Atatürk tarafından Galatasaray Eğitim kurumlarına tahsis edilen, 1992'den bu yana Galatasaray Üniversitesi'nin kullanımında olan ve 22 Ocak 2013'te geçirdiği yangından bu yana henüz restorasyonuna başlanamayan Ortaköy'deki İbrahim Tevfik Efendi Sahil Sarayı'nın bulmacaya dönen restorasyon açmazlarını görüşmek üzere, konuyu hukuki ve teknik açıdan değerlendirebilecek tarafsız bir merci olan TMMOB Mimarlar Odası ile görüştüm. Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı C. Sami Yılmaztürk, "Galatasaray Üniversitesi binasının aslına uygun olarak restore edilmesinin bir tarihsel ve yasal sorumluluk olduğunu" vurguladı.
Söyleşiye geçmeden önce, yoğun temposunun arasına sığdırdığı bu söyleşiyi her detayıyla sabırla, hassasiyetle ve istisnai bir sükunetle ele aldığı ve konunun hatlarını sorgulanamayacak denli belirgin çizdiği için ben Sami Yılmaztürk'e hepimiz adına teşekkür etmek istiyorum.
Bu oldukça uzun bir söyleşi. Önceki yazıda bu diziyi sürecin bir belgesi niteliğinde elden geldiğince şeffaf ve detaylı aktaracağımı ve müdahale etmeyeceğimi belirtmiştim, dolayısıyla okuru da yormamak adına söyleşiyi iki bölüm halinde vermeyi uygun gördüm.
TMMOB'den C.Sami Yılmaztürk: “GSÜ binasının ivedilikle aslına uygun olarak restore edilmesi bir tarihsel ve yasal sorumluluktur.”
Atatürk'ün tahsisi ile bugüne kadar Galatasaray Üniversitesi'nin kullanımında olan ve 22 Ocak 2013'te geçirdiği yangından bu yana henüz restorasyonuna başlanamayan Ortaköy'deki İbrahim Tevfik Efendi Sahil Sarayı'nın arap saçına dönen restorasyon açmazlarını görüşmek ve uygun olanı danışmak üzere, konuyu hukuki ve teknik açıdan değerlendirebilecek tarafsız bir merci olan TMMOB Mimarlar Odası ile görüştüm. Talebimi Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı C. Sami Yılmaztürk karşıladı.
Söyleşiye geçmeden önce, yoğun temposunun arasına sığdırdığı bu söyleşiyi her detayıyla sabırla, hassasiyetle ve istisnai bir sükunetle ele aldığı ve konunun hatlarını sorgulanamayacak denli belirgin çizdiği için ben Sami Yılmazürk'e hepimiz adına teşekkür etmek istiyorum.
Bu oldukça uzun bir söyleşi. Önceki yazıda bu diziyi sürecin bir belgesi niteliğinde elden geldiğince şeffaf ve detaylı aktaracağımı ve müdahale etmeyeceğimi belirtmiştim, dolayısıyla okuru da yormamak adına söyleşiyi iki bölüm halinde vermeyi uygun gördüm.
“Mimar işverenine karşı, mevcut yasalara ve yönetmeliklere göre bir proje yapmakla yükümlü.”
Yılmaztürk asistanının getireceği belgeyi beklerken kendisine hikayeyi ve Sinan Genim'in istifasıyla sonuçlanan süreci özetliyorum. Önce o soruyor:
Peki neden yeni bir mimarla sözleşme yapılmıyor?
Kendisine anlatığım gibi size de özetliyorum; önceki söyleşiden okuyabileceğiniz gibi, mimar Sinan Genim istifasını sözleşmesini yaptığı Galatasaray Eğitim Vakfı'na değil, İstanbul III Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Genel Müdürlüğü'ne sunmuş ve aldığı tedbir kararı ile projenin üniversitenin kendisini temsil etmek üzere atadığı bilim kurulu tarafından incelenmesinin de önünü tıkamıştı. İstifasının gerekçesi ise -restorasyonun bugüne kadar başlayamamasının da sebebi olan, hem yapısal hem de hukuki anlamda bu kurul ile varılamayan bir takım uzlaşmazlıklardı. Yılmazürk tüm bu açmazları da değerlendirecek ama kendisine önce şunu soruyorum:
Bu durumda ne yapılmalıdır?
Çok basit, feshedilecek sözleşme.
Galatasaray Eğitim Vakfı (GEV) tarafından mı?
Tabii, feshetme hakkı vardır. Kendisinin nasıl istifa ettiğini biliyorsa ki basından öğreniyor; istifa ettiğini röporajda kendisi ifade ediyor; bunu reddetmesi mümkün değil, çok net. Mimar işverenine karşı mevcut yasalara ve yönetmeliklere göre bir proje yapmakla yükümlü. Bu yükümlülüğünü yerine getirmediği için, tek taraflı olarak zaten bir para dahi ödemeden işin iptal edilmesi için GEV'e bir hak doğuyor. Yani ben böyle düşündüm...Yeni bir bina yaparken mimarın nasıl tasarlayacağına kimse müdahale edemez; tasarım tamamen mimarın zihniyle, yasalar ve yönetmelikler çerçevesinde ve talep edilen ihtiyaç doğrultusunda mimar tarafından tasarlanır. Bunlar da mimarın etik ve mesleki sorumluluğudur. Bunu mimar, kendi çizgisi ve birikimi doğrultusunda yansıtır ve imar yönetmelikleri çerçevesinde -yapılmıştır zaten, bu projenin ruhsatı alınır uygulanır. Ama söz konusu olan yeni bir bina değil. Bir mevcut bina, tarihe mal olmuş, tarih ve kültür varlığı olmasının yanında yüz yıldır burada okuyan, yurt olarak burada kalan, burayı kullanan insanların anılarında yer edinmiş bir yapı. Bu anılarıyla birlikte korunması gerekir. Tabii yanmış bir bina... Nasıl korunacak? Nasıl korunacağına ilişkin evrensel koruma kuralları zaten vardır; artı; Türkiye'de geçerli olan ve sayın Sinan Genim'in de dikkate alması gereken koruma ilke kararları ve kurallardır bunlar. Kurul binaya birinci grup tarihi kültür varlığı diyor. Birinci grup kültür varlıklarına -Haydarpaşa örneği vardır, Dolmabahçe örneği vardır; nitelikleri farklıdır belki; ama bu bina da birinci gruptur, aynı/eş değildir belki, ama koruma ilkeleri daha üstte olmadığı için burada da aynı hassasiyetle davranılması gerekir. Birinci grup eski eserler aynen korunması gereken yapılardır. Buna ilişkin ilke kararı Kültür Bakanlığı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu tarafından belirlenir.
660 sayılı karar mı? (660 nolu İlke Kararı: Taşınmaz Kültür Varlıklarının Gruplandırılması, Bakım ve Onarımları / Esaslı Onarım İlkeleri)
Evet, evet. Bir şey diyecektiniz?
Sinan Genim de haklılığını bu kararın 'ç' maddesine dayandırıyor.
'Ç' maddesi nedir bakayım...
Bakıyoruz:
“II. Esaslı Onarım İlkeleri
ç) Yeni işlev verilecek yapılarda yapılacak eklerin, niteliği ve korunması gerekli kültür varlığıyla bütünleşmesi, tasarımı yapan mimar tarafından gerektiğinde avan proje niteliğinde hazırlanarak, koruma kurulunun görüşüne sunulacağına,”
“Yeni işlev verilecek yapılar...”; şimdi, bir kere, birinci grup eski eserde yeni işlev verilecek yapılar olsa dahi niteliğinin korunması gerekli kültür varlığı ile bütünleşmesi gerekir. Bütünleşmeyi sağlamıyor zaten yaptığı yeni projede.
“...tasarımı yapan mimar tarafından gerektiğinde avan proje olarak görüşüne sunulur...” yani yapılır demiyor; ‘görüşüne sunulur’ diyor.
Bu avan proje, şart mıdr?
Eski eserde ben avan proje denilen bir kavramı anlamıyorum. Avan proje, yani ön proje, yeni verilecek işlevlerle birlikte nasıl korunacağına ilişkin,kurulla karşılıklı üzerinde tartışılabilecek bir projedir o; ben öyle anlarım.
Bir önceki söyleşide Sinan Genim avan projenin onaylandığını ve uygulama projesinde sorun yaşandığını anlatıyor, 'ç' maddesine dayanarak orada değişiklikler de yapılmış olmalı, bu sebeple soruyorum.
Onaylanmış olması bunun değişmeyeceği anlamına gelmez bir kere öncelikle...
Tabii, avan projede yalnızca kesitler mi onaylandı yoksa malzeme de onaylandı mı bunu bilmiyoruz.
Evet, bu yüzden yorum yapamıyorum ama avan proje de olsa,burada koruma ilkeleri esastır yine. Yeni bir fonksiyonla, ama yine malzemesi ahşap olmak şartıyla yeni bir proje üzerinde anlaşılabilir. Burada üniversite adına yetkilendirilmiş bir bilim kurulu vardır mesela, siz bir proje hazırlarsınız, bilim kurulu ile oturursunuz “ben şöyle önerdim” dersiniz. Bir kere nasıl önerileceğini ilke kararları belirliyor. Onun dışında bir önermede bulunamazsınız. Kullanacağınız malzeme ile ilgili, bir takım bölme duvarlara ilişkin, üniversitenin farklı bir talebi varsa eğer, onlar üzerine tartışabilirsiniz, ama esas olan sizin burada bir kere ahşap üzerine karar vermeniz lazım, bunun dışında bir malzeme önermeye hakkınız yok, etik değil, mesleki olarak etik değil çünkü hukuki değil ve diğer koşullarda bu bilim kurulunu ikna etmeniz lazım gerekçenizle.
Mimar ile anlaşma yapan GEV olsa da burada işveren üniversitedir. İşveren “ben projeyi okuyamayacağım için adıma bir bilim kurulu görevlendirdim” demektedir. Bu bilim kurulu işvereni temsil ettiği için bilim kurulunu yok saymak mümkün değildir. İş sahibine işin içeriğini göstermemek keyfiyetini anlamak mümkün görünmemektedir.
Burada iki şey sormak gerekiyor belki.
Birincisi ortada İTÜ'nün verdiği bir statik raporu var; betonarme çözümün dayanağı olan; ‘riskli bina’ diyor. Bu durumda eser grubuna rağmen bina bu şekilde betonarme yapılmak zorunda mıdır?
İkincisi, Genim betonarme inşa dışında bütün mimari öğeyi, ahşap döşemeleri ve tüm kalem işlerini yeniden tatbik edeceğini ve binanın orjinali gibi 'görüneceğini' taahhüt ediyor. Bina bu şekilde yapıldığında da, 'aslına uygundur' diyebilir miyiz. Aslına uygunluk ölçütü nedir?
Statik raporu gördüm, bakın çok açık, bugün malesef üniversitelerimizde görevli akademisyenler aracılığı ile isteğe uygun rapor hazırlanıyor. Statik raporunun altında imzası bulunan akademisyenlerden birini tanırım, çok değerli bir bilim insanıdır. Ama böyle bir raporu neye istinaden verdi bilmiyorum.
Yani İTÜ'nin statik raporu geçersiz midir?
Yanlış, bilimsel değil. Bakın bilimadamlarının bilimsel olmayan raporu vermemeleri gerekir. İkincisi, o akademisyen bir betonarme öneriyor, aslında buraya öneriyor, bu akademisyenin, oraya imza atan kişilerin hatası burada... Bu yapı için burada betonarmeyi önermelerinde... Bir eski eserin nasıl korunacağına ilişkin önermede statikçinin hakkı yok, önerme hakkı yok. Mimarın etik sorumluluğudur bakın bu. Mimarın da yükler nedeniyle -çok yoğun kullanılıyor diye “betonarme kullanıyorum, bakın statik olarak inceleyen uzman raporu veren de öneriyor” demesi bilim dışı bir davranıştır ve etik değil bu.
Bina risk taşısa bile tek çözüm betonarme değil öyleyse?
Beton dışında bugün ahşapla herşey sağlanabilir, daha doğrusu yanlış ifade etmeyelim; bu yapı hangi teknikle yapılmışsa aynı teknik ve malzeme ile yapılması gerekir, 660 sayılı ilke kararının, koruma mevzuatının gereği budur.
Öncelikle altını çizerek ifade etmek gerekir ki, söz konusu yapı İstanbul III Numaralı Kültür ve Tabiat Varıklarını Koruma Kurulu’nun 10.09.1992 tarih ve 5074 sayılı kararı ile 1. Grup korunması gereken kültür varlığı olarak tescil edilmiştir. Kültür Bakanlığı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu’nca belirlenen 660 sayılı ilke kararı 1. grup yapılar için şöyle der:
“Toplumun maddi tarihini oluşturan kültür verileri içinde tarihsel, simgesel, anı ve estetik nitelikleriyle korunması zorunlu yapılardır.“
Burada betonarme yapacağım, üzerini ahşap kaplayacağım denilmesi söz konusu değildir. Kabul edilemez. Ayrıca Üniversitenin, bu okulda eğitim görenlerin, bugün bu üniversitede eğitim görenlerin kısaca mimar dışında kimsenin betonarme yapılması konusunda talebi görülmemektedir de.
GSÜ'yü ele alırsak asıl yapı malzemeleriyle de gerektiğince sağlam yapılabilir mi diyorsunuz?
Tabii, örnekleri var, bakın, bugün dünyada insanlar ahşapla havaalanı yapıyor. Geçen yıl, bir yıl önce tam, Oslo'dayım, havaalanı tamamen ahşap yapılmış. Bugün Amerika'da, Avrupa'da çok sayıda bina var; beş katlı ahşap yapılıyor binalar, apartmanlar. Bugün sizin betonla yapacağınız işlevi ahşapla yapabiliyorsunuz, ahşap daha uzun ömürlü olabiliyor, çelik ve beton hemen çökebiliyor. İşte 11 Eylül saldırısında Amerika'da ikiz kulelerin çökmesi... İnsanların çoğu binanın çok erken çökmesi nedeniyle kaybedildi. Ahşap daha uzun yanar, yanması daha uzun sürer, içine işlemesi, kırılması daha uzundur. O yüzden o insanların ölmesinin en büyük nedenlerinden biri binanın çelik olmasıydı.Türkiye'de de var örnekleri, yeni olarak da yapılan örnekler var, aynı şekilde kullanılan aynı şekilde yapılan binalarımız var.
Örnek verebilir misiniz?
Camiler yapılıyor, kagir; yani deprem ya da yangın zarar verir diye çelik ya da betonarme yapmıyorlar, aynı yapıyorlar, ahşapsa aynı şekilde ahşaptan yapılmak zorunda. Süleymaniye, daha yeni yapıldı, Fatih Camii, Mihrimah Sultan Camii, kagir... Sonra, Tarihi İzmir Milhal Paşa Enâ Meslek Lisesi, İstanbul Çırağan Sarayı ve Kandilli Adile Sultan Sarayı yangın geçirmiş olmasına ve on yıllar boyunca tahribata açık olmalarına karşın başarılı restorasyon süreçleriyle yeniden kullanıma açıldı. Başbakanlık yazlık konutu olarak kullanılan Sait Halim Paşa Yalısı, aynen restore edilen başarılı bir örnektir. Validebağ Korusu’nda bulunan Adile Sultan Kasrı’da aynı malzeme ile restore edilen bir örnektir. Daha bir çok yapının restorasyonunu aynı şekilde saymak mümkündür.
Öyleyse öncelikli yasa statik raporu değil, yapının halihazırda bir birinci sınıf eser olması öyle mi?
Tabii, Bir kere herşeyi bırakacağız; burası birinci grup kültür varlığıdır, o kültür varlığının olduğu gibi korunması esastır. Bu temel hukuktur, bu kural hani derler ya, Edirne'den Van'a kadar tüm Türkiye'de geçerli olan hukuktur, ortak hukuktur bu, bize rağmen dışarıdan belirlenen değil; asgari müştereklerimizi bizler belirliyoruz. Türkiye'de “böyle korunursa kültür varlıklarımız geleceğe kalır” demişiz. Bizden daha önceki insanlar tartışmışlar, çünkü elli yıl önce yok böyle kurallar. 60'larda 70'lerde ve aslında 80'de şekillendi. 90'larda özellikle, insanlarımız bilinçlendi.
Bu durumda İ. Tevfik Efendi Sarayı'na daha önceden yapılmış müdahaleler zaten yasadaki bu yapılandırma olmadığı için mi gelişigüzel yapılabildi? Çünkü daha önceden betonarme dökülmüş ve üzeri ahşap döşenmiş.
Hangisinin, diğer yapıların mı?
Mevzubahis binanın, şu anda Galatasaray Üniversitesi olan Feriye ya da diğer adıyla Tevfik Efendi Sahil Sarayı'nın... Sinan Genim ve ekibinin incelediği ve dediğine göre, alt katlara zaten daha önce betonarme dökülmüş, üzeri ahşap kaplanmış; üst katın ahşap olduğunu, antrenman yaptığımızda sallandığını hatırladığımı söylediğimde onun da altına çelik konstrüksiyon yapılarak üzeri nin ahşap kaplandığı söylendi. Bir de daha önceki tadilatlar sırasında bazı hacimlerin değiştirilmiş, merdiven yerleri ile oynanmış olduğunu belirtiyorlar.
Şimdi bakın... Bunların yapılmış olması emsal olmaz, çünkü yanlış uygulama. Feriye Karakolu da dahil, Feriye yapılarının hepsi yapım tekniği ne ise bugün de aynı teknikle yapılmak zorunda. Koruma budur, koruma bilimi ve hukuku bu doğrultudadır.
Bugün restorasyon görecekse orijinal yapıya dönülecek öyle mi?
Aynen, şayet öyle yapılmışsa bu yanlış bir uygulamadır. Şöyle söyleyeyim; Feriye Karakolu eski değil, 80'den sonra yapıldı, yani bu kurallar varken ve bu kurallara aykırı olarak yapılmış demektir ve Feriye Karakolu'nun da bugün yeniden yapılması gerekirse eskiye dönülmesi lazım, doğrusu budur. Yani burada yazıyor (birinci grup yapılar):
“Toplumun maddi tarihini oluşturan kültür verileri içinde tarihsel, simgesel, anı ve estetik nitelikleriyle korunması zorunlu yapılardır.”
Nasıl korunacağına ilişkin müdahale biçimleri de yazıyor burada (660 nolu İlke Kararı: Taşınmaz Kültür Varlıklarının Gruplandırılması, Bakım ve Onarımları / Esaslı Onarım İlkeleri):
“Esaslı Onarım İlkeleri:
a) Yapının günümüze ulaşmış sosyo-kültürel ve tarihi kimliğini oluşturan mekansal, biçimsel ve yapısal özellikleri ve çevre içindeki özgün konumu korunacaktır. Bu işlemlerde yapının mevcut fiziksel durumuna göre müdahalenin biçimi ve niteliklerinin koruma kurulunca saptanacağına,”
Bu, cephedir, bu cephe veya içeride veya tavanda kalem işleridir; yapısal özellikleri ahşaptır, merdivenlerdir ve çevre içindeki özgün konumu korunacaktır.
Yani “içerisi yapısal olarak betonarme yapılıp da diğer nitelikler korunacak” dersek aslına uygun diyemeyiz?
(Betonarme üzeri) Ahşap kaplanamaz, evet, evet. Örneğin Sinan (Genim) Bey'in daha önce yaptığı Vahdettin Köşkü de kurul kararlarına rağmen restore edilmişti, tarafından yapıldığı yazıyordu. O da benzer bir yanlış uygulamaydı, kurul kararlarıyla da yanlış olduğu tescil edilmişti; yıkılma kararı vardı onun. Tamamen yıktılar, bu karara dayanarak yıktılar, yerine yepyeni betonarme bir bina yaptılar. Daha da yapacaklar, Cumhurbaşkanı’nın binası şimdi. Köşklerin yerini değişirdiler, tamamen betonarme yaptılar ve altına otopark eklediler. Boğaziçi Kanununa, Koruma mevzuatına aykırı olarak uygulama söz konusudur.
Topçu kışlası için düşünülen gibi aslında, yani Sinan Genim'in orası için önerdiği proje?
Oraya da mı proje öneriyor? Uygulanması söz konusu proje onun değildi, Halil Onur'undu o.
Proje Genim'in değil fakat kendisi de Topçu kışlası için binanın orjinal cephesini korunabilir, diğer cepheleri modern mimari ile tamamlanabilir, altına üç-beş kat otopark inilebilir; içinde sanat dükkanları olan, jazz çalan bir alan olan, Cumhuriyet Caddesi'ne bakan cephesi, gelir getirisi olsun diye gecesi 1500 Avroluk odaları olan bir otel olsa güzel olur diye düşünüyor.
Şimdi yapılar için, daha doğrusu alanlar için, mekanlar için en önemli unsur ortak anılarımızdır. Sizin yazınızda (söyleşi dizisinin giriş yazısı) anlatarak başladığınız o ahşap kokuları, Taksim Meydanı için de 1 Mayıs'tır, işçi buluşmalarıdır, eylemlerdir. Tüm sosyalist ve emekçiler, kendini solda gören herkes için de Taksim'de 1 Mayısı kutlamak bir hedeftir. 80 sonrası her yıl, nerede kutlanırsa kutlansın, orada kutlandıktan sonra kitleler halinde Taksim meydanına da bir çiçek bırakmaya gelindi. Ve polisler engellemeye çalıştı. Her şeye rağmen, o tarihlerde insanlar Taksim Meydanı'na çıkmaya başlardı kitlesel halde ve Taksim meydanında 1 Mayıs kutladıktan sonra dağılırdı. Polisler bunu engelleyemeyince yasağı kaldırdılar. Şimdi başka bir nedenle kapatılıyor.
Orada milyonlarca insanın anısı var, bizim kuşağın, bizden önceki kuşakların anısı var meydanda...
Şimdi bu anılarla birlike insanlar yaşar, insanları insan yapan değerlerden birisi anılarıdır tarihimiz dediğimiz -kimisi yazılı tarihtir, ama bir de kişilerin tarihi vardır.
“Öyle bir iktidarla karşı karşıyayız ki, sanki işgal ettiği bir ülkenin kaynaklarını o ülkeyi çökertmek için heba etmekle uğraşıyor. ”
Sinan Genim söyleşimizin ilk bölümünde Avrupa'daki restorasyon örneklerini gösteriyor; benzer durumu Avrupa'ya yansıtacak olsak, Paris Bastille (cezaevi) Meydanı'nın da otele dönüştürülmesi düşünülebilir mi sizce?
Şimdi burada insanların toplumların yaşam biçimleri, kültürleri çok farklı. Her toplum kendi içinde bazı kararları, uygulama biçimlerini verebilmeli. Örneğin Fransızlarla biz aynı yaklaşımları sunamayabiliriz, farklı yaklaşımlarımız oluşabilir.
Peki, şayet buradaki betonarme dayatması gerekli olsa ve uygulansa, eseri birinci sınıftan ikinci sınıfa geçirmiş olur mu, yoksa bir kez dokunulduktan sonra yapı orijinal özelliğini yitirmiş mi sayılır?
Hayır, koruma kurulu kararı değiştirmediği sürece sadece yapılan iş ilke kararına aykırı bir iş olur, kurul onaylamış olsa dahi onun sınıfını düşürmez, karar alınırsa geri dönülür ve aslına uygun yapılır.Bir gün tüm kötü uygulamalar belgesi var ise aslına dönülecektir, örnekleri günümüzde de vardır.
Vahdettin Köşkü mesela?
Bunların hepsinin, Vahdettin Köşkünün de, bir gün yeniden restore edilirse eski haline dönüştürülmesi lazım. O yapılar yapılırken hazineden çok ciddi kamu parası harcanıyor. Vahdettin Köşkü için çok net söylüyoruz -çünkü yapılmıştır, kamu parası sokağa atılmıştır, sonra, inşaat bittikten sonra o yıkım kararı alınmıştır, ahşap yapılmadığı için, o bina yıkılmıştır, restorasyon adı altında bu sefer, büyük olasılıkla hiç bir kuruldan da izin alınmadan belki -alınmış olması da hiçbirşey ifade etmez, koruma mevzuatına aykırı olarak betonarme yapılar yapılmıştır orada, yine ahşap yapılar giydirilmiştir. Bunların hiçbir mevzuatla, hukukla ilgisi yoktur, suçtur da bu ve kamu paralarının boşa harcanmasıdır. Bugün malesef öyle bir hükümet iktidarla karşı karşıyayız ki, sanki işgal ettiği bir ülkenin kaynaklarını o ülkeyi çökertmek için heba etmekle uğraşıyor. Bugün harcanan paraların koruma adı altında ya da başka hizmet adı altında yapılan giderlerin haddi hesabı yok, çünkü kendi cebinden çıkmıyor mantığıyla bakıyor. Bu toplumun hazinesini, kaynaklarını düşman bir toplumun gideri gibi değerlendiriyor, çok rahatlıkla harcıyor. Nasıl Amerika da işgal etiği bir ülkeyi, Irak petrollerini hiç kimseye sormadan ben bu kadar para harcadım deyip bilabedel aldı, bugün AKP hükümeti de Türkiye kaynaklarına böyle bakıyor ve öylesine ciddi rantlar, kazançlar söz konusu ki... Bu bizim kaynaklarımız, toplumun bir parçası olarak vatandaşın, benim de, sizin de kaynaklarınız, hepimizin kaynakları, geleceğimiz. Bu toplumun geleceği olan kaynaklar heba ediliyor bugün. Mesela Boğaziçi kanununun açık hükümleri var, Boğaziçi'nde siz mevcut dokuyu değiştiremezsiniz, topografyanın mevcut eğimleri neyse aynı onu korumak zorundasınız, kazı yapma hakkınız yoktur. Vahdettin Köşkü'nün olduğu yerde topografya değiştirilmiştir. 94'ten itibaren yerel yönetimlerle İstanbul'da, 2002'den itibaren ise Türkiye genelinde gerçekten kültür varlıklarımız yok ediliyor, restorasyon adı altında, daha fazla rant adına.
Sinan Genim'e Feriye Köşkü'nün bu yapının İstanbul mimarisinde önemi nedir diye sorduğum zaman...
-Çok önemsemiyor... Müştemilat diyor...
..şöyle söylüyor: “Müştemilat, hiç bir önemi yok. Yani Boğaz siluetine katkıda bulunur uzunlama yapı olarak ama... Zaten hiçbiri sevmez bu yapıları; padişah borca girdi de yaptırdı diye kimse sevmez. (Gülüyor...)” Ne dersiniz?
Bakın geçmişte nasıl yapıldığının mimarlık tarihi için hiçbir önemi yoktur. Bugün insanı insan yapan değerlerimizden bir tanesi anılarımızdır…
Bunu sıkça vurguluyorsunuz...
Evet, Boğaziçini Boğaz yapan su ve yalı ilişkisidir. Ne olursa olsun bugün müştemilatlar dahi -çok daha kötü müştemilalar dahi, bu anlamdaki yeri nedeniyle kültür varlığı olarak korumaya alınır. Müştemilat, kalemişleriyle, bezemeleriyle o bizim bahsettiğimiz müştemilatlar ek binalar olarak yapılır, özgünlüğü yoktur onların, depo olarak kullanılır, kiler olarak kullanılır, ahır olarak kullanılır. Odunluk, kömürlük, kiler başka amaçlarla kullanılır. Bizler, mimarlık tarihindeki, anılarımızdaki tarihsel ya da kıyıdaki kıyı ilişkisindeki yeri nedeniyle kültür varlığı olarak korunmasını öneririz o tür yapıların dahi.
Bu konuda Avrupa'yı emsal gösterirsek onlar zaten genellikle kagir binalardır oysa bizim mimari dokumuzun, özellikle Boğaziçi'nin özelliği ahşap köşklerdir diyebilir miyiz?
Tabii, evet.
Dolayısıyla Avrupa'yı örnek almak bu anlamda uygun mudur?
Mekan da farklıdır, yaşanmışlıklar farklıdır. O yüzden yapıları o kültürler içerisinde değerlendirmek gerekir. Örneğin (Avrupa'nın) kagir binayı betonarme yapmış olması şundandır; 1. ve 2. Dünya Savaşı'nı yaşadı Avrupa ve kentler yok oldu, bu yüzden olduğu gibi yeniden yaptılar; bu süreçte onları hızlı bir şekilde yapabilmek gerekiyordu. Berlin bunlardan bir tanesi. Stalingrad, Leningrad dediğimiz kentler de tamamen yok olmuştu, bunları da yeniden yaptılar çünkü çok önemliydi. İnsanların gelecekle bağı geçmişle bağ kurmasıyla mümkündü. O yüzden de hızlı bir şekilde yapıp o yaşadıkları mekanı yeniden yarattılar. Çünkü mekan duygusunu yaşayamazsa insan çok ciddi bunalıma girer.
Mesela Varşova, orjinal mazleme ile tamamen aslına uygun olarak yeniden yapılandırılmış bir şehir değil mi? Bu diğerleri de öyle midir?
Yeni teknolojiyle hızlı yapabilmek açısından farklı malzemelerle yapmış olabilirler. Ama Havana mesela, olduğu gibi korunmuş bir kent ve bugün restorasyon yapılırken de aynı malzemeyle yapılıyor. Bir de bazı dönemlerde öncelikler de vardır. Öncelikler belirleyici olabilir. Demin söylediğim gibi savaş psikolojisinden, yok olmuşluktan kurtulmak önceliği olduğu için Avrupa'da birçok yapı özgün malzemesiyle yapılmamış olabilir. Bunlar bize örnek olmaz. Biz bugün böylesi koşullarda değiliz.
Boğaziçi'ndeyiz, dünyada tektir Boğaziçi. 8500 yıllık bir geçmişi olan, içinden deniz geçen kenti ikiye bölen bir Boğaziçi kavramı, yeşili, topografyası, Çamlıca tepeleri kıyı ve kıyıda bir geçmişin yüz yıllık, ikiyüz yıllık bir yapı kültürü. Örneğin yalı kavramının başka örneği dünyada yok. Yalılar kavramı sadece Anadolu'da, İstanbul'a özgü birşey.
Bu durumda bina birinci sınıf eserdir, kültür varlığıdır, ahşaptır ve orjinaline sadık restore edilir; mevzuatı bellidir; bunun tartışılacak bir yanı var mı Sami Bey?
Evet, orjinal malzeme ne ise o şekilde yapılmak zorundadır, bunun tartışılacak bir yanı yoktur. Mimarın “ben istediğim gibi belirlerim, ben karar veririm” deme hakkı yoktur. Meslek etiğine aykırı, hukuka aykırıdır bu. Aynı zamanda hukuk böyle çok netken, kurula böyle bir proje sunması, ya da işverene “ben betonarme yapıyorum, ben bu konuda özgürüm” denmesi işvereni yanıltmaktır.
Bakın bir mimar bir işi üstlendiği zaman, o işi yıllara yayaraktan yapma özgürlüğü yok. Bir mimar bir taraftan mimarı bağlayan koruma mevzuatı, 2863 sayılı, ve o yasanın altında bir yığın koruma ilke yönetmelikleri vardır, bakın şöyle der:
“TMMOB Mimarlar Odası Mesleki Davranış Kuralları Yönetmeliği’nin Amaç ve Kapsam maddesi:
MADDE 1- Bu Yönetmeliğin amacı, mimarların, mimari faaliyet alanları ve sundukları mimarlık hizmetinin türü ne olursa olsun, mimarlık uygulamalarında ve mesleki etkinliklerinde topluma, işverene, meslektaşlarına ve Mimarlar Odasına karşı davranışlarına ilişkin yükümlülükleri ve meslek mensuplarının birbiriyle ve halk ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hakim kılmakla ilgili, usul ve esasları düzenlemektir.
Bu Yönetmelik, kamu kurum ve kuruluşları ile özel sektörde serbest olarak mimarlık faaliyetinde bulunan bütün mimarları kapsamaktadır.
Mimarların Topluma Karşı Yükümlülükleri söz konusudur. Aynı yönetmeliğin ilgili maddesi;
MADDE 4/b) Mimar, mesleğini uygularken doğal ve kültürel mirasın, kentsel ve çevresel değerlerin korunması, kamu ve toplum yararının önceliği ilkelerini gözetir.
Mimarların İş Sahiplerine Karşı Yükümlülüklerini tanımlayan ilgili madde aşağıdaki gibidir;
MADDE 6- c) Mimar, iş sahibine yanıltıcı bilgiler vererek veya işi olduğundan farklı göstererek onun bilgi eksikliğini kötüye kullanamaz. Kamu yararına aykırı olarak özel haklar ve ayrıcalıklar sağlama vaadinde bulunamaz ya da bu yolları bir iş alma aracı olarak kullanamaz.
d) Mimar, üstlendiği iş veya hizmetleri, eksiksiz ve meslek kuralları ve etiğine uygun hazırlamak, gereksiz gecikmelere yol açmadan tarafların anlaştıkları sözleşmede belirtilmiş olan süre içinde tamamlamak, hizmetiyle ilgili yazılı ve çizili belgeleri kesin, açık ve her türlü bilgiyi içerecek şekilde yürürlükte bulunan ilgili yasa ve mevzuata uygun olarak düzenlemekle yükümlüdür.
Yine Mimarların Meslek Odasına Karşı Yükümlülükleri söz konusudur. İlgili madde;
MADDE 8- Mimar, Mimarlar Odasına karşı aşağıdaki yükümlülüklere uygun davranır;
a) Mimar, mesleğini uygularken toplum içinde meslek topluluğunun bir temsilcisi durumundadır ve yürürlükte bulunan meslek alanıyla ilgili bütün yasa, tüzük ve yönetmeliklere, mesleğin uygulanması konusundaki Oda kararlarına uymak zorundadır.
Az evvel okuduğunuz 660 sayılı karar, ayrıca imar kanunu var; mimar yapacağı hizmeti bu mevzuatlar ve kanunlar çerçevesinde ve en kısa zamanda -derken bunu tanımlamak mümkün değil eski eser olduğu için, ama yıllara yayılan bir süreç değildir bu, işverene en kısa zamanda doğru bilgiler doğrultusunda -işveren bu koruma mevzuatını bilmek zorunda değil ama mimarın bu doğrultuda doğru bilgilerle donanıp, bu projeyi verme yükümlülüğü vardır.
Bu mesleki etik sorumluluğudur, burada mimarın iki sorumluluğu var, bir hukuk karşısında bir de mesleki etik çerçevesinde. Burada koruma yöntemi olarak betonarme önermesi ardından istifa etmesi, kanunlara aykırıdır, meslek etiğine aykırıdır.
GEV'in konunun teknik ve hukuki gerekliliklerine uygun hareket etmesinin teminatını sağlayan da mimardır öyle mi?
Tabii, mesleki sorumluluğudur bu, işveren kanunları bilmez, o kanunlara uygun proje hazırlayıp sunmak onaylatmak savunmak doğrularını hukuki çerçevede savunmak, bir hata varsa o görüşmeler sonucunda düzeltip işverenin onayını alıp belediyeye ve kurula sunmak mimarın sorumluluğudur ve yanıltmamak pek tabii, yani bugün ben Sinan Bey'in açıklamalarını okudum sizin sayfada, yayınlanmış orada; sığınak, yangın yönetmeliği ve onun dışındaki şeyler, betonarme yapmak için ileri sürdüğü tüm bu gerekçelerin hiçbirinin hukuki geçerliliği yoktur, bu eski eserdir çünkü.
Serpinti sığınağı da betonarme gerekliliğinin bir diğer savıydı.
Sığınak yönetmeliği eski eserlere uygulanmaz. Bakın, camilerin her birinin altına bu mantıkla sığınak yapılması lazım, hiçbirine yapılmadı. Bugün eski eserlerin köşklerin altına sığınak zorunluluğu getirilemez; aynen korunması gereken birinci grup -onu özellikle belirteyim, eserlerin altına sığınak yapacağım diye betonarme yapılamaz.
İşte bu yüzden o bilim kurulu önemlidir burada. Bakın; işveren mimar değildir, bu konuda birikimi yoktur. İşveren, “bu konuda benim adıma karar verecek bir kurul vardır” demiştir. Bu kurul Dr. Doğan Hasol'dur. Aynı zamanda -kendisi (Sinan Genim) yetmiş yaşında olduğunu ifade ediyor, meslektaşımız Doğan Hasol da aynı yaşlardadır ve koruma konusunda çok sayıda işler yapmış, yazılarıyla, yapılarıyla mesleğini hala sürdüren bir meslektaşımızdır. Bilim Kurulunun diğer üyesi Köksal Anadol'dur; yapı konusunda pek çok birikimi olan bir meslektaşımızdır, aynı yaşlardadır. Haluk Sezgin de koruma kurulu başkanlığı yapmış ve koruma konusunda pek çok deneyimi olan bir meslektaşımızdır. Şimdi çok deneyimli olan -deneyim dersek, üç meslektaşımız var ve üniversite kararı onlara teslim etmiş, “siz karar verin” diye. Tam projenin bu kurula sunulmasından bir hafta önce istifa ediyor olması (Sinan Genim'in) anlamlıdır.
İstifanın usul dışı şekli, GEV'e değil de kurula sunulmuş olmasının nasıl bir anlamı vardır, Sinan Genim gerekçe olarak alacağım var diyor?
Burada anlaşılmaz konu o, şimdi bir kişi ben istifa ettim diyor, bir hizmet karşılığı sözleşme imzalıyorsunuz ve bir taahhüte bulunuluyor, karşılıklı. Şimdi siz bu taahhüdü yerine getirmeyeceğim diyorsanız o alacaklarınızdan da feragat emişsiniz demektir, çünkü işin bu kadarına değil, restorasyon projesinin hazırlanması ve kurulda onaylanması ve uygulanması ile ilgili sözleşme yaptınız siz, bunu yapmıyorsanız ben şu kadarını yaptım şu kadarının parasını alırım deme hakkına sahip değilsiniz. Ondan da feragat etmişsiniz demektir. Hukuki olarak bunun değerlendirilmesi lazım.
GEV sözleşmeyi feshetmiş olursa o güne kadar olan tüm ödemeyi yapmakla yükümlü, hatta doğacak diğer haklarını, diğer alacakların da yapmamış olsa dahi ödemesi gerekir sözleşme kapsamında. Ama istifa eden mimar burada.
Kendisi istifanın gerekçesi için “çünkü kurul reddedecekti, reddedilmemeliydi” diyor ve proje incelensin istemiyor. Burada mesleki itibar veya prensip dışında bizim bilmediğimiz başka bir hukuki açmaz mı var? Bir mimar projesinin reddini neden istemeyebilir ?
Tabii burada kurul mimarlık camiası tarafından çok iyi bilinen isimler üç isim de. Ben de bilim kurulu üyesi olsam, bir başka üç kişi de olsa bizim referansımız ilke kararıdır. Birinci grup tarihi eserin nasıl korunacağını bu ilke kararı, koruma mevzuatı belirlemiştir. Herkes buna göre bakar. Bundan farklı olarak -çünkü asgaridir bu, uzmanlık gerektiren yanlar vardır, demin konuştuğumuz fonksiyon değişikliklerine bağlı olarak. Bu yapıda yangın merdiveninin ya da başka alınacak tedbirlerin -öğrenciler kullanıyor çünkü, ısıtmayla ilgili, su soğutma, aydınlatma ile ilgili -çünkü yüz yıl önce yapıldığında bu yapı, bunlar yoktu, bugün kullanımdan kaynaklı bir takım ilaveler var ise, ekler yapılmak zorundaysa bu eklerin nasıl yapılacağı konusunda bilim kurulu tartışabilir, önerilerde bulunabilir, ortak bir noktaya gelebilirler; çünkü bütçe verilecek. Bilim kurulu üniversitenin bütçesi çerçevesinde mimarın önerisini tartışabilir. Bakın Sadece onu yönlendirmek için değil, “benim bütçem bu, bana bu bütçe doğrultusunda ısıtma aydınlama öner” deme hakkına sahiptir mal sahibi. Bunun gibi nedenler işverenin proje üretim sürecine müdahale hakkı getirir. Buna mimar karışamaz, “benim projeme kimse yorum yapamaz” deme hakkına sahip değil, kendi binası değil çünkü.
Yalnız burada bir sıkıntımız sözleşmeyi yapanla kullanıcının farklı olması. GEV sözleşmeyi imzalamış ödeme yapmış ama kullanıcı üniversite.
Söyleşinin ilk bölümünü burada kesiyorum. Açmazların özel olarak kısaca ele alındığı, TMMOB'nin konudaki rolünü ve GEV'in üzerine düşen sorumluluklarla birlikte Mimarlar Odasının beklentisini içeren ikinci bölümü bir sonraki yazımda okuyabilirsiniz.