Ne pahasına olursa olsun bir şeyi çok fazla isteyene "senin gözün dönmüş" derler. Birinin gözü dönmüşse, ne yapacağı belli olmaz. Ne tarafa çakacağı belli olmayan "şey" gibidir.
Bu "şey" her şey olabilir.
Açlıktan gözünüz dönmüştür. Herkesin şaşkın bakışları altında ne bulursanız yersiniz.
Kızgınlıktan gözünüz dönmüştür. Her şeyi yapabilirsiniz. Biri "dur!" demezse belki de yaşamınızın bundan sonrasını zehir edecek şeyler yapabilirsiniz.
Yani gözü dönenin yapmayacağı şey yoktur. Sınırları yalnızca; -varsa eğer-, sosyal kontrol mekanizmasının harekete geçmesiyle söz konusu olabilir.
Veya sizden daha fazla "gözü dönük" birinin "dur!" demesi. Yani bu durumda ancak Tırsma Hâli sizi durdurabilir.
Kendisini çok tehlikede görenlerde; kendisini Kaf dağının tepesinde görenlerde; feodal ilişkileri yoğun olanlarda -ki bu haller daha da çeşitlendirilip uzatılabilir- "göz dönmesi" hâli çok sık görülebilir ve çok şiddetli olabilir.
Bir psikiyatr değilim ama yine de kırk yılı devirmiş bir avukat ve tecrübeli bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olarak gözü dönükleri gözlerinden anlarım. Mümkünse bulaşmamaya çalışırım.
Bir de "göz dönmesi" ile "şaşırma yetisinin yitirilmesi" hallerinin ilişkisi dikkatimi çekti bu günlerde.
Sanki "göz dönmesi" halleri fazlalaştığında muhatap olan sizin "şaşırma yetiniz de" yitiyor gibi.
2016 yılı 15 Temmuz'undan itibaren "şaşırma yetimin" giderek artan bir ivmeyle yitirdiğimi gördüm.
"Bu kadar da sallanmaz ya!" dedirten distopik bilimkurgu filmlerine taş çıkartan FETÖ saldırısında, tepemize Türk Silahlı Kuvvetlerine ait savaş uçakları tarafından yağdırılan bombalar…
Dünyanın sayılı otoriter ve sıkı idareci Cumhurbaşkanlarından Erdoğan'ın darbe gecesi darbeyi eniştesinden öğrenmesi…
Buna rağmen o ülkenin MİT Müsteşarının halen görevde tutulması…
Bunca FETO askerini orduya kazandıran zamanın Genel Kurmay Başkanının azil yerine Milli Savunma Bakanı yapılmasını…
Ne işe yaradığı hâlâ belli olmayan politika faizini indirip dövizi iki saat içinde zıplattıktan sonra da o büyük ekonomi gurusunun, insanları ve piyasayı KKM bağımlısı yapıp hiçbir şey olmamış gibi nutuk ve parmak sallamaya devam etmesi…
İktidarın Küçük Ortağının Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin Anayasa Mahkemesi için "Nerede bir hain varsa Anayasa Mahkemesi oradadır" dedikten sonra bir de "Anayasa Mahkemesi kapatılmalıdır" cümlesini sarf edip daha sonra da hızını alamayıp aynı Mahkemenin üyelerine "Bir gün emekli olup o cübbeyi elbette çıkaracaksınız o zaman göreceğiz" demesi…
Herkesin gözünün içine baka baka zamanın İstanbul Cumhuriyet Başsavcısının hülle usulü önce Yargıtay'a oradan da Anayasa Mahkemesine adeta bir hükümet komiseri gibi göndertilmesi…
Ve öyle gidiyor. ..
Listenin tümünü verirsek T24'ü bu günlük kapatmış olacağımdan burada bitiriyorum.
O günden bu güne kadarki "göz dönmeleri halleri" yazılsa zamanın metrelerce uzunluktaki ansiklopedileriyle yarış yapılabilir.
Yani demem o demedir ki tam da artık "hiçbir şeye şaşmam" dediğim anda şaşma yetimin henüz yitmediğini tuhaf bir duygu ve yarım dudak gülümsemeyle anladım.
İmamoğlu davası kararı son darbeyi vurdu.
Önceki hakimin, -kurbanın, katilinin adını kanıyla duvara yazması gibi- sürülme nedenini; "Beni, tecil edilebilecek bir mahkûmiyet kararı vereceğimi bilenler sürdürdü, oysa eşim İstanbul 2 Nolu Barosuna kayıtlıdır" demesiyle; Cumhurbaşkanı'nın "Allah'ından bulsun bu sefer bu işe karışmayacağım" diye düşündüğü tarafımdan zannedildikten sonra; onca Yargıtay kararına rağmen en azından tecilli mahkûmiyet beklerken, basit bir Asliye Ceza davası küt diye dünyanın bilmem kaçıncı ekonomisine, NATO'nun en güçlü ordusuna sahip olan güzel memleketimin gündeminin tam da ortasına oturdu.
Hadi Kemal Bey bilemedi hukukçu değil. Ya ben? "Bir avukat olarak bir kulağının arkası kalmış olan ben(!)"
Ama sonra sevindim, tam da olması gereken "şaşırma yetimi" demek henüz yitirmemişim derken; rahmetli Hakkı Devrim'den apartma; onca "Köşe Kadısının" Kemal Bey ve danışmanlarını saflıkla eleştirmesi karşısında anlatamayacağım tuhaf duygulara kapıldığımı söylemek zorundayım.
Bu duyguların mahiyeti de psikiyatri dalına girdiğinden başka bir yazının konusu olabilir.
Evet bu mahkûmiyet kararının adı siyaset ve yargı literatüründe "siyasette ve yargıda göz dönmesi" hâlidir ve bence fakültelerde okutulmalıdır.
Aynı İmamoğlu'nun kazanamaması için Abdullah Öcalan'ın kardeşinin TRT'ye çıkarılması gibi; burada da bu oldu.
Akıl baştan gitti.
Gözler döndü, adeta yalnızca akı göründü.
Baş hazret, mağduriyet durumundan kendisinin zamanında nasıl kazançlı çıktığını unuttu.
Bunu unutmakla kalmadı; İmamoğlu'nun iptalden sonraki ikinci seçiminde attığı farkı da unuttu.
Bu tuhaf halkın böylesi durumlarda seçim yaparken mağdurun tarafını nasıl tuttuğunu da unuttu.
Kendi tarihini de unuttu.
Ve açtı telefonu ilgili bakana gereken emri verdi: "Topal ördek kesile…"
Velhasılı kelam tuhaf duygular içindeyim.