Bugüne özgü olmayan, bu güne siyasetten yansıyanları, pandeminin tüm dünyada bıraktığı izleri, günümüzün insani sorunlarını anlatmayan ve olgunlaşmamış hiçbir sanatsal iş, bizi doyurmuyor. Üstelik geleceğe kalacak olan, her alana yansıması büyük olan sanat dallarında ''eksiklik duyduğumuz'' ve içerik oluşturma konusunda çok fazla eleştiriye açık olan sergiler, festivaller neden birçok kişide aynı tatsız tuzsuz bir duygu bırakıyor? Birçok kelime geldi geçti aklımdan ve bunu uygun buldum sanki. "Kekremsi tat" bırakıyor işler. Doyurucu değil, gittiğimiz yerden aç dönüyoruz.
Edebiyat dışındaki her alana bu derece etkin bir hâl yaratılmış olması neden diye düşünmeden geçemiyoruz.
Bir minyatüre baktığımızda, siyasi ve kültürel tümden büyük hikâyeyi okuyoruz. Değerli olan da minyatürün yapıldığı döneme ait hikâyesi ve düşünsel yapısı ile bize aktardıkları, yansıttıkları.
Peki son dönemde gördüklerimiz bir dönemin eserleri olarak gelecekte ne söyleyecek?
Zenginliğin kültürle ölçüldüğü dünyada, samimiyetsizlik üzerine konuşan ve yazan ne çok eleştirmen, sanat yazarı okuyoruz. Bunları yok sayabilir miyiz? Pandemi ruhumuzda derin boşluklar bıraktı, bunu da yok sayamayız. Ama biraz daha özgün ve saygın işler yapamaz mıyız?
Tasarımda, üretimde, yaratıcılıkta güçlerin birleşmesi ile daha saygın konsept ve kavramlara geçsek. Gezginler daha doyurucu anlatımlarla ve insan eli ile kirletilmemiş mekanlarda dolaşırsa, tasarım ve mimari iyi işlerde elele verirse, sergiler ve festivaller kaliteyi yükseltip bizlere daha çok değer veren işleri sergileyip olayı geçiştirmez ise, editörler ve sanat eleştirmenleri belli kurumların yanında inanmadıklarını yazmazlar ise, medya iyileri paylaşırsa bütün bu devinim ile bir yere doğru taşınırız.
İnanmadığı işlere imza atan, hayatını paraya odaklamış, etik değerlerin üzerine perde çekmiş kitle yerine, daha çok kadının sesinin çıktığı, ilkeli işlerin yapıldığı, yalansız ve sade ve de gerçek kavramların üzerine bir dünya kurmaz isek, gelecek şimdi ve doğru yazılmayacak. Ve yapanı da huzurlu kılmayacak. Huzur ise yoldan ayrılmamakta.
Seneca huzur üzerine yazdığı makalesinde huzuru ''doğru yolda olduğunu bilme ve umutsuzca kaybolmuş insanlarla kesişen yollarda kaybolmamak'' olarak anlatır. Ona göre huzur ancak böyle bir düşünce yapısının ürünü olabilir.
Böyle bir etik değere ve inanca sahip olmak da ancak net bir vizyonla olabilir, ve özgün olmakla.
Eylemle başlar her şey. Tek tek tuğla örer gibi. Döşerken, her birinin yerine tam oturduğunu hissederek, emin olarak bu yapı taşlarını koysak. Yapılan her işin olabildiğince amacına ulaştığından emin olsak.
Bir şehirde art arda yapılan festival tadında işlere bakıp "Şart mıdır?" diyorsak ve kalite yerlerde ise... Başka bir şehirde zorlayarak daha hiçbir içerik ve kurgu oturtulmadan ve bir mesajı olmayan bir etkinlikten çıkınca, "Neydi bu şimdi?" diyorsak...
Saatlerce yol gidip, bizi karşılayan estetikten uzak, ama reklamı sokakları dolduran, adı sanat ile iç içe geçmiş ama orada sanata dair tek bir iz olmayan kırmızı tuğla üzerine asılmış bir eğimli tabloya bakmak istemiyoruz.
Üstelik bunu yapan tüm etkin kurumlar ve yetkin birimler ''heyetler'' dolusu insan, yurt dışına vizyon gezileri yapıp, otellere uçaklara ve yemeklere bir servet harcayıp, sonra dönüp gelip bize bunları sunuyor ise, evet bizde "kekremsi" bir tat bırakıyor.
"Biz bunu hak etmiyoruz!" demek bile zor kazanılmış bilgilerle yaşayan insanlara yakışıksız bir cümle oluyor.
Tarihin gördüğü en garip dönemde olabilir miyiz? Atık olarak doğadaki en tehlikeli malzemelerden yapılmış işlere ödenen serveti ne zaman sorgulayacağız?
Sentetik, film kaplı malzeme, epoksi heykel, polyester döküm heykeller her an her yerde. Ortalama bir kütüphanede bile bulunabilir bilgilerden kaynaklı onlarca deneyim ortada dururken, bu deneyimlere bakmak sadece kendimize karşı değil, aynı zamanda bu deneyimlerini paylaşan insanlara karşı da borç sayılır.
İşleri daha da kötü hale getirmeden, var olan iyileri örnek alarak ve iyi örnekleri çoğaltarak yaşasak... Anlamlı işler görsek ve geleceğe bıraksak...
Esmer Erdem Esmer Erdem, sanat tarihçi bir anne ile ressam bir babanın kızı olarak Ankara'da doğdu. Sanatsal projeler ve sanatsal üretim alanında yoğunlaştı. Hayatında iz bırakan en önemli dönemi, “Urart Okulu” denilebilecek sistem ve Mehmet Kabaş'a borçlu olduğunu vurgular. Müze replikaları ve özel tasarım ürünlerle markaların üretiminde çalıştı, uzun süre DÖSİMM (Kültür Bakanlığı Döner Sermaye İşletmesi Merkez Müdürlüğü) için heykel, takı ve sanatsal obje üretti; dünya turizm fuarlarında 300 parçalık Eski Hitit'den günümüze kadar gelen Anadolu Uygarlıkları Replika Koleksiyonu'nu sergiledi. Armaggan mağazalarının kuruluş, markalaşma ve konsept sürecinin belirlenmesinde yer aldı, "luxury handcraft" akımının Türkiye'de başlatılmasının öncülerinden oldu. Tüm atölye ve tasarım-üretim ekibinin oluşumu, Hereke tezgâhlarında Osmanlı kumaşları dokumasına kadar giden kültürel süreci kurdu. Gaziantep Tasarım Mağazası ile ‘kutnu kumaş'ın kullanım alanlarını genişleterek dünyaya tanıtılmasında rol üstlendi. Edirne Tasarım, Zeugma Müzesi koleksiyonu, Cumhurbaşkanlığı özel hediyeleri, Ankara CSO tasarım mağazası, Atatürk Kültür Merkezi tasarım mağazası ile birçok kurum ve kuruluşta statü hediyeleri üretimi gibi iş ve sanat projelerinde yer aldı. Esmer Erdem Sanat Tasarım Üretim Şirketini kurdu, çalışmalarına İstanbul ve Bodrum'da sürdürüyor. |