Yeni yılın ilk günü, Brezilyalılar için tarihi bir gündü. 1 Ocak 2023'te, Lula'nın yemin töreni için toplanan kalabalıklar, Üç Erk Meydanı'nı İşçi Partisi'nin (PT) rengi olan kızıla bürümüştü. PT lideri Lula'nın siyasete dönüşü, Brezilya tarihi açısından önemli bir dönüm noktasıydı. 2018'deki seçimlerden hemen önce en güçlü başkan adayı olan Lula, yolsuzluk suçlamasıyla hapse atılmış, ancak yargılanma süreci ile ilgili usulsüzlükler ortaya çıkınca üzerindeki davalar düşmüş ve Kasım 2019'da tahliye olmuştu.
2022 Seçimleri, Lula'yı yirmi yılın ardından tekrar iktidara taşıdı. Ancak seçimler, Lula'nın dönüşü kadar Bolsonaro'nun da kalışı ile sonuçlandı. Lula'nın aldığı 60 milyon oya karşılık 58 milyon seçmen, Bolsonaro'nun "Tanrı, Vatan ve Aile" sloganı üzerine kurduğu aşırı sağcı kampanyasını destekledi. Lula, hem kongrenin alt ve üst kanadında hem de eyalet valiliklerinde muhalefetle birlikte çalışmak ve hareket alanı kazanabilmek için sağcılarla sürekli müzakere etmek durumundaydı.
Bu koşullarda Bolsonaro güçlü bir muhalefet lideri olarak politika yapmaya devam edebilir, PT hükümeti üzerinde baskı oluşturabilirdi. Her ne kadar iyi bir müzakereci ve pragmatist bir lider olsa da ülkenin içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik koşullar, Lula'nın ilk kez seçildiği 2002'dekinden çok farklıydı. Kısacası, Lula'yı zor bir dönem bekliyordu ve Bolsonaro bu süreçte etkin bir muhalefet yürütebilirse bir sonraki seçimlere avantajlı bir şekilde girebilirdi.
Elbette bu ihtimal, demokratik koşullarda geçerliydi. Bolsonaro gibi anti-demokratik bir lider söz konusu olduğunda, politika yapmaktansa darbe girişiminde bulunmak daha yüksek bir olasılıktı. Bolsonarocular (Bolsonaristas) seçim yenilgisini kabul etmiyor, ülke genelinde yol kapatma eylemleri yapıyor ve ordu karargâhı önünde kurdukları çadırlarla ve düzenledikleri gösterilerle silahlı kuvvetleri müdahaleye çağırıyordu. Aşırı sağcı liderin ideolojisi (Bolsonarismo) sokaklarda örgütlü bir biçimde kendini göstermeye hazırdı.
Bolsonaro'nun "ABD'deki kongre baskınına benzer bir girişimle kendi 6 Ocak'ını gerçekleştireceği" yönündeki endişelere daha önce değinmiş ve seçim sürecinde temel meselenin böyle bir ihtimale karşı demokrasiyi korumak olduğuna dikkat çekmiştim. 8 Ocak'ta, Lula'nın resmi olarak devlet başkanlığı görevine başlamasından bir hafta sonra, tam da korkulan şey gerçekleşti ve Bolsonaro'nun destekçileri, Ulusal Kongre, Başkanlık Sarayı ve Yüksek Mahkeme'yi işgal etti. Yasama, yürütme ve yargı organlarının temel kurumlarını hedef alan bu saldırı, en temelinde Brezilya demokrasisine yönelikti. Üç Erk Meydanı, kızılın ardından Bolsonarocuların elinde politik bir araca dönüşen Brezilya bayrağının yeşil-sarı renklerine bürünmüştü.
Eski bir asker olan, silahlı kuvvetlerle yakın ilişkisini bir tehdit unsuru olarak kullanmaktan çekinmeyen ve orduyu müdahaleye çağıran darbecilerin eylemlerine bizzat katılan Bolsonaro, kongre baskını olduğunda ABD'nin Florida eyaletindeydi.
Yeniden seçilemeyen ilk Brezilyalı devlet başkanı olan Bolsonaro[1], seçim sonuçları belli olduktan sonra herhangi bir açıklama yapmamıştı. İki gün süren bu sessizlik, başkanın yenilgiyi kabul etmeyeceği yönünde endişelere yol açtı. Nihayet kamera karşısına geçtiğinde, "hem devlet başkanı hem de bir vatandaş olarak anayasaya uymaya devam edeceğini" söyledi, ancak Lula'nın zaferini tanıyan ya da kutlayan bir açıklamada da bulunmadı. Bolsonaro'nun, başkanlık görevini Lula'ya devredeceği törene katılmayacağı biliniyordu ancak devir teslim töreninden sadece iki gün önce ülkeyi terk etmesi, sürpriz bir gelişmeydi.
Brezilya'da 1985'te askerî rejimin sona ermesinden ve demokrasiye geçilmesinden bu yana, ilk kez bir devlet başkanı görevi devredeceği törene katılmamış oldu. Başkanlık kuşağını, Lula'ya Bolsonaro yerine aralarında bir çocuk, bir kadın, bir yerli ve bir siyahinin de bulunduğu, Brezilya toplumunu temsil eden grup takdim etti. Lula, yemin töreninde kalabalıkları selamlarken sosyal medyada Bolsonaro'nun Florida'da kızarmış tavuk yerken ve süpermarkette gezinirken fotoğrafları paylaşılıyordu.
Bolsonaro'nun apar topar gidişi, başlı başına bir "kaçış" olarak görüldü. Zira başkanlık dönemi boyunca adı birçok yolsuzluk skandalına karışan Bolsonaro, kendisi ve ailesi hakkında soruşturma açılmasını engelliyor, yargıya müdahale ediyordu. Bunu, kendi kabinesindeki Adalet Bakanı Sergio Moro, istifa etmeden önce bizzat dile getirmişti.
Diğer yandan Bolsonaro'nun seçim sürecinde örtülü ödenekten milyonlarca dolar harcadığı ve devlet kaynaklarını kendi kampanyasına destek satın almak için kullandığı yönünde iddialar vardı. Bu doğrultuda Lula'nın başkanlık koltuğuna oturmasının ardından yaptığı ilk işlerden biri, Bolsonaro'nun devlet belgelerine "100 yıllık gizlilik" getiren kararnamesini kaldırmak oldu. Örtülü ödeneğe ilişkin belgeler açığa çıktıkça, dokunulmazlığı kalkan Bolsonaro'nun neden kaçtığı daha iyi anlaşılacaktı.
Ne var ki 8 Ocak'taki kongre baskınının ardından, Bolsonaro'nun kaçışının ardında sadece yargılanma korkusu olmadığı, aynı zamanda darbeci bir stratejinin de devrede olduğu görülüyor. Brezilya'daki baskın her ne kadar ABD'de, bundan iki yıl önce, 6 Ocak 2021'de Donald Trump destekçilerinin yaptığı kongre baskınına benzese de arada önemli bir fark var.
ABD'deki baskın, Joe Biden resmi olarak göreve başlamadan hemen önce gerçekleşmiş ve temel olarak Biden'ın göreve gelmesini engellemeyi hedeflemişti. Brezilya'daki baskın ise Lula resmi olarak göreve başladıktan sonra, ordunun yönetime el koyması talebiyle gerçekleşti. Saldırganların istihbarat odasına girmesi ve bilgisayardaki önemli belgeleri kopyalaması, polisin, ordunun ve istihbarat servisinin içinde bazı grupların işgalcilerle işbirliği yapması, üstelik ABD'dekinden farklı olarak ülkede son dönemde yoğun bir politik şiddet ortamının olması, Brezilya'daki kalkışmayı daha ciddi bir boyuta taşıyor.
Bu bakımdan, Brezilya'nın 8 Ocak'ı, görünüşte ABD'deki kongre baskınına benzese ve ondan ilham almış olsa da aslında esas olarak Latin Amerikalı solcu liderlere yönelik önceki darbe ve darbe girişimlerine (örneğin Bolivyalı lider Evo Morales'in 2019'da maruz kaldığı darbeye) daha çok benziyor. Bugüne kadar solculara yönelik darbeleri destekleyen ABD yönetiminin bu defa Lula'dan yana olması dikkat çekici. Bunda hem "ılımlı solcu" olarak görülen ve ABD ile çatışmayan, pragmatist ve müzakereci bir lider olan Lula'nın Morales gibi "radikal solcu"lardan ayrı tutulmasının hem de Biden'ın Trump ile yakın ilişkileri olan Bolsonaro'ya mesafeli olmasının payı var.
Brezilya, Soğuk Savaş yıllarında birçok Latin Amerika ülkesi gibi çok sert bir askerî rejim döneminden (1964-85) geçti. Demokrasiye geçiş sürecinde askerî rejimin yöneticileri, ülkenin geleneksel elitleriyle uzlaşı içinde hareket ederek ordunun siyasetteki ağırlığı koruyan bir düzen inşa ettiler. Gerek Brezilya'da gerekse bölge genelinde 2000'li yıllardan itibaren iktidara gelen solcu liderler için askerî darbe, potansiyel bir tehlike olmaya devam etti. Sağcı muhalifler için ise darbe, neredeyse yağmur yağma olasılığı kadar doğal ve solculara karşı kullanılacak meşru bir araç olarak görüldü.
Brezilya'da özellikle 2013'ten 2016'ya kadar, sağ tabanın darbeci söylemlerle mobilize olması, Lula'nın ardılı olan devlet başkanı Dilma Rousseff'in (yine ABD destekli!) yasal bir darbe ile azledilmesine giden yolun taşlarını döşedi. Dolayısıyla son on yıldır ülkede darbeci zihniyetin hızla yayıldığını ve Bolsonaro'yu iktidara getiren sürecin tam da bu zihniyetin ürünü olduğunu görmek gerekiyor. Bu açıdan, son seçimlerde Lula'nın elde ettiği zafer, her şeyden önce demokrasinin zaferiydi. Görünen o ki, darbeciler Lula hükümetine ve ülkenin demokratik kurumlarına saldırmaya devam edecek.
Bundan sonra Lula hükümetini ve Brezilya'yı nasıl bir sürecin beklediğini daha net görebilmek için darbe girişimiyle ilgili önemli noktaların aydınlatılması gerekiyor. Bu kadar beklenen bir saldırı karşısında gerekli önlemlerin alınmamış olması, saldırının gerçekleşmesine lojistik ve finansal olarak kimlerin destek vermiş olabileceğinin sorgulanmasına yol açıyor.
Özellikle federal bölge yönetiminin, istihbarat servisinin, polisin ve ordunun bu süreçteki sorumluluğu ortaya çıkarılmalı. Devlet başkanının güvenliğinden ve istihbarattan sorumlu olan Kurumsal Güvenlik Ofisi'nin (GSI/Gabinete de Segurança Institucional) saldırıdan 20 saat önce başkanlık sarayını koruyan 36 muhafızı evine yollamış olması ve GSI çatısı altında bulunan istihbarat birimi ABIN'in (Agência Brasileira de Inteligência) içinde Bolsonarocu paralel bir yapıdan söz edilmesi, meselenin ciddiyetini gösteriyor.
Bununla birlikte, baskına ilişkin videolarda polisin işgalcilere ilk aşamada müdahale etmediği görülüyor. Polisin daha sonra işgalcileri kurumlardan çıkarmaya ve gözaltına almaya başladığında ise bazı askerlerin işgalcilerin kaçmasına yardım ettiği yönünde iddialar var. Bütün bunlar, işbirlikçilerin yakalanıp gerekli cezaları almaması durumunda benzer saldırıların tekrarlanabileceği yönünde endişeye yol açıyor.
Baskın sırasında São Paulo'da resmi bir ziyarette olan Lula, duruma çok hızlı bir şekilde müdahale ederek başkentte 31 Ocak'a kadar olağanüstü hal ilan etti ve Bolsonaro yanlısı federal bölge yönetimine el koydu. Federal Bölge Güvenlik Bakanı Anderson Torres ile Federal Bölge Valisi Ibaneis Rocha, 90 gün süre ile görevden alındı, Torres hakkında tutuklama kararı verildi. Gerek ülke içinde gerekse uluslararası kamuoyunda yoğun destek gören Lula'nın kısa dönemde darbecilere karşı elinin güçlendiğini söyleyebiliriz. Ancak uzun dönemde iktidarını konsolide etmesi daha zor olacak.
Bolsonaro, iktidarda kaldığı dört yıl boyunca baskıcı yöntemlerle ülkede korku ve nefret iklimi oluşturdu. Son yıllarda Brezilya'da hızlı bir radikalleşme süreci yaşandı. Bolsonarocuların "çalınmış seçim" sloganıyla ülke genelinde yaptıkları darbeci eylemler, Lula iktidarının meşruiyetine gölge düşürmeyi amaçlıyordu ve bunu bir ölçüde başardığı görülüyor. AtlasIntel'in 10 Ocak'ta, saldırıdan hemen sonra yaptığı bir ankete göre, Brezilyalıların yüzde 39'u Lula'nın seçimleri hileyle kazandığına inanıyor ve yüzde 36'sı Lula hükümetine karşı askerî müdahaleden yana olduğunu söylüyor.
Bolsonaro, kongre baskının ardından yaptığı açıklamada işgalcileri solcu protestocularla bir tutmaya çalışmış ve bu tarz "şiddet eylemlerini" solcuların da gerçekleştirdiğini söylemişti. Ancak ana akım Brezilya basınında baskın, solcuların eylemlerinden çok farklı olarak, "terörist saldırı" olarak ele alındı ve Bolsonaro'yu destekleyen kesim içinden bile saldırıya tepkiler geldi. Yine de ülke genelinde hızla yayılan darbeci anlayış, Lula'nın karşısındaki en büyük tehlike olmaya devam ediyor. Görünen o ki Bolsonaro, siyaset sahnesinden silinse bile Bolsonarismo uzun bir süre daha kalıcı olacak.
"Birlik ve yeniden inşa" sloganıyla hükümetini kuran Lula ise Bolsonaroculara karşı mücadelesini demokrasi söylemi üzerine kuruyor:
"Bir zamanlar askerî diktatörlüğe karşı ‘bir daha asla' demiştik, şimdi de ‘demokrasi, ilelebet' deme zamanı!"
[1] Brezilya'da 1998'den önce mevcut devlet başkanı ikinci kez başkanlık için yarışamıyordu. 1998'de Cardoso hükümeti döneminde yapılan anayasal değişiklikle devlet başkanının iki dönem üst üste görev yapması mümkün oldu ve Bolsonaro'ya kadar her başkan ikinci kez seçilmeyi başardı.
Esra Akgemci kimdir? Esra Akgemci, Lisans eğitimini Hacettepe İktisat (İngilizce), yüksek lisans ve doktora eğitimini Ankara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde tamamladı. ABD, Meksika, Şili ve Brezilya’da lisansüstü araştırmalarda bulundu. Kâzım Ateş ile birlikte Dünyanın Ters Köşesi Latin Amerika: Tarih, Toplum, Kültür (İletişim, 2020) adlı kitabı derledi. Selçuk Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde doktor öğretim üyesi. ODTÜ Latin ve Kuzey Amerika Çalışmaları programında yüksek lisans dersleri veriyor. |