Anlaşıldı. Bu ülkedeki “İslami kimliğin” etrafında oluşmuş siyaset de, Cumhuriyeti kurmuş “laik kimliğin” etrafında oluşmuş siyaset de ülkeye gerçek bir demokrasi getiremeyecek. Yalnızca kendi kimliğinin anlayış ve değerleri etrafında oluşmuş, toplumdaki diğer kimlikleri dışlayan bu siyaset anlayışlarınınşimdiye dek gösterdikleri performanstan çıkan sonuç bu. 1946’da toplumun önüne ilk sandık konulduğundan bu yana ötekini yoketmeyi göze alabilecek kadar düşmanca olabilen bu “kimlik siyaseti” tabii ki “demokratik bir siyaset” değil. Ama anlaşılan tarihin çarkları son hükmünü henüz vermediğinden bizdebu siyaset tarzı hala ayakta.
Kimlik siyasetine,kimliğin sorunlarını dile getirmek bakımındanmeşru bir siyaset olarak bakılabilir. Ama bu siyaset tarzı diğer demokrasilerde olduğu gibi “yarışmacı” değil“kutuplaştırıcı ve çatışmacıdır”. Karşındakini “rakip” olarak değil daha çok “hasım” olarak, yani “düşman” olarak görür. Asla uzlaşmalara, diyaloglaraaçık değildir ve çokluk kavga içerir.
Daha on yıl öncesine kadar büyük bir kibir ve nobranlıkla “Başörtülü karısı olan Cumhurbaşkanı istemeyiz!” diklenmesini yapabilmiş“laik kimliğin” siyaset elitibugünlerde benzer bir kibir ve nobranlıkla kendisine “Buraya Topçu kışlası yapacağım,o kadar!” diyen “İslami kimliğin” siyasetine karşı ayaklanmak istiyor. Sanki doksan yıllık Cumhuriyet tarihinde yönettiği ve her türlü baskıyı, katliamı ve cinayetleri yapmış olduğu devlet mekanizmasının şimdi artık “İslami kimlik siyasetin” elinde olduğunu unutmuş gibisavunmasız gençlerini sokağa sürüyor.
Kimlikler siyasetininin “çatışmacı” evrenini, halkın önüne dört yılda bir sandık konuluyor olduğundan dolayı demokratik sanmak tek kelimeyle safdilliktir.Türkiye halkı, bizdeki demokrasinin, yani sandığın, eğilmez ve bükülmez devleti ele geçirmekten başka bir anlamı olmadığını ve bu nedenle de her daim devletten uzak durmak gerektiğini bilir. En azından toplumdaki elitlerin dışındaki halk böyle düşünür. Örneğin bugün maliye uzmanlarının bütün gayretlerine rağmen “kayıtdışılık sorununu”bir türlü çözememeleri toplumun devleti bir türlü kendi devleti olarak görmüyor olmasından değil midir?Ama ne yaparsınız ki bizdeki demokrasi “oyunu” böyle bir oyundur ve yaşlılar için bu oyuna uymak her şeye rağmen tek yoldur.
Ama gençlik böyle değil. Onlar bu “orta oyununu” görüyorlar ve sırtlarında küfe olmadığından dolayı da kolayca söylüyorlar. “Yutmuyoruz bu oyunu’” diyorlar. “Benim hayatım benimdir ve benim hayatımla ilgili hiç bir karar bana sorulmadan alınamaz” diyorlar. O nedenle de hayatlarına, parklarına ve şehirlerine sahip çıkıyorlar. Üstelik de bunu bir tür kimlikler-üstü bir demokrasi anlayışıyla yapıyorlar. “Sizin kimlikleriniz sizin olsun biz kimliklerin ötekileştirmenin bir aracı olduğu bir demokrasi istemiyoruz” diyorlar. Yani bu “kimlikler demokrasisine”, yani bu yaşlıların seyretmekten henüz bıkmadıkları bu “orta oyununa” itiraz ediyorlar.
Parktan yükselen bu sözleri ne “Kemal’in askerleri” ve ne de “Tayyip’in askerleri” gölgelememeli. Çünkü bu sözler ne “laik kimliğin” ve ne de “İslami kimliğin” yürütmekte oldukları “kimlik siyaseti”nin parçasıdırlar. Bu sözler ne her gece ellerinde tencere tavalarla, Nazi subayı edasıyla motosikletleriyle tur atanlarla ilgilidir ve ne de meydanlara yüzbinleri yığarak topluma nizamat verme heveslisi ahlakçı başbakanın tutumuyla ilgilidir. Aksine bu sözler bu “kimlik siyaseti”nin sonlandırılması ve “kimlikler-üstü”, yani bütün kimliklerin taleplerini içeren gerçek bir demokrasi talebiyle ilgilidir. Yani yıllardır bir türlü becermediğimiz ve artık tadı tuzu kalmamış bu “orta oyunu”na son verilmesi talebidir.
Özetle Nazımın şiirine atıfla diyebiliriz ki;
“Bir yeni demokrasi talebidir yükselen Gezi parkında ve ne AKP bunun farkında ve ne de CHP farkında”.