Kimilerine göre bir azizeydi, Tanrı'nın bir elçisi, "Yoksulların Anası", "Halkın Bayraktarı", "Umutların Kadını", ulusal bir kahraman, bir kurtarıcıydı. Kimilerine göre ise alçaklığın, namussuzluğun en yüksek aşamasında olan biri, cehennem tanrılarının bedenleşmiş hâli, bir barbar, bir canavardı. Ona Nefertiti diyorlardı, Firavun IV. Akhenaton'un karısı olan, iktidar hırsıyla yanıp tutuşan, öldükten sonra mumyalanan ve hakkında binlerce lanet hikâyesi uydurulan Mısır Kraliçesi Nefertiti... Arjantin'in First Lady'si Eva Perón hakkında söylenmedik şey kalmamıştı.
1946-55 yılları arasında (ve daha sonra 1973-74'te) Arjantin'in Devlet Başkanı olan, Peronist hareketin kurucu lideri Juan Perón'un ikinci karısı María Eva Duarte de Perón, kısacık ömründe hem körü körüne sevilen hem de ölesiye nefret edilen bir ulusal sembole dönüşmüştü. Sevenlerinin gözünde Evita'ydı, yani Eva'cık, Eva'nın sevgi belirten küçültme takısı almış biçimi. Ondan nefret edenler ise adını bile anmak istemiyor, Eva Perón'a "o kadın" diyorlardı. Yakıştırdıkları acımasız sıfatlardan biri, argoda fahişe anlamına gelen "kısrak"tı (la yegua). Peronistler ise bu sövgünün anlamını tersyüz ederek "sürüye yol gösteren ana kısrak" (la yegua madrina) diyorlardı ona.[1]
Che Guevara, Maradona, Carlos Gardel ve Papa Francis ile birlikte gelmiş geçmiş en ünlü Arjantinlilerden biri olarak anılan, hayatı şarkılara, filmlere, romanlara konu olan, Evita (1996) müzikalinde Madonna tarafından canlandırılan Eva Perón, bu şöhretini neye borçluydu?
Her şeyden önce Evita'nın hikâyesi, eşine peri masallarında rastlanacak türden bir umut ve azim hikâyesiydi. En aşağılardan en yukarılara dişiyle tırnağıyla yükselmiş olması kimilerinde kin ve kıskançlık kimilerinde ise hayranlık uyandırıyordu. 7 Mayıs 1919'da, küçük bir kasabada, Los Toldos'ta yoksul bir ailenin beşinci çocuğu olarak dünyaya gelmişti. Kardeşleri gibi o da gayrimeşru bir çocuktu ve bunun acısını hayatı boyunca hissetti. Babaları Juan Duarte, başka bir şehirde yaşayan evli ve çocuklu, varlıklı bir çiftlik sahibiydi. Bir yandan Eva'nın annesiyle de yıllarca süren bir ilişkisi vardı. Eva henüz bir yaşındayken, babası annesini tamamen terk etti ve kadını beş çocuğuyla birlikte derin bir yoksulluğun içinde bıraktı.
Eva, henüz 15 yaşında oyuncu olma hayaliyle Buenos Aires'e geldi. İlk olarak 1935'te bir komedi kumpanyasında sahneye çıktı, ardından küçük rollerde oynamaya devam etti. Yıllarca şehrin varoşlarında bir başına sefalet çekmiş, ne yapacağını bilemez halde tutunacak bir dal aramıştı. Ta ki 22 Ocak 1944'te bir galada Albay Juan Perón'la tanışana kadar…
Juan Perón ve Eva Duarte'nin hem sosyal statüleri farklıydı, hem de aralarında büyük bir yaş farkı vardı, Perón, Eva'nın iki katı yaşında, 48'indeydi. Ancak Eva, gördüğü ilk andan itibaren kaderinin bu adamla birlikte değişeceğini hissetmiş ve ona derin bir bağla bağlanmıştı. Perón da Eva'nın cazibesine kapılmış, onda kendinden bir şeyler bulmuştu. Perón'un annesi, Arjantin'de chinita denen, yoksul, yerli, kasabalı bir kızdı. Perón, Eva'ya da hep chinita diye hitap edecekti.
Perón'la ilişkileri başladıktan sonra da Eva, yıllardır yüzünü hiç güldürmemiş olan oyunculuk kariyeriyle ne yapacağını bilemedi. İlk karısını 1938'de kanserden kaybetmiş olan Perón evlilikten bahsetmiyordu ve o dönemde bir kadının evlenmeden bir adamla birlikte yaşaması onu "metres" konumuna düşürüyordu. Üstelik Eva, sosyal statüsünden dolayı Perón'un onunla hiçbir zaman evlenmeyeceğinin, ordunun üst kademlerinin böyle bir evliliğe izin vermeyeceğinin fakındaydı. Tam da o sıralarda Arjantin tarihi, Eva'nın hayatını değiştirdi. Kimsenin öngöremeyeceği ise esas Eva'nın Arjantin tarihini değiştireceğiydi.
Juan Perón, o dönemde hükümet içinde hızla yükselmekteydi. 5 Haziran 1943'te gerçekleşen, Perón'un da yer aldığı bir askerî darbe, Arjantin tarihinde "yüz kızartıcı on yıl" (décade infame) olarak bilinen döneme son vermiş ve Peronist hareketin doğuşu için zemin hazırlamıştı. Darbenin ardından kurulan cunta hükümetinde Perón, Başkan Yardımcılığı, Çalışma Bakanlığı ve Savaş Bakanlığı görevlerini üstlenmiş, faşist İtalya'daki korporatist modelden etkilenerek sendikaları doğrudan hükümet kademelerine entegre etmeye başlamıştı. Bunun için işçilere tazminat hakkı kazandırılması, emeklilik hakkının genişletilmesi ve asgari ücretin yükseltilmesi gibi politikalar uyguladı.
1944 başlarında Perón'un sendikalarla ittifakı, ordu içinde bölünmelere yol açtı. İşçilerin desteğini kazanan Perón, bir yandan rakiplerini tasfiye ederek güçleniyor bir yandan da onun sosyal politikalarından rahatsız olan bir grup askerin tepkisini çekiyordu. Artan politik gerilim sonucunda ordu yönetimi 9 Ekim 1945'te onu istifaya zorlamış, bundan dört gün sonra da Perón tutuklanmıştı. Askerler onu almaya geldiklerinde Perón, Eva'yla birlikteydi. Verilen talimat doğrultusunda Eva'nın da tutuklanması gerekiyordu ancak Eva direnince askerler ne yapacaklarını bilemediler ve onu zorla alıkoymaya çekindiler. Eva'yı bırakarak tarihin akışını değiştiren bir kırılma noktasına yol açtıklarını bilmiyorlardı.[2]
Eva ilk iş olarak sendikalara koştu ancak 13 ve 14 Ekim günleri hafta sonuna denk geldiğinden kimseye erişemedi. Otobiyografisinde o günleri tam bir karmaşa içinde yaşadığını anlatacaktı. Sokaklarda çaresizce koşturuyor, Perón'un arkadaşı olduğunu düşündüğü kişilere gidiyor, onlar tarafından küçümseniyor ve geri çevriliyordu. Üstelik kendisi de ölüm tehditleri alıyor, tutuklanmaktan ya da öldürülmekten korkuyordu. Pazartesi tekrar sendikaya gitti, sendika lideri Cipriano Reyes'i buldu ve Perón'a destek toplamaya çalıştı. Ertesi gün Avellaneda'daki gecekondu mahallelerinden yaklaşık 400 işçi şehir merkezine yürüdü ve işçiler hızla mobilize olmaya başladılar.
Daha sonra Sadakat Günü (Día de la lealtad) olarak anılacak 17 Ekim 1945'te yaklaşık 300 bin işçi, başkanlık sarayı Casa Rosada'nın bulunduğu Plaza de Mayo'da toplanarak Perón'un bırakılması için büyük bir baskı oluşturdu. Gazeteler, o gün için "gömleksizler (descamisados) sokakları doldurdu" diye yazacaktı. Ertesi gün Perón serbest bırakılır bırakılmaz Eva ile birlikte Plaza de Mayo'ya işçileri selamlamaya gitti. "Perón başkan!" sloganları atılıyor, yeni bir dönemin kapıları açılıyordu. 22 Ekim'de Eva ve Perón evlendiler, kısa bir süre sonra, 24 Şubat 1946'da Perón devlet başkanı seçildi.
Eva Perón alışılageldik bir First Lady değildi, kadınların tamamen görünmez olduğu bir dönemde, kısa süre içinde hiçbir kadının hayal edemeyeceği bir şekilde ülkesinin kaderi üzerinde söz sahibi bir politikacı oldu. Yoksul halk kesimleriyle doğrudan kurduğu ilişki sayesinde Peronizm'in kitleselleşmesinde kilit rol oynadı. Eğer popülizmi en genel anlamıyla, "müesses nizam karşıtlığı" ve "anti-elitizm" temelinde bir "halk inşası" olarak tanımlarsak, Arjantin'de kitlelere "benim sevgili gömleksizlerim" diye hitap eden, oligarşi mensuplarından "o hainleri iğrenç inlerinden çıkarmalı" diye bahseden, yoksulların evlerine giderek onlara cömert bağışlarda bulunan Evita'sız bir popülizm mümkün olamazdı.
Evita, her zaman kocasının yanında ama onun bir adım gerisinde kalmaya özen gösterdi. Her seferinde ona övgüler yağdırıyor, "hayatım bana değil, Perón'a ve halkıma aittir" diyordu. Buna karşılık Perón "Evita'yı ben yarattım, Eva'yı benim ürünüm olarak görmek gerek" diyecekti. Oysa kitlelerin gözünde o kimsenin ürünü değildi. Evita efsanesinin oluşmasında onu bir azize olarak kabul eden, yüzünü gökyüzüne çizilmiş olarak gören, ona dokunmak için sıraya girenlerin payı büyüktür. Evita'ya dokunmak Tanrı'ya dokunmak gibiydi, yoksullar onun öperek rüzgâra savurduğu banknotları alıp saklıyor, ne kadar aç kalırlarsa kalsınlar o "öpülmüş banknotlara" dokunmuyorlardı.[3] O ne kadar kocasının gölgesinde kalmaya özen gösterdiyse de kitleler kocasından çok onun adını haykırdılar: Eee-viii-taaa!
Evita efsanesini doğuran bir diğer unsur, kuşkusuz Eva Perón'un erken yaşta ölümüydü. Hatta belki de ölümü, yaşamından daha etkili olmuştu. Arjantinli yazar Tomás Eloy Martínez'in dediği gibi:
"Hayattayken kocasını gölgelememek için hep kendi ateşini toprakla örtmüştü. Öldükten sonra ise bir yangına dönüşecekti."[4]
Sevenleri, hastalığa yakalandığında, onun kurtulması için her gün dualar okur, adaklar adarken düşmanları, "yaşasın kanser!" diye slogan atıyordu.
26 Temmuz 1952'de, 33 yaşında kansere yenik düşen Evita'nın ölümü, gerçekten de öyle bir yangına dönüştü ki muhalifler için ölüsü dirisinden daha tehlikeli hâle geldi. Hastalığın pençesinde uzun süre kıvranan bedeni, öldüğünde sadece 36 kilo geliyordu. Ölü bedenin çürümesine izin verselerdi Evita'nın cesedi belki de politik mü cadelenin bir sembolüne dönüşmeyecekti. Ancak onu mumyaladıklarında artık fazlasıyla büyük bir beden oldu, yine Eloy Martínez'in ifadesiyle, "içi fazlasıyla dolu, ülkenin kendisinden de büyük bir bedendi" artık.[5]
Evita, yaşarken çok çekmiş, sonunda hayal bile edemeyeceği bir güç ve şöhrete kavuşsa bile "saadeti" çok kısa sürmüştü. Oysa asıl çilesi, öldükten sonra başlayacaktı. Perón, karısının anısını ölümsüzleştirmek için mumyalanmasını istemiş, Evita'nın ölümünün hemen ardından, başucunda hazır bekleyen İspanyol Doktor Pedro Ana ilk müdahaleyi yapmıştı. Mumyalama işlemi iki yıl sürmüş, bu iş için İşçi Konfederasyonu Başkanlığında sıkı güvenlik önemleri altında korunan bir laboratuvar kurulmuştu. Ne var ki 1955'te bir darbeyle devrilen Perón ülkeden kaçtığında Evita'nın ölü bedeni korunmasız kaldı. Bir önceki darbe girişimini Evita sayesinde atlatan Perón, şimdi onu muhaliflerin eline bırakıp gidiyordu.
Evita'nın mumyalanmış bedeninden kurtulmak, yeni iktidarın ilk işlerinden biri olmuştu. 1955'ten 1971'e kadar Peronizm yasaklandı, Evita ve Perón'un adlarının anılması bile hapis cezası gerektiren bir suçtu artık. Bu süreçte Evita'nın ölü bedenine ne olduğu bilinmiyordu. Ortada kaçırıldığına dair çeşitli rivayetler dönüyor, bedenin balmumumdan kopyaları olduğu iddia ediliyor, mumyanın akıbeti giderek masalsı, fantastik bir anlatıya dönüşüyordu.
Evita'nın mumyalanmış bedeni, 1971'de İtalya'da, Milano'da bir mezarda gömülü olarak bulundu ve Juan Perón'a teslim edildi. 1973'te iktidara geri dönen Perón, 1974'te hayatını kaybetti. Evita'nın bedeni ise 1976'da, en sonunda huzur içinde yatabileceği Buenos Aires'teki ünlü Recoleta Mezarlığı'na defnedildi.
Meksikalı gazeteci Alma Guillermoprieto, Evita'nın ölümünün ardından "Onun hayatı asıl şimdi başlıyor demişti." Gerçekten de Evita'nın öldükten sonra yaşadıkları, tarihçilerden çok edebiyatçıların ilgisini çekecek bir büyülü gerçekliğe benziyordu.
1995'te Arjantinli yazar Tomás Eloy Martínez, çok ses getiren, Santa Evita'yı yayımladı. Arjantin'in en çok çevrilen romanı olma özelliğini taşıyan Santa Evita, Türkiye'de de 1997'de İnci Kut çevirisiyle Can Yayınları tarafından yayımlandı. Eloy Martínez, kendi ifadesiyle Evita'yı romanında "ne bir uğursuzluk, ne bir efsane olarak" anlatıyor ve hakikatin peşine düşerek tarih yazımını sorguluyordu. Evita'nın ölü bedenine ne olmuştu? Yazara göre gerçek, ne anlatılabilir, ne de yinelenebilirdi.[6] Gerçek sadece yeniden yaratılabilirdi. Tarih ise edebiyatın hammaddeleri olan hayal gücünden, saçmalıklardan ve abartıdan yoksun bırakılamayacağına göre ancak yeniden yazılabilirdi.[7] Eloy Martínez de Evita'nın hikâyesini bilinmeyen yönleriyle yeniden anlatıyordu.
Mario Vargas Llosa'nın "başyapıt" olarak tanımladığı, Gabriel Garcia Marquez'in, "İşte benim okumak istediğim roman sonunda çıktı!" dediği Santa Evita, aynı adlı bir Disney dizisine de uyarlandı. Yapımcılığını Salma Hayek'in üstlendiği dizi, 26 Temmuz'da, Eva Perón'un 70. ölüm yıldönümünde izleyicilerle buluşacak.
Evita imgesinden esinlenen iki edebiyat eserini de burada anmakta fayda var. Uruguaylı yazar Juan Carlos Onetti, Yarın Başka Bir Gün Olacak (Alakarga, 2018) adlı öykü kitabında yer alan "Kadın" adlı öyküsünde isim vermese de karanlık bir atmosfer içinde Evita'nın ölümünü ve mumyalanışını anlatır. Arjantinli yazar Julio Cortázar da kemik parçalarına tapınmak için Plaza de Mayo'da toplanan korkunç bir kalabalığın hikâyesini anlattığı Sınav (Can, 2018) adlı romanında, sarı saçları ve beyaz elbisesiyle yine isim vermeden Evita'yı tasvir eder, barbarlık içgüdüsünü teşvik eden bir imge olarak… Cortázar'ın bu romanı, Evita'nın ölümünden iki yıl önce, 1950'de yazmış olması, Evita'nın ölümünden sonra yaşanacaklara dair güçlü bir gönderme olarak dikkat çekmiştir.
Edebiyatçılar Evita'yı her zaman kendi düşledikleri gibi anlatmıştır. İspanyol yazar Javier Cercas'ın dediği gibi:
"Halk, efsane düzer. Edebiyatçılar, hayal kurar. Kesin olan tek şey ölümdür."[8]
[1] Tomás Eloy Martínez, Santa Evita, çev. İnci Kut, Can Yayınları, 1997, s. 20.
[2] John Barnes, Evita First Lady A Biography of Eva Perón, Grove Press, New York, s. 45.
[3] Tomás Eloy Martínez, Santa Evita, s. 183.
[4] Tomás Eloy Martínez, Santa Evita, s. 43.
[5] Tomás Eloy Martínez, Santa Evita, s. 145.
[6] Tomás Eloy Martínez, Santa Evita, s. 90.
[7] Tomás Eloy Martínez, Santa Evita, s. 138.
[8] Javier Cercas, Karanlıkların Hükümdarı, çev. Gökhan Aksay, Everest, İstanbul, s. 127.
Esra Akgemci kimdir? Esra Akgemci, Lisans eğitimini Hacettepe İktisat (İngilizce), yüksek lisans ve doktora eğitimini Ankara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde tamamladı. ABD, Meksika, Şili ve Brezilya’da lisansüstü araştırmalarda bulundu. Kâzım Ateş ile birlikte Dünyanın Ters Köşesi Latin Amerika: Tarih, Toplum, Kültür (İletişim, 2020) adlı kitabı derledi. Selçuk Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde doktor öğretim üyesi. ODTÜ Latin ve Kuzey Amerika Çalışmaları programında yüksek lisans dersleri veriyor. |