Sahne boş ve karanlık. Siyahlığın içinde görülen tek dekor iste bir sandalye. Aslında uzun bir tren yolculuğunun tek koltuğu. Oyunun anlatıcı kişisi Pozdnışev sahneye tek aksesuarı olan bavuluyla giriyor. Bavulun içinden otuz yıllık bir hayat, erkeklerin ve kadınların ilişkilerden beklentileri, evlilikle ilgili doğru ve yanışlar, kıskançlık ve bir cinayet çıkıyor.
Oyun, bir anlatı üzerine kurulsa da seyirciyi sadece dinleyen konumunda tutmuyor. Berkin'in rejisi ve oyunculuğu, seyirciyi tanık konumuna koyuyor. Sahneye giren genç adam karısını öldürmüştür, sekiz ay mahkemeyi beklemiştir ve sekizi de erkek olan jüri tarafından suçsuz bulunmuştur. Ama bağırmaktadır: "Suçluyum!"
Önce kendisini anlatır adam; müziği ne denli çok sevdiğinden bahseder uzun uzun. Sonra bir aşk hikayesi dökülür dudaklarından, karısıyla nasıl evlendiğinden, onu nasıl sevdiğinden, kavgalardan, inişlerden çıkışlardan söz eder... Böylelikle nasıl kişiler olduklarını ve nasıl bir hayat sürmekte olduklarını öğreniriz bu kişilerin. Bizi sonat kavramının içine çeken yer de tam burasıdır! Oysa insanlar iki yüzlüdür: "Bir kadın ne denli güzelse, ahlaksız bile olsa toplum için en ahlaklı odur!" Yüzümüze çarpan bu gerçekle tüm metin insan güdülerine, iki yüzlülüğüne, hislere ve gözü karalığa bırakır kendini.
Genç bir adamın; çocuktan, şehvet düşkünü bir erkeğe nerede, nasıl dönüştüğünün detaylarıyla devam eder metin ve metnin bu kısmında da biz "eş katili"ni özeleştiri yaparken izleriz. Aslında iyi ve kötü yoktur ve her şey insanidir! Mutlu yuvasına -bir adam, sarı bukleli güzel bir kadın, bir çocuk- birdenbire giren genç müzisyen, yuvanın dağılmasına sebep olmuştur. Oysa Pozdnışev tüm olanları anlatırken evliliğinin çok da sağlam olmadığını itiraf eder defalarca.
Oyun ilerledikçe seyircideki dinleyici konumu yerini büyük bir merakla yoğurulmuş tanık konumuna bırakıyor. Berkin, oyunculuğu ile seyircileri oyun kişisinin evinin salonuna, kapısının önüne, mutfağına ve hatta yatak odasına kadar sokuyor. Bir süre sonra anlatılmakta olan olayların bir köşesinde buluyoruz kendimizi. Biz de o salondayız evet, biz de gördük genç müzisyenle karısının nasıl da flörtleştiğini!.. Ya da biz de çelişiyoruz bazen aynı Pozdnışev gibi: "Acaba gerçekten flörtleşiyorlar mı yoksa biz mi öyle yorumluyoruz olan biteni"?
Metnin sonuna doğru tanık olduğumuz sahne ise bir kıskançlık krizinin doruk noktası oluyor. Herkes soluğunu tutmuş, ayakkabılarını eline almış adım adım olmakta olanı yakalamak için sessizce yürüyoruz koridorda... Kreutzer Sonat'ın rejisinin ve oyunculuğun başarısı ise bir kez daha burada ortaya çıkıyor.
Berkin anlattıkça hızlanan bir nabıza eşlik ediyor herkes. Acaba şimdi ne olacak, endişesi içinde tüm bir mesele masaya seriliyor. Yürümeyen bir evliliğin aşktan geriye kalanlarla ama bir şekilde yürüme normalliği, yakışıklı sayılamayacak fakat "bu adamda bir şey var" hissi uyandıran müzisyen bir gencin, yıllardır piyanosunun başına oturmayan bakımlı genç bir kadının piyanosunun başına oturup çalması ve olayları izleyen kocanın adeta kendisine zarar vermek ister gibi düşmanını defalarca evine davet edişini görüyoruz. Pozdnışev'in sadık bir eş ve iyi bir koca tanımından bir katile nasıl evrildiğinin her detayı ise seyircinin ensesinde hissettiriliyor.
Kayhan Berkin, rejisinde sahneyi boş bırakarak tek kişilik bir oyun için riskli bir konumu tercih etmiş. Seyircinin tüm dikkati ve sahne ışığı sadece onun üzerinde. Fakat metni uyarlama biçimi ve oyunculuğuyla tek düze giden bir seyirlik değil; göz yaşına, hırsa, tutkuya bulanmış, müzik ve şehvetin içiçe geçtiği bir dünya sunuyor. Bir insanın zaaflarının, müziği duyma biçiminin, hislerin ve kargaşanın portresini çizen oyun, seyirciyi hem bir mahkeme jürisine hem de bir oyun kişine dönüşme deneyimine davet ediyor sık sık.
Mehmet Yılmaz'ın yardımcı yönetmenliğini üstlendiği, ses tasarımı Joe Chonchie'ye ait olan oyunun afiş tasarımı Ethem Onur Bilgiç'e ait. Bir evliliğin başlayışına ve bir adamın çöküşüne tanıklık etmek isteyen herkes için oyun, sezon boyunca sahnede. "Bağışlayın"!