Gazetelere, televizyonlara iktidarın baskısıyla hukuksuz el konulan, her gün yalan manşetlerle insanlara, kurumlara iftira atılan, siyaseti, hukuku iğdiş edilen bir ülkede ‘gazetecilik’ üzerine yazmanın acı bir ironisi var ama madem burada yaşıyoruz o halde doğru bildiklerimizi söylemeye, yazmaya devam edelim.
Gazetecilik, tarihi boyunca en çok tartışılan mesleklerden biri oldu. Evrensel karşılığı nettir; gazeteci, muhtemel sonuçlarına rağmen doğruya ulaşmak, gerçeği duyurmak için her şeyi göze alan, kendini, kariyerini, hayatını riske atandır. Yaptığı haber, yazdıkları elbette pek çok okur ve kurum tarafından beğenilmeyecektir. Onun işi denetlemek, hesap sormak, ama en çok da doğru zamanda doğru soruları sormaktır bana göre. Bu tespitler onun siyasi bir görüşü olmadığı anlamına gelmez. Yanlış değerlendirilen konulardan biri de bu. Gazetelerin de elbette ‘ideolojik’ bir duruşları vardır ve elbette kendi bakışları doğrultusunda ‘taraf’ olurlar, bu doğaldır. Mesele topluma yansıttığı gerçeklerle taraf olduğu görüş arasına koyması gereken mesafedir.
Hatırlatmakta fayda var; Türkiye basın tarihi bu manada her dönem kötü örneklerle duludur, hiçbir medya kuruluşunun, gazetenin sicili de temiz değildir. Valizler bu kadar yüklüyken artık açıkça söylemek lazım; burada gazetecilik yapılamaz ancak gazetecilik yapmaya çalışılır. Başka yerlerde çok farklı değil mi, evet gazetecilik tabiatı itibarıyla istenmeyen haberlerin duyurulmasıdır bir bakıma, yani mücadeledir ancak bu ‘savaş’ burada daha çok mesleğin özüyle ilgili. 1830’da çıkarılan ilk gazeteden beri hiç değişmeyen gerçek, devlet eliyle kurulan ya da özel bir şahsa/kuruma ait olmasına rağmen devlet kontrolünde olan gazeteciliğin evrensel standartlarda yapılamadığıdır. Ana akım medya diye tarif edilen yerde - istisnalar hariç –gazetecilerin devletin zaaflarını gizlemek üzere ‘iş’ yaptığına yıllarca şahit olduk dolayısıyla burada mesleğin geleneğinden bahsetmek de mümkün değil.
Hal böyleyken geçtiğimiz hafta sadece gazetecilik yaptıkları için aylardır içerde olan Can Dündar ve Erdem Gül’ün Anayasa mahkemesi kararıyla tahliyesi sonrasındaki haklı isyanlarla devam edelim. Burada gazetecilik ne kadar mümkündür, sorusundan önce onları hatırlayalım; Bir televizyon dizisi yüzünden hapsedilen Hidayet Karaca’ya tahliye kararı veren iki hâkim tutuklanıp ihraç edildi, avukatı Gültekin Avcı hala tutuklu. MİT TIR’ları davasında 29 subay ve dört savcı MİT’in Suriye’ye kaçırdığı silahlara izin vermediği için bir senedir tutuklu. Mehmet Baransu yine sadece gazetecilik yaptığı için bir senedir tutuklu, iddianame bile yazılamıyor. JİYAN muhabiri Hayri Tunç’un yaptığı haberler savcılara göre ‘haber niteliğinde değil’ yani neyin haber olup olmadığına sarayın talimatlarıyla hareket eden savcılar karar veriyor. Hala tutuklu olan otuzdan fazla gazetecinin çoğu bölgedeki haberleri aktarmaya çalışan Kürtler. Onlardan biri Azadiye Welat gazetesinin editörü Rohat Aktaş işini yaparken bodrumda mahsur kaldı ve diri diri yakıldı. Babası oğlunun kulaklarının, burnunun kesilerek öldürüldüğünü söylüyor. Henüz tutuklu olmadığı için bölgede işlerini yapmaya çalışan gazeteciler her gün göz altına alınıyor, darp ediliyor, günlerce haber alınamıyor. İpek Medya grubu, İMC TV’yle beraber onlarca televizyon kanalı ve gazete sadece gerçekleri duyurduğu ve muhalefet yaptığı için savcılara verilen talimatlarla kapattırıldı. Cumhurbaşkanı’na hakaretten 1800’den fazla dosya var. Bunların çoğu gazeteci ve köşe yazarı. Ve yine pek çoğunun 5-15 yıl arası hapsi isteniyor. Ve benim bunları yazdığım sırada Kayyım’ın Zaman Gazetesi’ne el konacağı söylentileri dolaşıyor. Sonra ne olacağı bu ülkede yaşayan herkesin malumu. Binlerce kişilik işsiz gazeteci ordusuna yeni katkı ve güya parlamenter sistemle yönetilen bir ülkede faşist bir rejime maruz kalmanın utancı.
Bütün bunlar olup biterken medyaya el koyduran muktedir çok şaşırtmıyor artık ama ‘taraftarlık’ hastalığı yüzünden bu zulme, hukuksuzluğa, baskıya sessiz kalanların, daha da fenası hala “benden değilse onun hakkını savunmam’ diyebilen toplumun bakışı beni sahiden ürkütüyor. Sorun orada başlamıyor ama düğümlenip çözümsüzlüğe sürüklendiği yer orası çünkü. Doğruların paylaşılmasına tahammülü olamayan toplumun tepkisizliği hatta daha da fenası ‘hak ettiler’ türünden sığ hesaplaşmalar sadece giderek tırmanan faşizme hizmet ediyor.
Bu coğrafyanın gerçekleriyle dünyanın evrensel standartları arasındaki uçurum her gün yeni örneklerle açıkça görülüyor. Gazetecilikten önce hukuk sistemi tamamen çökmüş bir ülkeden bahsediyoruz. Peki her şeye rağmen hala bu koşullarda doğru soruları sorabilir miyiz?
Geçtiğimiz hafta En İyi Film Oscar’ı alan ‘Spotlight’ Amerika’da gazetecilik hakkında yapılmış ilk film değil ama en iyilerinden biri olarak anılacağı kesin. Gençleri taciz eden rahiplerin peşine düşen araştırmacı gazeteci ekip Spotlight, Pulitzer’i kazanmıştı. Yani tamamen gerçek bir hikaye. Her ne kadar onlar da dünyada bu tür gazeteciliğin azaldığını kabul etse de, “Umudumuz var” diyorlar. Evet, gazetecilik doğru insanlar doğru soruları sorabilmenin ötesinde her şeye rağmen ‘umudunu koruma’ ve en kötü koşullarda bile geleceği değiştirme inancına da sahip çıkmaktır.
Yenal Bilgici ödül töreninden evvel ekiple röportaj yapmış. Kendilerine asla dokunulamayacağını sanan ‘güçlülerin’ iyi gazetecilikle nasıl ‘çıplak’ kaldıklarını gazetenin işleyişiyle anlatan filmin gerçek kahramanlarından Martin Baron, Boston Globe’da iş başı yaptığı gün Pulitzer ödüllü hikayeye görebilmiş daha sonra Washington Post’u yönetmiş bir gazeteci. Bilgici’nin sorusuna Türkiye’deki özgür düşüncenin baskı altında olduğu bugünlerde filmin gördüğü ilgiden memnun olduğunu ilettikten sonra özetle şunları söylemiş: “Araştırmacı gazetecilik hiç şüphesiz tehdit altında. Herkes personel çıkarıyor. Oysa gerçek gazetecilik masraflıdır ve adanmışlık gerektirir…Halkın gazeteciliği sorguladığı zamanlardayız. Bu yüzden yapabileceğimiz en sorumsuz şey, güçlü kurumları ve kişileri hesaba çekmekten vazgeçmek olacaktır. Yani gerçeği keşfedip anlatmak bizim gazeteciliğimizin asli unsuru”.
Bizim bugün merkez medya dediğimiz alanda gazeteciliğimizin asli unsurunun gerçeği keşfedip anlatmak olmadığı ortada, hiçbir zaman olmadı zaten. İş adamlarının medya patronu olduğu ve devletle iş yaptığı sistem de buna müsaade etmiyor. Ama bu bile vazgeçmek için yeterli sebep değil. Bütün bu koşullara rağmen mücadelenin tam da bugünlerde verilmesi gerektiğine inanıyorum. Burada gazetecilik hep bir mücadele çünkü.
Gazetecilik hakkında yapılan filmlerden bahsederken burada pek ilgi göremeyen Truth’u hatırlıyorum. Film, Amerikan askerlerinin Irak’taki askerlere uyguladıkları işkenceyi 2004’de ortaya çıkaran CBS sunucusu Dan Rather ve ‘60 Dakika’ programının yapımcısı Mary Mapes’in hikayesini anlatıyor. “Bush Vietnam’a gitmemek için hile yaptı” iddiasını kanıtlamaya çalışıyorlar. Ve yine devreye giren sahte belge ve kumpaslarla sistem gerçeklerin gün ışığına çıkmasına bir yere kadar müsaade ediyor. Öte yandan ekip gerçeğin ne olduğundan o kadar emin ki kaynakların ve belgelerin doğruluğunu kanıtlamak için sorumluluklarını yerine tam getirmiyor. Bu noktada o karakteri canlandıran Cate Blanchett’in kendisini soruşturan heyete (Elbette Bush taraftarları) söyledikleri çarpıcıydı:
“Biz Bush askerlik görevini yaptı mı yapmadı mı, bunu sorguladık. Haber buydu. Kimse bunları konuşmuyor. Herkes sahte belgelerden, komplo teorilerinden bahsediyor. Günümüzde insanların bir haberi beğenmediğinde yaptığı şey budur. Seni hedef gösteriyorlar, tarafsızlığını hatta insanlığını sorguluyorlar. Sonra da hakikat gitsin diye uğraşıp duruyorlar. Ve her şey bittiğinde öyle yüksek sesle bağırıp çağırmış oluyorlar ki asıl konunun ne olduğu tamamen unutuluyor”. “Peki ya sizin sorumluluğunuz” diyene de şunu hatırlatıyor: “Meseleye böyle bakarsanız Times Pentagon belgelerini yayınlamazdı, Washington Post, Watergate muhabirini dinlemezdi bile”.
Gazetecilik bu yönleriyle de tartışılabilmeli ama biz bu noktanın bile çok uzağında duruyoruz. Bugün medyasıyla, yargısıyla, toplumuyla gerçeğin değil ‘taraftarlığın’ esas alındığı bir ülkede gazetecilik yapmak neredeyse imkansız ama evet Spotlight ekibine katılıyorum, umudum var. İşini doğru ve iyi yapmaya çalışan bütün gazetecilerin de olmalı.