Pandemiden burnumuzu henüz çıkaramamışken, tam da ağzımızı burnumuzu örten maskeleri fırlatıp pandeminin nereye varmış olduğunu şöyle bir test etmeye niyetlenmişken, bu kez de pandemi boyunca adını çokça andığımız eski bir virüsün Afrika'daki kuzeni düştü önümüze.
En az yarım yüzyıldır bilinen eski ve görece daha tanıdık olan bu virüs, Afrika'daki ormanları terk edip insanlar ve kıtalar arası yolculuğuna başlamış görünüyor.
Çiçek hastalığı ile yakın akraba oluşu ise kamuda endişe yaratıyor. Bir türlü bitemeyen, gelişini öngördüğümüz halde önleyemediğimiz, bitişini umut etmekten bitkin düştüğümüz pandemiyi ancak unutarak atlatmaya çalışırken henüz açıktaki sinir uçlarımızı karıncalandırıyor.
Aslında endişelenmesi gereken kamu değil, pandemiden almaları gereken dersleri almış olacaklarını umduğumuz yönetimler.
Milyonlarca kişiyi öldürüp hayatlarımızı askıya aldıran bu pandemiye dek şöyle diyordum:
"Biz enfeksiyoncular için bu yüzyılın da daha önceki yüzyıllardan çok farkı yok aslında." Çünkü ben zaten bir enfeksiyon hekimi olarak sizlerin yalnızca daha önce tarihe not düşülen katastrofilerden anımsayacağınız kolera, frengi, tüberküloz, AIDS gibi hastalıkları sürekli görüyorum, ama bu pandemi bizi de mum duruşuna soktu.
Öyle hareketli ve sinsi bir virüs ile kozmik bir çarpışma yaşıyoruz ki... Tüm insanlık tarihi boyunca bize eşlik etmiş olan, yerküre ile ilişkimizin kaçınılmaz sonucu olan bulaşıcı hastalıklar, yerküre ile ilişkimiz, toplumsal yaşam ağımız hastalandığında salgınlar yapar.
Salgın ya da pandemilere yol açan virüsler ise bir kez insana uyumlandıklarında hiçbir yere kaybolmazlar. Yalnızca biz tanıştıkça, bağışıklığımız olgunlaştıkça bulaşmaya devam etseler dahi fazla yayılamazlar, ama bağışıklığımızla dengelediğimiz bu anlaşma her an virüsler ve bulaşıcı hastalıklar lehine bozulabilir.
Çiçek hastalığı salgın hastalıklar tarihinde insan aklının başarısı olarak ışıldayan tek zaferimiz.
Çocuk felci, difteri gibi "aşılama" ile tamamen ortadan kaldırmaya çok yaklaştığımız hastalıklarda ise savaşlar, yoksulluk, eşitsizlik açmazında tökezleyip duruyoruz.
Aslında hastalığa adını veren maymunlarla ilintisi yalnızca ilk kez onlarda saptanılması nedeniyle olan "Maymun Çiçeği Hastalığı"nın endişe uyandırmasının çeşitli nedenleri bulunuyor.
Kıta dışına daha önce ya Afrika ile temas ya da vahşi hayvan ticareti nedeniyle taşınmış olan bu hastalık, tek coğrafyada ve tek rakamlı sayılarla ifade edilebilecek kısıtlı sayıda kişiye bulaşmıştı. Şimdi ise aynı anda yayıldığı çok sayıda ülkede sayıları on'larla ifade edilen olgu var.
Saptanılamamış gözden kaçmış olgular olabileceği ihtimali de olunca bu durum insandan insana giderek hızlanacak belki de zaten hızlanmış bir yayılım olasılığına ilişkin endişe uyandırıyor.
Olası bir senaryo da bugüne dek Çiçek aşılaması nedeniyle bağışık olan kitlede yayılma şansı bulamamış olan virüsün, 80'li yıllarda sonlandırdığımız için artık aşılanmayan duyarlı nüfusta yayılmaya başlamış olması.
Bir başka olasılık ise yerküreyi bir fırtına gibi önüne katan pandemik zaman nedeniyle zihinsel, fiziksel olarak iyice kırılganlaşmış olmamızdan kaynaklanan ve yalnızca tesadüfi bir eş zamanlılık.
Mayıs başında İngiltere'de bildirilen ilk olgu Nijerya'dan gelmişti.
İzleyen olguların ise Afrika ile teması yoktu.
Bu yazı yazılırken olgu sayısı Afrika kıtası dışında son elli yılda görülen toplam olgu sayısını aşmıştı.
Aslında Afrika'da 2017 ve 2018 yılında Nijerya ve Kamerun'da görülen salgınlar insandan insana yayılım konusunda kritik bir eşiğe gelinmiş olabileceği konusunda uyarıda bulunuyordu.
Kamerun'da doğmuş, şimdi ABD'de çalışan bir araştırıcı olan Boghuma Kabisen Titanji'nin sosyal medya aracılığıyla paylaştığı şu not olup bitene mercek tutuyor.
"ABD ilk olgusunu gördüğüne göre artık Maymun Çiçeği Hastalığı'nı öğrenmeye hazırsınız demektir."
Sitemini, Kamerun'da 2018 yılında görülen salgına ilişkin yaptıkları çalışmaları yayınlatacak dergi bulamadıklarını ve düşük gelirli ülkelerdeki araştırıcıların hikâye ve uyarılarının dinleyici bulamadığını anlatarak sürdürüyor.
Yüksek gelirli ülkelerin tekelindeki bilim ve bilimsel yayınlar, ilaç bulmaya, aşı bulmaya yetse de o ilaç ve aşıları, onlara en çok gereksinimi olanlarla buluşturmaya yetmiyor.
Yetmediği gibi salgının yangınını sürdüren düşük gelirli ülkelerdeki hikâyeleri duymamıza da mani oluyor.
Oysa virüsler sınır tanımaz ve tanımıyor.
Üstelik onlar bu alemin kralıdır.
Hep vardılar ve hep olacaklar. Çünkü başka mikroplar dahil yerküredeki tüm canlıları hastalandırabiliyorlar.
Sayıları trilyonlarca olan virüslerle çarpışma olasılığımız çok yüksek ve anlaşılıyor ki koşullar bu yönde evriliyor.
Onlar, canlılık ile cansızlık arasındaki geçiş formları.
Hem hiç ölmeyen ve kaybolmayan katı maddeye, hem de canlılara tutunuyor.
Bizim yokluğumuz varlığımız pek umurlarında değil.
Pandemi bizim yerküreyle kurduğumuz ilişkinin ne kadar hastalandığını gösteren bir bulgu tıp diliyle bir "semptom" aslında.
Hastalık iyileşmediği sürece nüksler ya da farklı bulgular ile sürecek.
Bu nedenle de bu yüzyılın pandemik olacağını öngörmek hiç zor değil.
Hatta bir alıntı ile diyebiliriz ki "Artık dünya virüslerin arka bahçesidir".
Bunun nedenlerini tekraren şöyle özetleyeyim: Aşırı ve merkezi kalabalıklaşma, yoksul bölgelerde daha fazla nüfus artış hızı, seyahat, göç ve ekolojik dengeye, yaban hayatına müdahale...
Üstelik pandeminin sebepleri olan bu durumlar, pandemi nedeniyle daha da belirginleşti ve derinleşti.
Bu pandemide gelişmiş ülkelerde ileri yaş ve sağlık sorunları olan kırılgan nüfus, yoksul ülkelerde ise çalışan ve üreten nüfus kaybedildi.
Herkes pandemi öncesi makus talihinin pençesine düştü bir anlamda.
Bilimi, aşı ve ilaçları en çok ihtiyacı olanlarla buluşturmak pandemik zaman için yaşamsal bir gereksinimdi. Ancak bilimi kamuyla buluşturacak gücü olan yüksek gelirli ülkeler buna niyet etmiş ya da edecek gibi değiller.
İnsan neredeyse ellerinde bolca bulunan aşı ve ilaçlara güvenerek araftaki kırılgan nüfuslarını da çoktan ve yalnızca vicdanlı olanların vicdanına bıraktıklarını düşünüyor
Oysa bitemeyen pandemideki son omikron dalgasında hastalananların yüzde 50'den fazlası, sağlık sistemini uzun süre meşgul edecek bir başka sorunla "uzamış Covid"le cebelleşiyorlar.
Ölmeyecek kadar sağlıklı ve aşılanacak kadar rasyonel nüfus da pandeminin fırtınasından kaçamıyor.
Pandemiler böyledir, yerküreyi tüm katmanları ile fırtına gibi önüne katar. Cansız maddeler dışında her şey hasar alır.
Pandemi bitince onarmak, pandemik zamanda ise ders alınacak hataları düşünmek, hastalıklı ilişkileri yeniden programlamak gerekir.
Virüslerin ormanlarını terk ettiği Afrika'nın, arafta bırakılan kırılgan nüfusun sesine kulak vermek gerekir.
Ben size kulak verilecek bir ses bırakayım buraya:
"De Du Tago, Lass."
Geride bırak diyor, geride bırak ve petrol tabakası üzerinde yüze martının sesini, ormana bağırırken ona bağıran ormanın sesini unuttuğunu anlatıyor…