan yapının bir süre daha uzun bir süre daha ortada kalması sıkıntı yaratacaktır. Bu nedenle sözleşmeyi yapan kurum ya da kişi Sinan Bey'i koruma kurullarına -çünkü zorunluluğu var, koruma ilke kararları doğrultusunda restorasyon projesini koruma kuruluna teslim edip, işlev ve kullanım konusunda üniversitenin de onayını alaraktan -çünkü nasıl kullanılacağını onlar belirleyecek, GEV'in belirlemesi doğru değil, ödemeyi o yapacak ama üniversitenin belirlediği, onayladığı bir restorasyon projesini, koruma ilkelerine uygun olarak, mevzuata, koruma kuruluna vermesi bugün geldiğimiz nokada hukuki bir zorunluluk, aynı zamanda meslek etiği olarak da yerine getirilmesi gereken bir sorumluluktur. Aynı zamanda binadaki kurula teslim edilmesi ve inşaatın başlaması artık bir zorunluluk. Bunu da ikna edecek aslında sessiz kalan, bugüne kadar sessiz kaldığını söylediğiniz GEV ve başkanıdır; bu sessizliği bozup bunu aslına uygun olarak restore etmesi için mimarı ikna etmesi ve inşaata başlaması gerekir.
“Atatürk bu binaları Galatasaray'a, Galatasaray camiası gibi bir camianın eğitim kurumuna tahsis ederken, bunu Çanakkale Savaşı'nda ve savaş sonrasında bu üniversitenin katkılarını da düşünerekten yaptı”
Bugün Mimarlar Odası olarak bizim de beklentimiz bu, daha fazla sürüncemede bırakılamaz bu iş. Aslında burada inşaatı böyle sürüncemede bırakmakla GEV üniversiteyi ve rektörü zor durumda bırakıyor, çünkü tedbir alınmamış üzeri örtülmemiş; üstelik üniversiteyi sadece töhmet değil hukuki sorumluluk altında bırakıyor bunu da bilmesi lazım İnan Kıraç ve GEV'in.
Atatürk bu binaları Galatasaray'a, Galatasaray camiası gibi bir camianın eğitim kurumuna tahsis ederken bunu Çanakkale Savaşı'nda ve savaş sonrasında bu üniversitenin katkılarını da düşünerekten yaptı ve cumhuriyet tarihi boyunca Galatasaray çok önemli işlevler üstlendi kendi alanı üzerine; üniversitenin koruma mevzuatına aykırı bir restorasyon, yanmış bir binanın üç yıl boyunca restore edilmemiş olması ve bunun kamuoyunda tartışılıyor olması ne bilime, ne üniversiteye, ne ülkeye hiçbir şey kazandırmaz. GEV'in bunu çok iyi düşünmesi ve ivedi olarak bu sorumluluğu yerine getirmesi gerekir. Son söyleyeceğimiz de budur Mimarlar Odası olarak.
Söyleşiyi burada kapatırken birkaç not düşmek isterim.
İsterdim ki bu dizi, mimar dışında konunun asıl sorumluluk taşıyan diğer taraflarının sesini de içersin. Fakat GEV haliyle açıklama yapma sorumluluğunun GEV başkanı İnan Kıraç'ta olduğunu ifade ediyor. Sayın Kıraç ise geçtiğimiz haftalarda konu hakkında şu anda konuşmak istemediğini ileterek söyleşi talebimi geri çevirmişti.
Bir diğer taraf GSÜ Rektörlüğü; Rektör Prof. Dr. E. Ertuğrul Karsak'ın konu ile ilgili yoğun çabaları olduğunu biliyorum. Kendisi geçtiğimiz hafta Hürriyet'e bir röportaj vermişti, bu sebeple şu aşamada ikinci bir beyanda bulunmak istemiyor.
Bu söyleşinin sessiz taraflara da sorular içeren bir sonuç yazısı olacaktı, bir sonraki yazı için bu söyleşinin kapanışını yazıyordum ki GEV bugün bir açıklama ile geri dönerek “konu hakkında şu an için bir gelişme yok olduğu zaman biz sizi bilgilendireceğiz” şeklinde bir açıklama yaptı.
GEV'in dönüşü ve söz ettiğim gelişmeler sebebiyle o son yazıyı yazmayacağım. Yalnızca İ.Tevfik Efendi Sahil Sarayı'nın restorasyonu ile ilgili yeni gelişmeler var. Şu aşamada yalnızca tarafların konu ile ilgili çözüm üretmek üzere yeniden görüşme halinde olduğunun bilgisini vermek isterim.
Bu esnada; söyleşinin giriş yazısında da yazmıştım, 'ortağım da mektepli' diye; şimdi o yine bir mektepli dostumuzun albümünü çalıyor, arkamda çalan parçanın sözleri şöyle söylüyor: “Ce n'est qu'un debut, t'a pas tout vu, t'a pas tout perdu...”*
İnanıyorum ki tüm taraflar iyi niyetlerle hızlı bir çözüm üretmek üzere çaba sarfediyorlar. Bir gelişme olduğunda bu konuyu yazmak üzere bu yazı dizisini noktalıyorum.
* “Bu yalnızca başlangıç, herşeyi görmedin, tamamen kaybetmedin.” Kıyak, Engin M. Yavuz-EP Single