"Öldüğüm gün sakın ağlamayın, şarkı söyleyin, dans edin, sokaklarda parti verin çünkü ben istediğimi yaptım, istediğimi söyledim ve her şeyle istediğim gibi mücadele ettim."
Bu sözler, 93 yaşında hayatını kaybeden Plaza de Mayo Anneleri'nin kurucularından Hebe de Bonafini'ye ait. 20 Kasım'da, Bonafini'nin ölümünün ardından Arjantin'de üç günlük ulusal yas ilan edildi. O her ne kadar "ağlamayın" dediyse de gözyaşlarıyla uğurlandı. Külleri, Annelerin her perşembe toplandıkları Plaza de Mayo Meydanı'na serpildi. Yaşasaydı, bugün, 4 Aralık'ta, 94. yaşını kutlayacaktı.
Hebe Anne, ömrünün son 45 yılını, askerî dikta rejiminde kaybedilen iki oğlu ve daha niceleri için hesap sormakla geçirdi. Onun verdiği adalet mücadelesi, Türkiye'deki Cumartesi Anneleri de dâhil olmak üzere dünya genelinde birçok insan hakları savunucusu için ilham kaynağı oldu.
1977'de iki oğlu kaçırıldığında, Hebe de Bonafini 49 yaşında bir ev hanımıydı. Sadece çocukları değil, kendi hayatı da çalınmıştı. Hayatının geri kalanı, bitmek tükenmek bilmeyen bir arayışa dönüşecekti.
"Bir annenin çocuğu ondan alındığında, o anne sonsuza kadar hamile olarak kalır" sözleriyle ifade etmişti hissettiklerini.[1]
Hebe de Bonafini, o günden sonra, kim olduğunu unuttu ve bir daha kendisini düşünmeye hiç fırsatı olmadı. O günü aynı zamanda yeniden doğduğu gün olarak tanımlıyordu. "Kayıp çocukların annesi" olarak yeni bir kimlik edinmişti artık.
Plaza de Mayo Anneleri, kadınlara dayatılan "annelik" kimliğini başlı başına bir direniş aracına dönüştürdü. Çocukları için endişelenmek, annelerin en temel hakkıydı. Çocuklarını, ölü ya da diri, bulmak istiyorlardı, bundan daha meşru bir talep olamazdı.
Annelik, böylece özel alandan kamusal alana taşındı. Hem de Arjantin siyasetinin en önemli mekânını, Hükümet Binası'nın (Casa Rosada) bulunduğu Plaza de Mayo Meydanı'nı sahiplenerek… Kendilerine "Çocuklarımız ne isterdi?" diye soran Anneler, adalet talebi temelinde mücadelelerini adım adım büyüttüler. Artık, söz konusu olan, mevcut politik sistemde anneyle çocuk arasındaki bağı korumak değil askerî rejime son vermek, devleti dönüştürmekti.
Annelerin hakikat ve adalet arayışı, askerî diktatörlüğün en karanlık günlerinde bir umut ışığı olmuş, demokrasi ve insan hakları mücadelesinin temelini oluşturmuştu. Toplumsal hareketlerin sönümlendiği bir dönemde, kurtuluş yolunun taşlarını Anneler döşeyecekti.
Bu mücadele, askerî rejim sona erdikten sonra da devam etti. Arjantin'de 1970 ve 80'lerde 30 bin kişi gözaltında kaybedilmiş ya da öldürülmüştü. Kaybedilenlerin evine sağ salim dönmesini talep etmek (Aparición con vida) artık mümkün değildi. Fakat sorumluların yargılanması, devlet şiddetiyle yüzleşilmesi, kayıpların anısının ve toplumsal hafızanın canlı tutulması gerekiyordu.
Bu süreçte Anneler, Latin Amerika'da feminist mücadelenin şekillenmesinde de önemli rol oynadılar. Plaza de Mayo Anneleri, feminist taleplere dayanan bir hareket olmasa da ulusaşırı düzeyde kadın örgütleriyle kurduğu dayanışma ağlarıyla kadınlara nasıl örgütlenmeleri konusunda her zaman yol gösterdi.
Bugün, Latin Amerika genelinde kürtajın yasallaşması için mücadele eden Yeşil Dalga (Marea Verde) aktivistlerinin kullandığı yeşil bandana, Annelerin sembolü olan beyaz başörtüsünden ilham alıyor. Bu da kadınların mücadelesinde hafıza aktarımının önemini gösteriyor.
1977'den bu yana Plaza de Mayo Anneleri'nin lideri olan Hebe de Bonafini'yi uğurlarken, onun en büyük mirasını, umut ve yaşamla özdeşleştirdiği direnişini anmamız gerekir.
Hebe Maria Pastor de Bonafini, 4 Aralık 1928'de Buenos Aires'in güneyinde, La Plata yakınlarında küçük bir köyde doğdu. Çocukluğundan beri özgürlüğüne düşkündü. Küçük bir kızken, astımı olduğu için annesi korumacı davranıyor, dışarı çıkmasına izin vermiyordu. 12 yaşına geldiğinde artık özgürce istediğini yapabilecek kadar büyüdüğüne karar verdi. Ancak yaşadığı yoksul mahallede ne kadar özgür olabilirse o kadar…
Okula gitmek istiyordu ama ailesinin hem onu hem erkek kardeşini okutacak durumu yoktu. Elbette, okula onu değil erkek kardeşini gönderdiler. "Bu konuda aile içinde bir tartışma dahi olmadı" diye anlatacaktı yıllar sonra, "Herkes okulun erkekler için olduğuna emindi". Hebe'ye terzilik uygun görülmüştü. O ise bundan nefret etti, erkeklerle kadınlara neden farklı roller biçildiğini daha o yaştan sorgulamaya başladı.
Aynı mahallede yaşayan ve tamircilik yapan Humberto Bonafini ile tanıştığında 14 yaşındaydı, 6 yıllık ilişkinin ardından 1949'da evlendiler. İlk çocukları Jorge 1950'de doğdu, ardından 1952'de Raúl, 1965'te ise kızları Alejandra dünyaya geldi. Hebe ve Humberto, ev işlerini de ailenin geçimini de her zaman eşit bir şekilde paylaştılar. Hatta bu yüzden Humberto, arkadaşları arasında alay konusu oluyor, bebek bezi değiştirdiği için küçük görülüyordu. Bu eşitlikçi görüşüne rağmen Humberto, karısının eğitim hayatına devam etmesine karşı çıktı. Hebe, çocuklarıyla birlikte liseye gitmek istiyordu ancak bu mümkün olmadı.
O yıllarda karı koca apolitikti ama iki oğullarının da Komünist Parti'ye üye olmasıyla birlikte eve politik görüşler girmeye başladı. Hebe, çocuklarından bir şeyler öğrenmeye hep açıktı ve oğullarının etkisiyle gazeteleri farklı gözlerle okumaya başladı. 1973'te Şili'de sosyalist lider Salvador Allende'yi devirdiklerinde, Hebe'nin büyük oğlu Jorge, endişesini annesiyle paylaşmıştı, aynı şey Arjantin'de de olabilirdi. Henüz 22 yaşında olan Jorge maalesef haklı çıkacaktı.
24 Mart 1976'da Arjantin'de askerî cunta yönetime el koydu. Bundan kısa bir süre sonra, 8 Şubat 1977'de Jorge kaçırıldı ve kendisinden bir daha haber alınamadı. Aynı akıbeti, 7 Aralık 1977'de kardeşi Raúl ve 25 Mayıs 1978'de karısı Maria Elena da paylaştı.
Hebe de Bonafini, kendi ifadesiyle, hiçbir zaman "oturup ağlamadı". İçinde kocaman bir boşluk oluşmuştu ama hiçbir şey yapmadan dursaydı deliye dönecekti. Çocuğu kaçırılan diğer annelerle bir araya geldi. Başlangıçta birbirinden haberdar olan 13 anne vardı. Ancak birlikte olurlarsa seslerini duyurabileceklerini anladılar.
Plaza de Mayo Meydanı'na gitmeyi öneren, Annelerin ilk lideri Azucena Villaflor'du. Başkana mektup yazıp, toplu imza atabilirlerdi. Böylelikle her hafta meydanda buluşmaya başladılar, her seferinde daha çok anne getiriyorlardı yanlarında.
30 Nisan 1977'de Anneler ilk yürüyüşlerini düzenlediler. Düşündüklerinden daha örgütlü olduklarını anladılar ve resmi bir dernek kurarak kurumsallaşmaya karar verdiler. Aynı yılın sonunda Villaflor'la birlikte kurucu annelerden Esther Ballestrino ve María Ponce de Bianco da kaçırıldı ve öldürüldü. Anneler, aldıkları riskin farkındaydı ama kendilerini düşünmüyorlardı. Çocuklarını bulabilmek için her şeye hazırdılar.
Anneler, gözaltına alınıyor, işkence görüyor ama her hafta meydanlarına geri dönüyorlardı. İktidar, onlara "deli" diyor, insan hakları ihlallerini kabul etmiyordu. "Perşembenin Delileri" lakabını inadına benimseyen anneler hiç pes etmedi. Hebe'nin anlattıklarına göre, mücadelelerinin en zorlu zamanlarında karamsarlığa kapılan, çocuklarını aramaktan vazgeçmek ve kayıplarını kabullenmek isteyen babalar olmuştu. Hebe'nin kocası, kendisine onun kadar güçlü olmadığını söylemişti. Hebe ve diğer anneler için bu mücadele, son nefeslerine kadar sürecek bir mücadeleydi.
Hebe de Bonafini, son nefesine kadar hakikatin ve adaletin peşinde olan annelerden biriydi. Direnmek, ona hayat vermişti. Dahası, direnirken "yeniden nasıl mutlu olabileceklerini öğrenmişlerdi".[2] Çocukları kendi seçtikleri gibi yaşamış, başlarına neler gelebileceklerini bildikleri halde mücadelelerini sürdürmüşlerdi. Hebe Anne, çocuklarının mücadelesini sürdürdükçe, yaptığı her şeyde onların mutluluğunu hissetti.
Hebe'nin ardından, Plaza de Mayo Meydanı'nda toplanan anneler, onu şu sözlerle uğurladılar:
"Amor con amor se paga"
"Sevgi, sevgiyle ödenir."
[1] Nancy Saporta Sternbach ve Zelia Brizeno, "Interview with Hebe de Bonafini: President of Las Madres de Plaza de Mayo", Feminist Teacher, 1987, s. 19.
[2] "Interview with Hebe de Bonafini", s. 19.
Esra Akgemci kimdir? Esra Akgemci, Lisans eğitimini Hacettepe İktisat (İngilizce), yüksek lisans ve doktora eğitimini Ankara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde tamamladı. ABD, Meksika, Şili ve Brezilya’da lisansüstü araştırmalarda bulundu. Kâzım Ateş ile birlikte Dünyanın Ters Köşesi Latin Amerika: Tarih, Toplum, Kültür (İletişim, 2020) adlı kitabı derledi. Selçuk Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde doktor öğretim üyesi. ODTÜ Latin ve Kuzey Amerika Çalışmaları programında yüksek lisans dersleri veriyor. |