"Macondo'da bugün hâlâ günlerden çarşamba."[1]
Gerçeklik fena halde can sıkıcı hale geldiğinde, gündelik hayatın koşuşturmacası, tıkış tıkışlığı içinde bir an durup nefes almak istediğimizde kitaplara sığınırız. Orhan Pamuk'un dediği gibi, "Kitapları dünyayı hatırlattığı için değil unutturduğu için severiz". Fakat ironik bir şekilde edebiyat, kaçtığımız, unutmak istediğimiz ne varsa hepsiyle yüzleştirir bizi: dünyayla, toplumla, kendimizle... Tıpkı Gabriel García Márquez'in düşsel Macondo kasabasında bitmek bilmeyen bir çarşamba günü geçirmek gibi: Macondo'ya yapacağımız yolculuk, hem bir kaçış hem de eve dönüş olacaktır.
Márquez'in erken dönem başyapıtlarından Yaprak Fırtınası, "İlk kez bir ceset gördüm. Bugün günlerden çarşamba ama bana sanki pazarmış gibi geliyor, çünkü okula gitmedim" satırlarıyla başlar. Bu uzun öykü, Márquez'in doğum yeri olan Aracataca'dan esinlenen düşsel Macondo kasabasında geçer ve üç farklı karakterin (çocuk, anne ve büyükbabanın) gözünden "sakıncalı" bir cenaze törenini aktarır. Öykünün tamamı, uzadıkça uzayan, yakıcı bir öğle sonrası içinde geçse de büyükbabanın hafızasıyla Macondo'nun geçmişine uzanırız. Kuru bir yaprak fırtınasıyla kasabaya gelen ABD'li muz şirketi, plantasyonlar, göçmen işçiler, iç savaşlar ve bütün bunlarla birlikte gelen, her şeyin çürüyüp kokuşmasına yol açan süprüntüler…
Bu masalsı anlatı, yazarın ölümsüz eseri Yüzyıllık Yalnızlık'ta bir destana dönüşecektir:
"O zamanlar Macondo, tarihöncesi kuşların yumurtaları kadar ak ve kocaman, parlak çakıllarla örtülü yatağı boyunca dupduru akan bir ırmağın kıyısında kurulmuş, yirmi hanelik bir kerpiç köyüydü. Dünya öylesine çiçeği burnundaydı ki pek çok şeyin adı yoktu daha ve bunlardan söz ederken parmakla işaret edip göstermek gerekirdi."[2]
Márquez, Yüzyıllık Yalnızlık ile ilgili olarak, "ben insanlara hayatlarında yeni olan bir şey anlatmadım" diyecektir. Onun anlattığı, ülkesi Kolombiya'nın ve sömürgecilik mirası topraklardan ibaretmiş gibi bugün hâlâ "Latin Amerika" dediğimiz coğrafyanın iktidar mücadeleleri, acıları, korkuları, yalnızlıkları, aşkları, düşleri ve tüm bunlara dair bireysel, toplumsal ve mitolojik hafızadan ilmek ilmek süzdükleridir. Márquez, kendi ailesini, kasabasını, ülkesini ve kıtasını öylesine eşsiz ve güçlü dille evrenselleştirmiştir ki Macondo'nun sonsuz sırları ve efsaneleri bütün dünyayı sarmıştır.
Anılarını anlattığı Anlatmak için Yaşamak adlı eserinde, Márquez, Macondo adını ilk kez, çocukluğunda dedesiyle yaptığı yolculuklardan birinde, bir muz çiftliğinin kapısında gördüğünü söyler. Kelimenin şiirsel tınısının onu nasıl kendine çektiğini ancak yetişkin olunca anlayabilmiştir.[3] Fakat bu çiftliğin adını hayatı boyunca kimseden duymamıştır. Yıllar sonra aynı ad, bir ansiklopedide tropikal bir ağaç adı, diğerinde göçebe bir kabile adı olarak karşısına çıkar ama ne bunla ilgili araştırma yapar ne de ağaçla ilgili bir bilgi edinebilir. Belki de böyle bir ağaç da kabile de hatta çiftlik de hiç var olmamıştır. Macondo, sadece Márquez'in hayalî kasabasıdır artık.
Bu kasabanın hikâyesi, kurucu bir ütopya olarak başlar. Yüzyıllık Yalnızlık'tan önce Márquez'in birçok öyküsünde karşımıza çıkan Macondo ve sakinlerinin öyküsü, yakın akraba olan José Arcadio ve Úrsula'nın domuz kuyruklu bir çocukları olmasın diye buraya yerleşmesiyle başlar. Eleştirmenlere göre Âdem ile Havva'nın metaforları olan ikili, zamanla Macondo'nun liderleri haline gelir. Başkarakter José Arcadio Buendía'nın adı ütopik bir izlenim uyandırır.[4] Arcadio, "Arkadya" denilen, insanın doğa ile iç içe mutlu bir yaşam sürdüğü ütopyaları çağrıştırır, Buendía da "iyi gün" demektir. Benzer şekilde Yaprak Fırtınası'nda da her şey çok güzel başlar: "Macondo, annemle babam için huzurun ve Altın Post'un bulunduğu vaat edilmiş bir toprak olmuştu."[5]
Ancak Márquez, hiçbir anlatısında Macondo'nun Arkadya'vari "iyi günleri"nin uzun sürmesine izin vermeyecektir. Macondo, ilk bakışta sakin bir yere benzer ancak felaketlerden biri başladı mı arkası hiç kesilmez. Kesilmeyen yağmurlar ve dinmeyen kötü kokular, belaların hiç bitmeyeceğinin habercisi gibidir. Macondo'da her şeyin bir kokusu vardır, çürüyen bedenlerinki gibi ekşi ve keskin kokular uykudan uyandırır, yürekleri sıkıştırıp sancılara yol açar.
En tekinsiz saatler, karanlığın çöktüğü akşam saatleri değil güneşin cayır cayır yaktığı öğle saatleridir. Özellikle bu saatlerde zamanın gerçekten geçip geçmediği belirsiz gibidir. Márquez'in Mavi Köpeğin Gözleri kitabında yer alan "Macondo'da Yağmuru İzleyen Isabel'in Monoloğu" adlı öyküde, dinmeyen yağmur yüzünden mezardaki ölüler dört bir yana saçılır, her yanı ceset kokuları sarar, mesafe ve zaman duygusu kaybolur:
"Önceki gün alabora olan zaman kavramı tamamen yok oldu. Dolayısıyla ortada perşembe günü diye bir şey kalmadı. Onun yerine cuma gününün göründüğü somut ve kıvamlı bir şey belirdi."[6]
Márquez'in Macondo'su, "tüm modern insanların ve onların hastalıklı topluluklarının bir metaforu" olabilir mi? Arjantinli gazeteci Rita Guibert, bu soruyu yazarın bizzat kendisine sorduğunda kesin bir "hayır" yanıtı alır. Ancak Márquez şunu kabul eder: Macondo'nun başına gelen tüm felaketler, aynı zamanda tüm dünyanın başına gelmiş felaketlerdir ve en temel nedeni, "birliktelik yoksunluğudur", herkes kendi başına hareket ettiğinde ortaya çıkan yalnızlıktır.[7] Belki de bu yüzden bu düşsel kasabanın sakinleri bizim için çok tanıdıktır.
Meksikalı yazar Carlos Fuentes ise Macondo'yu şöyle tanımlar:
"Herhangi bir yeri temsil eden bir yer, her şeyi içeren, hepimizi içeren bir yer: zamanın meskeni, bütün zamanların kutsanması, hafızayla arzunun buluşma yeri, herkesin sıfırdan başlayabileceği ortak bir şimdi: bir tapınak, bir kitap."
Márquez, sadece okurları değil, kendisinden sonra gelen edebiyatçıları da derinden etkilemiş yazarlardandır. Türkçe edebiyatta Yaşar Kemal, Latife Tekin ve Kemal Varol gibi yazarların Márquez'le yakından akraba olduğu söylenebilir.
Kemal Varol'un Arkanya'sı tıpkı Márquez'in Macondo'su gibi yazarın doğduğu yerle yakından ilişkili olan hayalî bir kasabadır. Diyarbakır'ın Ergani ilçesinden esinlenen Arkanya, Makam Dağı'nın eteklerinde yer alır. Makam Dağı'nın fonetik olarak Macondo'yu, Arkanya'nın ise Arkadya'yı çağrıştırması boşuna değildir.
Arkanya, vakti zamanında vilayet olmayı başardıysa da şaşalı günleri geride bırakmış bir kasabadır:
"Kara kuru evler, bu evlerden sokaklara yayılan pis sular, başıboş hayvanların bıraktığı gübreler; kasabanın epey uzağında kurulan bir fabrika, eski mi eski bir otel, üç beş dayanıksız ağaçla pencere pencere gökyüzüne bakan bir kasaba".[8]
Márquez'in metinlerarası bir süreçte iç içe geçirdiği eserlerinde olduğu gibi Varol'un Arkanyalı karakterleri de kitaptan kitaba gezinir. Arkanya, tıpkı Macondo gibi, bazı kitapların ana mekânı olarak karşımıza çıkarken bazılarında ya yakınlarda yer alan ya da oradan gelen karakterlerin olduğu bir yer olarak belirir. Böylelikle yazar, bütünlüklü bir kurmaca evren kurar ve bu evrenin içine hem yerel motifler hem de evrensel anlamlar yerleştirir. Hikâyeleri bitmeyen bu evren, yazarın ait olduğu coğrafyanın acılarını aktaracak bir hafıza mekânıdır artık.
Márquez'in dediği gibi, "O halde yapılacak tek şey, birinin çıkıp gelecek kuşaklara ibret olsun diye bu öyküyü anlatmak üzere kapının önüne bir tabure atmasıdır."[9]
[1] Gabriel García Márquez, Yaprak Fırtınası, Çeviri: İnci Kut, İstanbul, Can Yayınları, 2018 (20. Basım), s. 59.
[2] Gabriel García Márquez, Yüzyıllık Yalnızlık, Çeviri: Seçkin Selvi, İstanbul, Can Yayınları, 2005 (25. Basım), s. 9.
[3] Gabriel García Márquez, Anlatmak için Yaşamak, Çeviri: Pınar Savaş, İstanbul, Can Yayınları, 2011 (7. Basım), s. 30-31.
[4] Gerald Martin, Gabriel García Márquez'e Giriş, Çeviren: Emrah İmre, İstanbul, Can Yayınları, 2017, s. 81.
[5] Yaprak Fırtınası, s. 39.
[6] Gabriel García Márquez, Mavi Köpeğin Gözleri, Çeviren: Emrah İmre, İstanbul, Can Yayınları, 2021 (15. Basım), s. 141.
[7] Rita Guibert, Yedi Ses: Latin Amerikalı Yedi Yazarla Söyleşiler, Çeviri: Celâl Üster, İstanbul, Can Yayınları, 2021, s. 402.
[8] Kemal Varol, Jar, İstanbul: Everest Yayınları, 2021.
[9] Gabriel García Márquez, Hanım Ana'nın Cenaze Töreni, Çeviren: İnci Kut, İstanbul, Can Yayınları, s. 132.
Esra Akgemci kimdir? Esra Akgemci, Lisans eğitimini Hacettepe İktisat (İngilizce), yüksek lisans ve doktora eğitimini Ankara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde tamamladı. ABD, Meksika, Şili ve Brezilya’da lisansüstü araştırmalarda bulundu. Kâzım Ateş ile birlikte Dünyanın Ters Köşesi Latin Amerika: Tarih, Toplum, Kültür (İletişim, 2020) adlı kitabı derledi. Selçuk Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde doktor öğretim üyesi. ODTÜ Latin ve Kuzey Amerika Çalışmaları programında yüksek lisans dersleri veriyor. |