Baden-Baden'deki Staatliche Kunsthalle'nin iki yöneticisinden biri olan Çağla İlk, Federal Almanya kültür işlerinden sorumlu Ifa (Institut für Auslandsbeziehungen) tarafından 2024 Venedik Bienali'ndeki Alman paviyonu küratörlüğüne seçildi.
Venedik Bienali en önemli çağdaş sanat etkinliklerinden biri sayılıyor. Çağla İlk, Almanya'da uzun yıllardır çeşitli kültür kurumlarında küratör ve sergi düzenleyicisi olarak çalışıyor. Çağla İlk, paviyonun küratörlüğüne seçilen Türkiye kökenli ilk kadın küratör. Çabalarını bildiğim, çalışmalarını uzun zamandır izlediğim Çağla İlk'le bu önemli gelişme hakkında konuştuk.
- Venedik bienalindeki Almanya paviyonunun küratörlüğü aklında mıydı, konuyla ilgileniyor muydun, senin için önemi nedir?
Almanya Paviyonu Alman toplumu için büyük önem taşıyor.
İkinci Dünya Savaşı'na sebep olmuş, Holokost'tan sorumlu bir devleti uluslarası platformda 120 yıldır temsil eden bir tarihi var.
Elbette sadece bundan dolayı değil önemi; kültür ve uluslarası politika için bir merkez olduğundan Almanlar için en önemli sanat mekanı diyebiliriz.
Sorunun cevabı ise evet, aklımdaydı.
2019 senesinden beri benim için bir hedefti hatta.
Benim için önemi, baskın toplumun kendi rol modelleriyle estetik ve hayat görüşlerinin ana sunum alanında ona başka perspektiflerden bakmak.
- Şimdi küratör seçildiğine göre duyguların nedir, orada ne yapmak istiyorsun, aklında ne var? Son cümlenden spesifik olarak Almanya ve Almanya toplumu ile ilgili bir şey yapmak istediğin hissine kapıldım.
Duygularım... Daha doğrusu duygularımız...
İnanılmaz bir destek var, çok farklı ortamlardan, camialardan.
Benim bu pozisyonla görevlendirilmem birçok insan icin büyük bir şok oldu.
Olumlu yanı, benim seçilmemle müze dünyasında farklı duruşların, pozisyonların da olabileceği, görevi alanın bu pozisyonu içerebileceği kanıtlanmış oldu.
Bunda süreci değiştirmeye çalışan "Institut für Auslandsbeziehungen" IFA'nin yeni müdürü Gitte Zschoch'un büyük rolü var. Bu kurum Almanya'nın uluslararası kültür projelerinden sorumlu, Dışişleri Bakanlığına bağlı. Her ülkenin paviyonu icin ayrı bir işleyiş süreci var. Almanya Paviyonu önce küratörünü belirliyor. Şu ana kadar seçilen küratörler değerli genelde alışılmış müze yöneticileriydi ama normalde süreç kapalı ve saydam olmayan bir süreçti.
Bu edisyona kadar jüri üyelerinin kim olduğu ve neden seçildiği belirsizdi.
Zschoch jüri üyelerini daha katılımcı bir süreçle ve toplumu yansıtmaya yönelik bir stratejiyle seçmiş. Seçildiğim açıklandığında beni kimlerin seçtiği de açıklandı.
Aklımda ne var dersen, beni pragmatik ama hislerinin peşinden giden bir küratör olarak tanıyorsun.
Batıl inançlarım yok. 2019 yılında Venedik'te Bienal açılışı gecesi bir rüya gördüm. Hâlâ çok net.
Rüyada paviyonun küratörüydüm.
Bu rüya bugün gercek.
Ne gördüğümü ise şu an söyleyemem ama Alman toplumu belli bir döneminin tarihini o kadar bu bina üzerine yansıtarak aktardı ki, bu dönemle artık uğraşmayacağımızı söyleyebilirim. Anlatılmayan ve toplumda yaşandığı biçimiyle unutulmuş dünya tarihine odaklanacağım.
- 3 yıldır Baden Baden Kunsthalle'nin iki yöneticisinden birisin, karşınıza ne gibi zorluklar çıktı, önüne ne gibi engeller getirildi, buna rağmen neler başardığını düşünüyorsun, Baden Baden'den Alman paviyonuna giden çizgi Almanya'da nasıl duraklardan geçti?
Sanat kurumu yöneticisi olmak çok kendine has bir pozisyon. Bunu aşk ve şevkle yapıyoruz Misal Adnan Yıldız'la. Tüm kurumun işleyişi bizim sorumluluğumuzda, sadece sanatsal program değil. Devlete ait bir sanat kurumu olunca iş daha da zor. Formaliteler inanılmaz daha fazla, görevimizin büyük bir kısmı bunu kurallara uygun yapmaya çalışmakla geçiyor.
Binanın sorumluluğu, çalışanların sorumluluğu, bunların yanı sıra bir de asıl amacımız sanat ve sanatçıyla ruhlara dokunmak…
Bürokrasi ve sanatı birleştirmek bence çok zor, özellikle Almanya'da.
Elbette yeni formları adı almanca olmayan insanlar olarak deneyince Almanya'da zorlanıyoruz. Almanya hâlâ daha önemli pozisyonlarda farklı diller konuşan insanlara alışkın değil ve değişmemek için de mümkün olduğu kadar çaba gösteriyor.
Bizim önümüze çıkan engeller basından seyirciye, yürütücü kurumlardan geçmiş çalışanlara kadar geniş bir yelpaze.
Buna rağmen paviyonun küratörlüğünü almış olmam, programımızın meslektaşlarımız tarafından desteklendiğinin bir kanıtı.
- Bu soru başta sorulur gerçi ama şu anda sorayım; demin "Alman paviyonuna giden yol hangi duraklardan geçiyor" dedim ya şimdi bir de benzer bir soruyu geçmişe dair sorayım, Türkiye'den Almanya'da küratör olmaya giden yol nerelerden geçti? Bildiğim kadarıyla Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nde mimarlık okumaktan kitaplarla haşır neşir olmaya, bir ara sahafta çalışmaya, derken aklına esip Almanya'ya gitmeye uzanan hem çok "buralı" hem de zaman içinde "oralı" bir kimliğin var. Bu kendine özgü bir karışım. Muhtemelen gerçekleştireceğin konsepti de etkileyecek. Biraz bahseder misin?
Balkan savaşları sırasında Bosna'dan, bilmediğim bir zamanda Tiflis'den göç edip Adapazarı'na yerleşen yeni ulus toplum Türkiye'sinin ilk vatandaşları olan büyük-büyük anneler, dedeler. Bunun verdiği göçebelik ve aidiyet sorunsalı nesilden nesile gecen bir fenomen.
Onların izinden giderek, saldırgan Anglo-Sakson neoliberalizminin inşaat sahasında kendini yeniden yarattığı bir dönemde mimarlık yapmanın manasız kaldığını düşünerek Berlin'e gittim.
Mimarlık sanat, toplum ve ihtiyaçlarını içermesi gereken bir dal, İstanbul 2000'ler bunun için ideal bir zaman değildi.
Ama sahafa gelen yazarlar ve entellektüellerle sohbetler, yeni sanat proje mekanlarına geçişler daha çok sanatla alakalı bir yola gitme istegi uyandırdı ben de.
O zaman Berlin önemli bir sanat merkezi olmaya adanmıştı. Berlin'de olmamın büyük avantajı oldu.
Kentsel mekanda performans projeleri ile başladım disiplinlerarası çalısmaya. Kentsel mekanların değisimini yerinde gösteren ve bunu yapanları performansın oyuncuları haline grtiren birçok oyun ve performanstan sonra 2013-2019 tarihleri arası Maxim Gorki Tiyatro'sunda Berliner Herbstsalon adlı, iki senede bir düzenlenen bianel ölçeğindeki dört serginin ortak küratörlüğünü yaptım. Henüz göçmen kökenli sanatçı, küratör ve yönetmenlerin yeni yeni yeşerdiği bir dönemde beraber tiyatrolar, sanat mekanları, festivaller, sergiler kurduk, yaşattık. Güçlü ve kültürlerarası community'imizi kurmamız, kendi yolumuzu çizmemiz ve ısrarla o yolda yürümemiz bizi güçlendirdi.
Bunu yapanlar üçüncü jenerasyon diye tanımlanan 60'lı yıllarda Almanya'ya göç etmiş Yugoslavyalı, Türkiyeli işçilerin ya da duvar yıkıldığında ülkeleri bir anda yok olan değişen Doğu Almanyalı jenerasyonların ya da Eski Sovyet ülkelerinden gelenlerin çocukları, torunları. Ayrıca yeni nesil Yahudi entellektüeller ve queer camia da önemli. Radikal çoğunluk kavramını yansıtan bu azınlık sayesinde 2000li yılların başından beri çok yol alındı Almanya'da kültür alanında.
Benim kuratör seçilmem bu çabamızın ortak ürünü.
- Genel olarak Venedik Bienali hakkındaki düşüncelerin nedir peki?
Venedik Bienali biz profesyonellerin her iki senede bir mutlaka ziyaret ettiği, ebette ki kısmen kutsallaştırılmış bir etkinlik.
Günümüzdeki bienal enflasyonuna rağmen, etkisinin azaldığını ya da manasızlaştığını düşündüğünüz anda hemen sizi şaşırtabiliyor
Cecilia Allemani'nin küratörlüğünü yaptığı geçtiğimiz Bienal böyle bir andı. Son sergiden bahsediyorum. O kadar heybetliydi ki Venedik bienalini başka bienallerden ayrı bir seviyeye cekti. Geçmişten günümüze 180"den fazla, ağırlıklı olarak kadın ve cinsi uyumsuz sanatçının dahil olduğu ana sergi uzun zaman aklımızdan cikmayacak.
Sanatsal anların ve atmosferin kentin doğasında olmasının da rolü önemli. Ana serginin yanı sıra dünyanın sergisi diyebileceğimiz inanılmaz çeşitlilik sunan paviyonlar da bizi Venedik'e çeken bir şey.
Bu sefer ne yaşayacağız heyecanı!