Anayasa Mahkemesi’nin Balbay ve Haberal kararları eşitlik ilkesine aykırı
Anayasa Mahkemesi; milletvekilleri Mustafa Balbay ve Mehmet Haberal’ın, tutuklulukların İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.5 (özgürlük ve güvenlik hakkı) ile Ek 1. Protokol m.3 (serbest seçim hakkı) ve Anayasa m.19 (kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı) ile seçme ve seçilme hakkını düzenleyen Anayasa m.67/1’e aykırı olduğu iddiası ile yaptıkları başvuruları, 4.12.2013 tarihli toplantısında haklı görüp kabul etmiş ve bu konuda kısa kararını açıklamıştır. Konu ile ilgili gerekçeli kararlar beklenmektedir.
Ancak öncesinde kısa bir hukuki durum tespiti yapmak isabetli olacaktır. 12 Eylül 2010 tarihinde Anayasa m.148’de yapılan bir ekleme ile İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin güvencesi altında bulunan hak ve hürriyetlerinden herhangi birisinin ihlal edildiğini iddia eden bireye, 23.09.2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar hakkında Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yapabilme hakkı olduğu kabul edilmiştir.
Anayasaya uygun düzenleme, 6216 sayılı Anayasa Mahkemesi’nin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45 ila 51. maddelerinde düzenlenmiştir.
Somut olayda başvurucular, özgürlük hakları ile seçilme haklarına bağlı siyasi katılım haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Anayasa Mahkemesi, yapılan başvurulara konu somut olayların özelliklerini dikkate alıp değerlendirmiş ve sonuçta bir tedbir olan tutuklamada makul sürenin aşıldığını, buna bağlı olarak da seçilme hakkının ihlal edildiğini, yani başvurucunun parlamento çalışmalarına katılmalarının uzun süre engellenmesi suretiyle milleti temsil edemedikleri, bu yolla seçilme ve temsil haklarının engellendiği sonucuna varmıştır.
6216 sayılı Kanunun 48. maddesi dikkate alındığında Anayasa Mahkemesi, başvurucuların haklarına yönelik ihlallerinin önemli olduğunu ve uğradıkları zararın ciddiyetini kabul etmiştir. Ancak Yüksek Mahkeme, başvurucuların temel hak ve hürriyetlerinin korunması için alınması zorunlu tedbiri gerek görmemiştir. Bizce mümkün olmamakla birlikte, tutuklu başvurucuların Anayasa Mahkemesi’nin alacağı tedbir kararı ile kendiliğinden veya Yerel Mahkeme ya da Yargıtay’a gönderilecek bir kararla salıverilmeleri gerektiği ileri sürülmüştür ki, bunun kabulü 6216 sayılı Kanunun m.50/2 karşısında mümkün değildir. Bu hükme göre Anayasa Mahkemesi, ancak ihlale sebebiyet veren mahkeme kararı ile ilgili yeniden yargılama yapılmasını sağlamak üzere verdiği karar ile dosyayı ilgili mahkemeye gönderebilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan durumda Anayasa Mahkemesi, başvurucu lehine tazminata hükmedeceği gibi başvurucuya genel mahkemelerde dava açması yolunu da gösterebilir. Bunun dışında Anayasa Mahkemesi’nin kararı, kendiliğinden Yerel Mahkeme kararını ortadan kaldıramaz ve bozamaz.
Esas itibariyle, milletvekili yargılanamaz ve tutuklanamaz. Milletvekilinin Anayasa m.83/2’de gösterilen istisnai suçlardan birisini işlediği düşünülmekte ise, milletvekili yargılanabileceği gibi, Ceza Muhakemesi Kanunu m.100’de gösterilen şartların varlığı halinde tedbir amaçlı tutuklanabilecektir. Bu açıdan, milletvekili ile bu sıfatı taşımayan birey arasında hiçbir fark bulunmamaktadır. Bu farkın oluşturulup milletvekilin her durumda tutuksuz yargılanması amacıyla Anayasa ve yasa değişikliği hazırlığı yapılsa da, bu konuda bir sonuca varılamamıştır. Bu konuda bir değişikliğe gidilmemesi de hukuk adına isabetli olmuştur. Mevcut durumda, milletvekilini tutuklama tedbiri bakımından deyim yerinde ise sade vatandaştan farklı kılan bir hukuk kuralı bulunmamaktadır.
Esasında Türk Hukuku’nda, bir tedbir olsa da sık ve uzun uygulanan tutukluluklardan dolayı tutuklama bir tedbir olmaktan çıkıp cezaya dönüştüğü ileri sürülmektedir. Hukuk kültürümüz, maalesef uzun yargılamaları ve tutuklanan kişinin suçlu olduğu anlayışını benimsemiş durumdadır. Şimdi ise, makul süreyi aşan uzun tutukluluklar sebebiyle değişik çözümler bulunmaya çalışılmaktadır. Anayasa Mahkemesi’nin yazımıza konu kısa kararlarında, somut olayın özelliklerine göre üç, dört veya beş yılı bulan tutuklulukların makul süreyi aştığı kabul edilmiştir. Bu kararlar isabetli olup, umarım gerekçeleri ile de Türk Hukuku’nun hatalı uygulamalarının değişmesine yardımcı olacaktır.
Belirtmeliyiz ki Anayasa Mahkemesi’nin bu kararları, yerel mahkeme aşaması biten davalarda yargılanan başvuruculardan tutukluluğu devam eden Mustafa Balbay’ın sorununu hemen çözemeyecektir. Gerçi dosya gerekçeli karar yazımı henüz tamamlanmadığı için Yerel Mahkemede olduğundan, Yerel Mahkeme tarafından Anayasa Mahkemesi kararının dikkate alınması gerektiği söylenebilir. Bunun ötesinde Anayasa Mahkemesi, işin aciliyeti gereği sorunun çözüme kovuşturulması amacıyla Mustafa Balbay’ın tutukluluk durumunun yeniden gözden geçirilmesi ve konu ile ilgili hukuka aykırılığın giderilmesi için kendisinde bulunan dosyayı Yerel Mahkemeye de gönderebilir. Kanaatimizce 6216 sayılı Kanunun 50. maddesinin 2. fıkrası uyarınca doğru olan budur.
Dosya temyiz incelemesi için Yargıtay’a gittiğinde, hem tutukluluk süreci uzayacak ve hem de Anayasa Mahkemesi’nin kararı konusunda Yargıtay kendisini muhatap kabul etmeyecektir. Çünkü başvuru, Yerel Mahkemenin tutukluğun devamı ve uzatılması kararına karşı yapılmıştır. Bununla birlikte, asıl amacın uzun ve haksız tutuklama tedbirine son verilmesi olmasından bahisle Anayasa Mahkemesi kararının Yargıtay tarafından dikkate alınması gerektiği savunulabilir.
Son olarak; Anayasa Mahkemesi kararlarını bir yönü ile eleştirmek mümkündür. Her ne kadar kararlar somut olayın özellikleri kapsamında verilseler de, milletvekillerinin uzun süre tutuklanmaması gerektiği ve bunun ters anlamından bu sıfatı taşımayan bireyin uzun süre tutuklanabileceği çıkmaktadır. Bu tür bir sonuç; Anayasa, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ve Ceza Muhakemesi Kanunu’nun tutuklama tedbiri ile ilgili hükümlerine, “hukuk devleti” ve “eşitlik” ilkelerine aykırı olacaktır.
Bir başka ifadeyle, başvurucunun uzun süre tutuklu kalması nedeniyle milletvekili olarak yasama faaliyetlerine katılamadığı ve dolayısıyla Milleti temsil yetkisinin ölçüsüzce ihlal edildiği, bu şekilde tutuklulukta makul sürenin aşıldığı gerekçesi isabetli olmayacaktır. Anayasa Mahkemesi başvurucuların, tutuklanmasına dair sebep ve gerekçelere karşı yapılan başvurularını açıkça dayanaktan yoksun görmekle birlikte, uzun süre tutukluluklarını hukuka aykırılığını ve seçilme haklarının ihlal edildiğini kabul etmiştir. Milletvekili olmayıp seçilme hakkı ihlal edilmeyen, fakat uzun süre tutuklu kalan şüpheli veya sanığın kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edilmediği gibi tehlikeli bir sonuca ulaşılabilecektir ki, bu sonucun kabulü mümkün değildir. Bu sebeple Anayasa Mahkemesi kararlarını, başvuruya konu ve somut olayın özellikleri ile sınırlı incelemek gerekir. Anayasa Mahkemesi’nin uzun tutuklulukla ilgili emsal kararları, sadece tutuklu milletvekillerinin değil, tüm tutuklu şüpheli ve sanıkların da haklarını koruyacak şekilde dikkate alınıp değerlendirilmelidir.
Son olarak belirtmeliyiz ki, tutuklanma yoluyla bir insanın hangi hak ve hürriyeti ihlale uğrarsa uğrasın, masumiyet/suçsuzluk karinesi altında iki veya üç yıl, hatta altı ay veya bir yıl yerel mahkeme aşamasında tutuklu yargılanmasının haklı açıklaması olamaz.