Geçen yıl bu vakitler, pandemik zaman ve eril, baskıcı bu şiddet coğrafyası dekorunda, iyi olamasak da, iyileşmeye başlayacağımzı umuyormuşum.
Hatta, müziğin iyileştirici gücünden aldığım ilhamı paylaşmak için "8 Mart Emekçi Kadınlar Günü" nedeniyle Radyo SLOW TİME'a, 12 Şarkılık bir çalma listesi bile hazırlamışım.
Bu afetli zamanlarda yaşamak trajedisini yumuşatan, hüzünlü, aşkı, ölümü, kadını anlatan şarkılar...
Zannediyordum ki durumumuz iyileşebilmenin mümkün olacağı ağır bir hastalıktır.
Adını koymaktan imtina ettiğimiz bu durum canlı canlı çürümekten başka bir şey değildi oysa.
Kaostaki ahenkten dahi yoksun olduğu için bir katastrofi, bir metamorfoz demek daha doğru olacak.
Bu yıl, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nde, bir tıp kongresi için "Bir Kadın Bir Hekim Bir Salgın" başlıklı açılış konuşmasını yaptım.
"Ölümcül karanlık bir cehalet ile kuşatıldığımız gerçeğini sıkıştıracak bir katman bulamıyorum" dedim.
Bir afetin, nedensiz yere tatsız bir felaket oluşunu, biz hekimlerden başka kimsesi olmayanların trajedisini anlatırken başıma getirilenleri anlattım.
Bu coğrafyada, pandemik zamanda, yalnızca işimi yaparken, yalnızca hekim ve bir de kadın hekim olduğum için uğradığım şiddet ve basıncı bir solukta anlattım.
Kadın ve hekim olmak ayrı ayrı ağır şiddetin hedefinde olmak hatta yönetenlerin şiddetine uğramak demek zaten.
Uzun zamandır, öfkemi koruyarak, canlılığını azaltmaya çalıştığım bu dehşet günlerini hızlıca anlatmanın iç dökmek gibi bir ferahlatıcılığı yoktu ama anlatımım bitince derin bir soluk aldım.
Yaşadıklarımı sözcüklerin hükmüne verince hafızamda kaldıklarına, hafızamın hakikatinde kayıtlı olduklarına sevindim.
Eninde sonunda hafızam adalet için ve daha iyi bir şeyler olması için bunları yaşatanların gerçek sorumlularının peşine düşecekti zira.
"Pandemi bitti mi?" sorularına, "Öyle büyük bir başka felaket yaşıyoruz ki artık bir önemi kalmamış gibi geliyor hepimize" dedim.
Hâlâ yatırdığımız, hatta yoğun bakım izlemine aldığımız hastalar olsa da, biz hekimlere de hastalanan kişiye de zaman veriyor olması, depremdeki çaresizce ölümlerle karşılaştırılamaz elbet.
Benim zihnimin dikkati de "Çocuğum lösemi hastası. Serada uyuyoruz ama maske takıyoruz hocam" diyen endişeli depremzede kadın ile arabasını yataklı barınak yapmış kadın hekimde artık.
Afetler birbiri üzerine eklenince böyle karşılaştırmalar yapılmak durumunda kalınıyor.
Hani şu aralar "ölüm ile sıtma" karşılaştırması gibi sığlıklar siyasetin diline düştüyse de, "çocukluktan kalma korkunuz öyle dese de sıtma sağaltılabilen bir hastalık oldu, tabii ki sıtma" cevabının rasyonelliği gibi bir karşılaştırma değil bu.
Bu yalnızca sorunlardan acil olan ile baş etmeye odaklanmak gibi bir öteleme.
Çünkü, deprem afeti, tüm savaşlar ve o azgın betonlaşma başka salgınların gelişini de hızlandırıyor.
Bu yüzyıl, çılgınca yerküreyi yağmalayan küresel eriller ile ülkeyi katastrofik maceralara sürükleyen yerel eriller nedeniyle, afetli bir yüzyıl.
Cehaletin ve yoksulluğun ölümcül olacağı, akıl ve bilim olmazsa coğrafyanın dahi sürüklenerek yok olacağını söylemek için kahin olmak gerekmez.
Depremde kağıttan kuleler gibi çöken o çürük betonlar yüzlerce yıl önce insanlık için tanımlanmış olan mahşerin bu yüzyıldaki dördüncü atlısı artık.
Bilim ve kadın düşmanlığı ise mahşer yerinin kendisi.
Pandemide ölmek ile kalmak arasındaki fay hattındakileri "ummak" sözcüğü ile yatıştırıyorlardı.
Şimdi ise aslında yalnızca cenazelerde dile gelen "hellallik "sözcüğünün tonu bir alev gibi bilincimi tutuşturuyor.
Hekimlik pandemide telaşlı ve bitkinleştirici bir hâl almıştı, şimdi iyice bağlamından koptu.
Afetlerin felakete evrildiği telaşlı karşılaşmalar, insan kadar muğlak bir canlı ile uğraşmanın, akıl, empati, deneyim ile harmanlanmış macerasını elimizden aldı.
Gönülsüzce gidilmiş bir cephede, ölmemeye ve öldürmemeye çalışan savaş karşıtı askerler gibiyiz.
Afetlerin önümüze yığdığı dertlere derman olabilmek ne mümkün.
Her emekçi kadın gününde, yaşadıkları şiddeti anlatmak isterken fena şekilde dövülen kadınların günü ve gerçeğe sadakat ile insanlığa hizmeti namus sayan hekimliğin bayramı Türkiye'nin önündeki seçime kayıtlı.
Bu afetli yüzyılda, tüm afetlere davetiye çıkaran bir ülkede cehalet ve bilimsizlik maalesef ölümcül olacak.
Tıpkı çölde yağmur yağdırmayı başaran akıl ile kurak bir çölde olmadık sellere kapılmak arasındaki yarığın iki yanında kalan, yaşam ve ölüm ülkeleri gibi.
Şimdilik yazarın (Tezer Özlü) dediği gibi bağıra bağıra susuyoruz.
Kutlanacak şeyleri, yasımızın peşine eklemek için baharı bekliyoruz.
Ya ölü yıldızlara hayatı götüreceğiz / Ya dünyamıza inecek ölüm… diyor ya şair (Nazım Hikmet)...
Dünyamıza inmiş ölüm..
Ve "ölüm iyileşmez" diyor bu kadın hekim.
Esin Şenol kimdir? Esin Şenol, lise eğitimini TED Ankara Koleji'nde tamamladıktan sonra, tıp eğitimini Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde 1987 yılında tamamlamış ve aynı yıl Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı'nda Araştırma Görevlisi olarak uzmanlık eğitimine başlamıştır. Aynı anabilim dalında 1992 yılında ihtisasını tamamladıktan sonra uzman olarak göreve başlamış, 1995 yılında yardımcı doçent, 1996 yılında doçent, 2003 yılında da profesör unvanlarını almış ve 2009-2013 yılları arasında anabilim dalı başkanlığı yapmıştır. 1999 yılında Tufts University, New England Medical Center, Boston/MA'da "Kemik İliği Transplantasyon Ünitesi"nde Research Fellow (Araştırma Asistanı) olarak çalışmıştır. Halen kanser hastalarının infeksiyon izleminde konsultan olarak görev yapmakta ve bu konuda araştırmalarını sürdürmektedir. Prof. Dr. Esin Şenol, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Enfeksiyon Hastalıkları Ve Klinik Mikrobiyoloji Anablim Dalı Öğretim Üyesidir. Ayrıca bağışıklama ve özellikle erişkin aşılması ile ilgili çalışmalar yürütmekte olup, Gazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi İnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı bünyesinde Türkiye'deki ilk "Erişkin Aşı Merkezi" kurmuştur. 2013 yılında KLİMİK (Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları) Derneği alt grubu olarak, Erişkin Bağışıklama Çalışma Grubu (EBÇG) kurmuş ve halen başkanlığını yürütmektedir. Ayrıca; Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Etik Komite (2005-2007), Gazi Üniversitesi Akademik Değerlendirme ve Akreditasyon Ofisi (GÜADEK) –Kurucusudur (2005-2007). Gazi Üniversitesi - Avrupa Üniversiteler Birliği ve Bolonya Süreci Kurucusu (2005-2007) ve Febril Nötropeni Derneği Genel Sekreterliği (2005-2011) yürütmüş olduğu diğer görevlerdir. TTB_Pandemi Çalışma Grubu üyesidir. ATO Onur Kurulu Üyesi olarak çalışmıştır (2020-2022). ATO-Yönetim Kurulu Üyesi (2006-2008) olarak çalışmıştır. Halen T24 ve Birgün Gazetesinde köşe yazıları yazmaktadır. Yabancı dili İngilizce olup evli, 1 çocuk annesidir. Dünya Kitle İletişim Vakfı tarafından gerçekleştirilen 31. Ankara Uluslararası Film Festivali (3-11 Eylül 2020) ve 32. Ankara Film Festivalı (4-12 Kasım 2021) Düzenleme Kurulunda yer almıştır. 33. Ankara Film Festivalı (3-11 Kasım 2022) Düzenleme Kurulundadır. İlgi alanları, sinema, yelken ve edebiyattır. |