Dün basına New York Times gazetesinin bir haberi yansıdı. Her nasılsa Türkiye’nin ve İran’ın dahil edilmediği bir harita üzerinde, parçalanma potansiyeli yüksek ülkeler olarak Irak, Suriye, Suudi Arabistan, Yemen ve Libya isimlerine yer verilip, bu ülkelerin parçalanması suretiyle 14 yeni ülke kurulacağı iddia edilmiştir. Ülkemizde “Barış Süreci”, “Çözüm Süreci”, “Demokratikleşme”, “Özgürleşme”, “Demokratikleşme mi statüko mu” tartışmaları devam ederken, yabancı basın gözardı edilemez haritalı bir analiz ortaya koymuştur. Bu haberi ve haritayı ciddiye alıp değerlendirmek gerekir.
Analizde, daha önce bir yazımızda değindiğimiz gibi Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilmesinin yapıldığı, bunun bir hedef olarak görüldüğü, özellikle mezhep ve ırk üzerinden ayrışmalara gidileceği, iki büyük komşumuz Suriye ve Irak’ın bu kapsamda olduğu anlaşılmaktadır.
Suriye ile ilgili senaryo ortadadır. Suriye’nin; batısında Alevi, güneyinde Dürzi, ortasında Sünni ve kuzeydoğusunda Kürt bölgesi olarak ayrışacağı ileri sürülmektedir. Irak’ın parçalanma senaryosu da, mezhep ve ırk üzerinden şekillendirilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti ile doğrudan ilgili olmasa da, benzer senaryoların Suudi Arabistan, Yemen ve Libya’yı kapsadığı görülmektedir. Emperyalizm, “böl, parçala, yönet” anlayışını Müslüman ülkeler üzerinde, bilhassa Arapları hedef alacak şekilde gündemine almış ve 19. yüzyılın anlayışından hiçbir sapma göstermemiştir.
Bu parçalanmanın isabetli olmayacağı, yarar sağlamayacağı, aksine birleşip uluslaşmanın isabetli olacağı, mezhep ve ırk üzerinden ayrışmanın bölgeye hiçbir katkıda bulunmayacağı tartışmasızdır. Bundan ötesi, emperyalizmin hedefinde olduğu anlaşılan parçalanmanın kolay, sancısız, çatışmasız ve kansız olması da mümkün değildir. Yine insanlar ölecek, yaralanacak, sakat kalacak, bu kayıpları hiç dikkate almayan emperyalizmin bir yüzünde para ve diğer yüzünde de meşruiyet kavramları olarak sahte insan hakları, demokrasi ve özgürleşme yer alacaktır.
Dünyanın düzeni bu olsa gerek, hiçbir zaman rahat kalamazsınız ve bırakılmazsınız. Daha çok para kazanmak, güç elde etmek ve hakimiyetini sürdürmek isteyen emperyalizm, elinde tuttuğu her türlü imkanla hedefine odaklanmıştır. Bu zamanlarda hedef, mezhep ve ırk çatışmaları üzerinden parçalanmış Ortadoğu, uydu devletler, yönetilmeye hazır, zayıflamış, küçülmüş, birbirine düşmüş, dış desteğe muhtaç hale getirilmiş, yani klasik tanımlama ile çıkara dayalı kukla devletçiklerinin oluşturulmasıdır. Bu amaçla kullanılan argümanlar; “senin mezhebin farklı”, “senin etnik kimliğin/ırkın farklı”, “sen bağımsız olmalısın”, “sen başkasının kölesi olamazsın”, “başkaldır” olarak gözükmekte ve insanlar bulundukları ülkelerin şartlarına göre ayaklanmaya teşvik edilmektedir.
Bu teşvik, elbette silah, para ve insan gücü ile donatılıp, parçalanma adayı devlet her açıdan yalnız bırakıldığında, çok tehlikeli bir hal alabilmektedir. Çünkü devlet yalnızlaştırılmakta, meşru hükümete sahip olduğunu dahi söyleyemez, kendisini, siyasi, hukuki ve askeri açıdan savunamaz hale getirilmektedir. Hiç kimse şunu soramaz; “başka ülkenin iç işine niye karışıyorsunuz?”. Cevap hazırdır; “Orada yaşayan ve ezilen insanların korunması lazım”. Ancak hakikat asla bu değildir.
Emperyalizm, “devlet” adı altında postmodern derebeylikleri, deyim yerinde ise istedikleri gibi at koşturabilecekleri bölgeleri oluşturma hevesine koşar adım gitmektedir. Emperyalizm bu noktada da, bağımsızlık, özgürlük, demokrasi ve eşitlik gibi kavramları gündeme taşımakla birlikte, umurunda da değildir. Afganistan, Irak, Libya ve birçok ülkeye ne derece barış, bağımsızlık, özgürlük ve demokrasi geldiği ortadadır.
New York Times gazetesinin haberinde, bölgenin büyük güçleri olan düşman kardeşler olarak tanımlanan, esas itibariyle başta tarih olmak üzere birçok değerde birleşmesi gereken Türkiye ve İran’ın başına ne geleceği ise tanımlanmamıştır. Kanaatimizce, harita bilinçli olarak dar tutulmuş ve ilk hedef sonrasına bırakılmıştır veya bu tür bir haritanın henüz teşhir edilmesi erken görülmüştür.
Ülkemizde “demokratikleşme”, “barış süreci” vesair kavramların tartışılması doğaldır. Ancak insanlar, “Bize ne olacak?”, “Geleceğimiz ne olacak?” sorularının cevaplarını merak ediyor. Harita sırasının bize geleceği parçalanmaya aday bir ülke mi olacağız, yoksa kafamızı kaldırıp dosta düşmana, “Burası Türkiye Cumhuriyeti’dir, verecek bir karış toprağımız yoktur” mu diyeceğiz? Bugünleri rahat geçirip, geleceğimize, çocuklarımıza ve gelecek nesillere kan, gözyaşı bırakacaksak, arkamızdan iyi konuşulmayacaktır.
Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan herkesin sorunu olabilir, ancak herkes eşittir. Din, dil, ırk, köken üzerinden ayrışmaya gidildiğinde, bunu iyiniyetli görmek mümkün değildir.
Demokratikleşmeyi, tüm vatandaşların devlet politikalarının tespitine eşit katılımı, özgürleşmeyi de herkesin bu sürece eşit katılımı olarak değerlendiriyoruz. Elbette bunun da temelini, hukuk, adalet ve düzen teşkil eder. Hukuk ve adalet sorunlarını çözmedikçe, “özgürleşme” kavramı etkisiz kalacaktır.
Birilerinin “Bugün bunu aldık, zamanı gelince daha fazlasını alacağız” şeklindeki tahrik edici ifadeleri bizleri incitmektedir. Emperyalizmi arkasına alıp, onun sömürgeci yanından kendisine pay kapmak ve Ülkeyi parçalamak isteyenlerin hevesleri kursağında kalacaktır. Gerçeği görmenin vakti gelmiştir. Geçmişte ezildiğinin söyleyen, hak ve hürriyetlerinin çiğnendiğini haykıran vatandaşlara kardeşlik elinin uzatılması ve sorunlar konusunda herkese eşit yaklaşılması gerekir. Ancak bu el uzatma, Devlet ve Milletin bir güç kaybı olarak görülmemeli, meseleyi özgürlükler açısından değil de, Ülkenin üniter yapısının yeniden şekillendirilmesi olarak algılanmamalıdır.
Hangi Anayasa, hangi kanun çıkarılacaksa, hangi karar alınacak ve hangi eylem icra edilecekse, önce Türkiye Cumhuriyeti’nin ve vatandaşlarının menfaatleri gözetilmek zorundadır. Hiçbir ülkenin ve hiçbir gücün menfaati bunun üstünde tutulamaz.
Yazarın son sözü: Demokratikleşme seçim sistemi ile ilgili olup, vatandaşların devlet politikasını belirlemeye katılım yetkisinin en iyi ve eşit şekilde sağlanması amacıyla yapılır. Temsili demokraside demokratikleşme, vatandaşın iradesinin parlamentoya en iyi ve isabetli şekilde yansımasıdır. Bunun yolu da seçim barajının kaldırılması veya azaltılması ve kalabalık toplumlarda ön seçimdir.
Kanaatimce Türkiye Cumhuriyeti’nin ajandasındaki önemli sorunlar; sınırlarının güvenliği, komşularının dirlik ve düzeni, onlardaki rahatsızlıkların bize ne şekilde yansıdığı ve yansımaya devam edeceği, bunun yanında Ülkemizin birlik ve bütünlük içinde yaşamını sürdürüp sürdüremeyeceğidir.
Ülkemizin geleceğini, Anayasa ile güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını barışçıl şekilde kullanan bireylere karşı orantısız şiddet kullanılması ve bu bireylerin hak ve özgürlük taleplerinin yok sayılması ile cebir-şiddete başvurmak suretiyle suç işleyen ve kamu otoritesinden bu yolla hak ve özgürlükler sağlayıp, şiddete dayalı yöntemini zımnen meşrulaştıran düğümün hangi yöntemle çözüleceği şekillendirecektir.
Umarım Türkiye Cumhuriyeti kısa vadeli düşünmez. Çünkü sıkıntılı Ortadoğu coğrafyasında bağımsızlığımızı ve varlığımızı baki kılmak adına, bireyin modern demokratik toplumların esası olduğunu unutmaksızın, hak ve özgürlükleri esas alarak kendi geleceğimiz için doğru olan kararı vermek zorundayız.