Santiago, bize ilk izlenim olarak nedense Buenos Aires kadar güzel ve ilginç bir kent olarak görünmüyor. Ȍğleden sonra sokağa çıkıyor ve yavaş yavaş kenti keşif gezimize başlıyoruz. Űlkenin başlıca ibadethanelerinden birisi olan Katedral’e (La Catedral Metropolitana) gidiyoruz. Katedral’e doğru yürürken Şili’nin, Arjantin’den çok daha gürültülü ve şenlikli bir yer olduğunu anlıyoruz. Arjantin’de böyle birşeye tanık olmamıştık, Santiago’da merkezde, neredeyse her sokakta gösteri yapanlar var: sokak kukla tiyatroları, müzik grupları, dans eden yerliler, davulcular vb... gibi. Ȍzellikle genç bir davulcu ile çocuk yaştaki ona eşlik eden davulcunun gösterileri izlenmeye değer. Onları kent merkezinin değişik yerlerinde, çevrelerinde onları izleyen bir kalabalık içinde her gün görüyoruz. Kent merkezinde bir parkta otururken, bir adam ile sohbete başlıyoruz. Altmış yaşlarında gösteriyor adam. Bize soruyor: “Nerelisiniz?” Can hiç düşünmeden yanıt veriyor: “Shanghay.” Adam yüzümüze bakıyor, özellikle gözlerimize, bizi pek Shanghay’lıya benzetemiyor ama yine de şöyle diyor: “Modern bir kent değil mi?” Katedral, Plaza de Armas caddesi üzerinde. Depremlerden sonra aktüel bina 1748 yılında inşa edilmiş ve birçok kez de reformdan geçmiş. Katedralin içinde değerli resimler, freskler ve vitraylar var. Kenti ziyaret edenlerin mutlaka gördükleri bir yer.
Daha sonra ertesi gün ünlü Başkanlık Sarayı’na (Palácio de La Moneda) gidiyoruz. Burası aynı zamanda askeri darbe sırasında Allende’nin vurulduğu yer. Beyaz olan Başkanlık Sarayı’nın ziyarete açık bölümünde bahçede demokrasiyi simgeleyen çeşitli sanat yapıtları ve sanatsal düzenlemeler yer alıyor. Uluslararası gazete haberleri burada sergileniyor. İçeride bir salon müze şeklinde düzenlenmiş ve 1973 darbesinin ertesi günü çıkan ulusal ve bazı uluslararası gazete haberleri burada sergileniyor. Bir gazete kupüründe sekiz sütuna manşet şöyle yazıyor: “Junta militar controla el pais (askeri cunta ülkenin kontrolünü aldı)” Yine aynı salonun başka bir bölümünde kadın ve işçi hareketlerinin düzenlediği etkinlikler ile ilgili afişler bulunuyor. Adalet Bakanlığı’nın önünde ayakta duran büyük bir Salvador Allende heykeli var ve bu heykel demokrasiyi simgeliyor. Bu heykelin hemen altındaki bir plakada Salvador Allende’nin söylediği şu sözler yazıyor: “Tengo fe en Chile y su destino (Şili’ye ve onun yazgısına inanıyorum).”
Modern zamanların en büyük şairlerinden birisidir. O, Salvador Allende’nin yeğeni ünlü romancı İsabel Allende’nin kitabında “şair” olarak geçer. Salvador Allende’nin yakın dostudur.
O öldüğünde, Pinochet diktası üç günlük ulusal yas ilan etmiş, ancak bu yas karar yürürlüğe girmeden üç gün önceden başlatılmış. Böylece ulusal yas, daha başlamadan kâğıt üstünde sona ermiş. En iyi direniş ve aşk siirlerini o yazdı belki de. Ve hayatını bir şiir gibi yaşadı. O halkından aldığı güçle o kadar güçlüydü kü, diktatörlük bile ona dokunacak cesareti sahip olamadı. Zaten darbeden ve yakın arkadaşı Salvador Allende’nin öldürülmesinden günler sonra hayata gözlerini kapadı.
Neruda’nın Şili’de üç tane evi var. Bunlardan birisi La Chascona Santiago’da, diğeri La Sebastiana liman kenti Valparaiso’da. Űçüncü ev ise Kara Ada’da (Isla Negra). Biz bunlardan ikisini ziyaret ediyoruz. Ȍnce Santiago’daki La Chascona’ya, sonra da Valparaiso kentindeki La Sebastiana’ya gidiyoruz. Neruda mimariye özel ilgi duyan bir şairdi. Bu yüzden evlerin mimarisinin özgün olmasını istedi. Rüyalarındaki evleri inşa etti. İlk olarak Neruda Vakfı’nın bulunduğu La Chascona’yı ziyaret ediyoruz. Burası 1952 yılında Neruda’nın son eşi Matilde’ye olan büyük aşkını simgeliyor. Ev üç bölümden oluşuyor merdivenler, küçük taş yollar ve çok güzel bir bahçe. O gün ev, turistlerle dolu, İspanyolca ve İngilizce konuşan rehberler eşliğinde evi geziyoruz. Evde Pablo Neruda’nın özellikle Şili büyükelçisi olarak görev yaptığı yıllarda çeşitli ülkelerden getirdiği özgün eşyalar ve sanat yapıtları var. Ayrıca eşi Matilde’nin birkaç portresi de bulunuyor. Merdivenlerin yan tarafı taşlarla örülmüş ve burada gölgede serinleme olanağına sahip oluyorsunuz. Neruda, bazı şiirlerini işte burada bu evde ve bu ağaçların altında yazmış. Bahçenin üzeri tamamen üzüm yaprakları ile kaplanmış neredeyse. Űzümler yaprakların arasından aşağıya sarkıyor. Bu yüzden bahçe yazın çok serin oluyormuş. Birkaç Brezilyalı turist ile sohbet ediyoruz. Rio de Janeiro’dan gelmişler. Santiago’ya gelen turistler genellikle bu evi ziyaret ediyorlar. Bahçede oturuyor ve evin bahçeye bakan duvarlarındaki resimlere ve Neruda’nın siyah beyaz büyük fotoğrafına bakıyoruz. Ev adeta bir sanat galerisi gibi. Bahçeye açılan kapının çevresi bile sanatsal motiflerle işlenmiş. Bu taş duvarlar, Neruda’nin sesine, sessizliğine, gülüşüne ve hüznüne tanıklık etmişler. Akşama doğru karmaşık duygular içerisinde evi terk ediyoruz.
Valparaiso, Pasifik Okyanusu kıyısında çok güzel bir liman kenti.
Kentin tarihi bölümü UNESCO tarafından insanlığın ortak mirası olarak ilan edilmiş ve korumaya alınmış.
Neruda’nın buradaki evine gitmek için bir asansöre binmemiz gerekiyor. Yukarı o kadar dik ki ancak asansör ile çıkılıyor. Bu bölgeye Concepción deniliyor. Neruda’nın evi de bu mahallenin yukarılarında kalıyor.
Asansör dik bir yokuştan yukarıya doğru gürültü ile tırmanıyor. Asansörden çıktıktan sonra orada son derece güzel ve estetik inşa edilmiş, çeşitli renklerde boyanmış evlerin olduğu mahalleyi geziyoruz. Burası turistik bir yer aynı zamanda. Daha sonra Neruda’nın evine doğru yürümeye, daha doğrusu tırmanmaya başlıyoruz. Ancak yokuş o kadar dik ve uzun ki bir türlü eve ulaşamıyoruz. Oradan geçen bir taksi ile eve geliyoruz nihayet. Burası yokuşun en tepesinde bir yerde ve tüm Valparaiso’yu ve Pasifik okyanusunu, limandaki gemileri görüyor.
Bu evde Neruda birçok şiir yazmış. Okyanusa bakan büyük pencereler gerçekten etkileyici ve ilham verici. Bu evin adı “La Sebastiana.” Yapım 1961 yılnda tamamlanmış. Bu evde de yine Neruda’nın yaşadığı dönemin zevkini yansıtan eşyalar ve çeşitli sanat eserleri yer alıyor.
Hava iyice kararınca evden çıkıyor ve kendimizi yokuş aşağıya okyanusa doğru vuruyoruz. Kulaklarımızda bir fısıltı gibi esen rüzgâr bize Neruda’nin şiirlerini okuyor:
“Bir attır rüzgâr: denizde, gökte devineni dinle. Götürmek ister beni: dinle nasıl devinir dünyada taşımak için beni uzaklara.”