Üç sene evvel gittiğim, tadı hâlâ damağımda kalan Kars, Ardahan ve Ani Harabeleri gezimi hatırlıyorum. Fotoğraf arşivime daldım, o günleri adeta tekrar yaşadım…
Arkadaşım "Bilet var, hadi gel" dedi
Arkadaşım Zeynep Hale Yenice aramıştı. Gurme, butik, artık nasıl anlatırsanız, kitlesel olmayan ve özel turlar düzenleyen turizmcidir Zeynep. Pandemiden patlamış, hafif açılmaya başladığımız seneydi. "Hadi atla gel, beş günlüğüne Kars'a gidiyoruz. Yerim var trende, böyle fırsat bir daha ele geçmez" dedi. Doğru, Doğu Ekspresi'nde yer bulmak, sokakta 100 dolar bulmak, ya da elini cebine atıp tam Cumhuriyet altınına rastlamak gibi bir şey. İşi gücü hemen ittirdim, organizasyonları bir çırpıda hallettim. Zeynep'e "geliyorum" diye mesaj attım ve yılların gezgin alışkanlığıyla küçük bavulumu bir çırpıda hazırlayıverdim.
Önce, tren yolculuğundan bahsedeyim biraz. Evet, pandrmi boyunca iptal edildi ne yazık ki; ama bu sene başladı yine. Hazırlıklı, bilgili olan her zaman kazanır. Doğu Ekspresi'nde bilet bulmak, aylar öncesinden hazırlık yapmak ya da sıkı torpilli olmayı gerektiriyor. Bilet yok, yok, yok! Doğu'ya giden iki ayrı tren seferi var. Daha doğrusu vardı. Şimdi de, hayat normale dönünce, yine aynısı oldu. Biri Turistik Doğu Ekspresi, diğeri de Doğu Ekspresi. Rotalar bire bir aynı, ama turistik olan daha bir dura dura gidiyor. Ben onu daha çok seviyorum. Ankara – Kars arasında Erzurum, Erzincan ve İliç'te üçer saat bekliyor. Hızlıca bir şehir turu yapacak kadar, meşhur dönercilerinde yemek yiyecek kadar vakit var yani. Bir kule, tarihi bir cami, bir çarşı gezmek için uygun zaman. İstanbul'dan Ankara'ya hızlı tren seferleri başladı. Beş saat kadar sürüyor. İstasyon değiştirip Doğu Ekspresi'ne biniyorsunuz. Ve cümbüş başlıyor.
Yılbaşı süsleri ve lambalarıyla kompartımanlar süsleniyor. Yılbaşı olmasına gerek yok. İşin raconu böyle.
Ocak, su ısıtıcı, içecek ve yiyecekler çıkartılıyor. Minik hoparlörlerden güzel müzikler her yeri dolduruyor. Arada sucuklu yumurta falan yapıp her tarafı kokutanlara da rastlanıyor, ama onları genelde yok sayıyoruz. Böylece olması gereken, gerektiği gibi olana odaklanıp eğlencemize bakıyoruz. Yolculuk, 24 saatten fazla sürüyor. Hatta durarak giden bazen iki günü buluyor neredeyse.
Ama olsun. "Önemli olan yolculuğun kendisidir çekirge" lafını şiar edinmiş insanlar olarak, hayatın her anına yayılmayı beceriyoruz. Yataklı trenlerin nevresimleri, yastık kılıfları falan tertemiz. "Ay pis mi, aman da hijyen" gibi konuşan, yüzünü buruşturarak bakan insanlardansınız, lütfen evinizden hiç çıkmayın. Tren tuvaletleri birkaç saat sonra kirleniyor, lokantadan kokular yükseliyor, genel anlamda süslü püslü olmasına karşın hijyen çıtasının altında bir seyahat sayılabilir. Ama olsun. Doktor Jivago filminin setindesiniz sanki. Hatta o tüyleri ürperten film müziği de çalınsa fonda... Allah'ım ne kadar güzel bir karedeyim böyle diyorsunuz. Bütün geçmiş süpürülüp temizleniyor adeta. Bilinçaltı yine kıvrımlarını açtıkça açıyor, gittikçe karlara bürünen manzaralar bütün ipi, çöpü bal dök yala kıvamında temizliyor. Erzincan'a yaklaşırken telefonla döner siparişi, Erzurum öncesinde de cağ kebabı, bir buçuk lütfen. Hangi kompartımanda olduğunuzu söylemeniz yeterli. Hani maksat şehirde vakit kaybetmeyin. Çifte Minare görülecek, oltu taşı beğenilecek ya. Zamanı doğru kullanmak adına söylüyorum yani. Trenlerdeki yemekler pek lezzetli sayılmaz. Ben çocukken daha iyidi sanki. Çayı ve kahvesi de içilir gibi değil. Neyse, yine de iyi ki var diyelim. Termosları, bardakları giderken doldurup yanımıza almayı unutmayalım. Ben tek yönü trenle, dönüşü uçakla yapmıştım. İki yönü de trenle yapmak mümkün tabii. Ama nereden baksanız bir hafta, hatta 10 günü ayırmak gerekiyor. Kars, tabiri yerindeyse, uçmuş. Nihayet mücevherlerini parlatmış, güzelliğini gözler önüne sermeye başlamış.
Aslında küçük bir şehir. Yok, düzeltiyorum; nüfusu az, ama oldukça büyük bir alana yayılmış. Mesafeler uzun, yapacak çok şey var. Bir de garip bir büyüsü var. En son 15 sene falan önce gittiğimde hiç böyle değildi. Nasıl olmuş, bu büyü hangi ara ortaya çıkmış, hiç bilemiyorum. Ama şehirde mistik bir şey kesinlikle var. Türkiye'nin rakımı en yüksek şehirlerinden biri. 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı sonrasında 40 yıl Rusların egemenliğinde kalmış, tarih kitaplarından hatırlarsınız. Ruslar Kars'a çok önem vermişler. Almanya'dan mühendisler getirtip şehri planlamışlar. Geniş caddeler, büyük meydanlar, kalın duvarlı sağlam taş binalar, hep Rusların eserleri. Sonrasında nasıl acıklı bir şekilde büyüdüğünü, mimarinin ne hale geldiğini anlatmama gerek yok. Kars'ın nüfusu 150 binden az. Bazı kışlarda ısının -40 dereceye kadar düştüğü ölçülmüş, öyle soğuk yani. "Kars" isminin, Karsak Oymağı'ndan geldiği sanılıyor. Bir diğer görüş de, Gürcüce "kapıkenti" anlamına gelen "Kariskalaki" kelimesinden türediği yönünde. Havaalanı, neredeyse şehir merkezinde. Dönüş yolunda, yorgun argın bavulları toplarken bu bilgi insanı pek mutlu ediyor, o yüzden buraya bırakayım dedim. Kars halılarını merkezde göreceksiniz. Kars peynirlerini tadıp alacaksınız. Gerekirse bir saat uzaktaki Boğatepe Köyü'ne gidin. Hatta lütfen gidin. Nasıl doğru bir kooperatifcilik zihniyetiyle bütün köyün kalkındığını görün. 16 çeşit peynir üretiliyor burada. Bir de peynir müzesi dedikleri küçük bir anı salonu açmayı bile akıl etmişler. Hatta bazı akıllı köylü kadınları, Fransızca bile öğrenmişler. Muhteşem bir yer. İnsanın mutluluktan ağlayası geliyor. Aman be, yaş ilerledikçe de insan amma sulugöz olmaya başlıyor! Neyse, Kars Müzesi'ni mutlaka ziyaret edin, çok güzel. Ama bir de müze açılmış şehirde: Kafkas Cephesi Harp Tarihi Müzesi. O yırtık potinler, o canlandırmalar, insanı o zamana alıp götürüyor. İşte asıl hüngür hüngür ağlanan yer, orası.
Ben Altın At Kış Festivali zamanında oradaydım. Sanıyorum bu ay içinde olacak yine. Cirit, atlı okçuluk yarışları, rahvan atlarının geçiş gösterileri ve yarışları vardı. Atların çektiği kızaklara bindim, yarışları seyrettim. Harikaydı. Ama Çıldır Gölü'nde balık tutma keyfini de mutlaka deneyimleyin derim. Göz alabildiğine bembeyazlığın ortasındasınız. Testereyle buzu küçük bir daire, çoğunlukla da kare olarak kesmenizi öğretiyor yerel rehberler. Bir çengelle o kesilen parçayı çıkartıp, oltayı sallıyorsunuz. Tuttuğunuz balıkları ızgarada pişirip afiyetle yiyorsunuz sonra da. İglo gibi yapılmış, yani çatılmış çadırlarda dinleniyor, hiç de üşümeden iklime uyum sağladığınıza siz de çok şaşırıyorsunuz. Çıldır'da "drift snowfest" zamanında da maceranın dibine vuruyorsunuz. Fazla girmeyeyim şimdi, o da başka bir yazının konusu olsun. Festival zamanıysa, bir gün aktiviteler, bir gün de balığa ayırmak gerekiyor bu durumda; aklınızda bulunsun.
İşin erbabı, Sarıkamış'ın toz karını başka türlü sever. Bu çok kaliteli kar, özellikle snmowboard yapanların tutkusu. Gerçekten de hissiyatı bambaşka. Bir de Sarıkamış'ın sonsuza uzanan sıradağlar gibi bir manzarası var. Bayılıyorum. Kupkuru dağ ve doğu iklimi, insana çok iyi geliyor. En sevmediğim tarafı, şehre 60 kilometre kadar uzakta. Yol bir saat sürüyor genelde. Şöyle zırt diye gidilebilseydi... Aman canım, ben de ne çok şey istedim, kendime şaştım, affedin. Ama Ardahan'a kayağa gittim geçen sene, müthişti!
Nasıl güzel bir lezzet böyle... Bu kadarlık ömrümde hep sallamışım, haksız yere. Oysa hem çok sağlıklı, hem de çok lezzetliymiş. Ben bilememişim... Kızılcık veya elma kompostosuyla ve kaz suyundan yapılmış bulgur pilavıyla servis ediliyor. Tuluhan (Tekelioğlu), "Mutlaka Kars Kaz Evi'ne git" diye sıkı sıkı tembihlemişti. Kadınlar kurmuşlar, yönetiyorlar, diğer kadınları da destekliyorlar. Çok güzel bir lokanta, şahane bir oluşum, ömür boyu hatırlanacak bir lezzet.
Hemen Ermenistan sınırı yanında. Muhteşem bir görkem; uçsuz bucaksız bir araziye yayılmış bir antik kent. Daha kazılıp çıkartılacak çok şey var. Kars merkezden ulaşmak bir buçuk saat sürüyor. Orada da en az dört saat kalmak gerekiyor. Doğu'da günlerin erkenden karardığını da hesaba katarsanız, bir tam gün ayırmak şart. Ani'yi gezerken Ermenistan'ın sınır köylerini, askerlerin gözetleme kulelerini rahatlıkla görüyorsunuz. Hatta her iki tarafın askerlerinden biri hapşırınca, öbür taraftan "çok yaşa" dileğinin dağlarda yankılandığı, sıklıkla anlatılan hikâyelerden.
Ah nasıl gidemedim, hâlâ yanıyorum. Gerçekten farklı bir deneyim yaşamak için Posof Yaylası gezisi şartmış, öyle diyorlar. Posof'ta, İsviçre dağ köyleri manzaraları eşliğinde, bizim doğu misafirperverliği varmış. Sağılan inekler, ille de çay iç, yemek ye diye koluna yapışan, gözlerinin içi gülen mert köylüler... Bir dahaki seferde, mutlaka Posof Yaylası ve Şavşat gezilerini de turuma dahil edeceğim. Tüm geziyi 10 gün olacak gibi planlayıp Kars ve civarını gönlümün istediği gibi, doya doya gezeceğim. Hele bir takvimim sakinlesin, tek işim gezip anlatmak olsun, bakın size daha ne hikâyelerle geleceğim...
Fatih Türkmenoğlu kimdir?Fatih Türkmenoğlu İstanbul'da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık bölümünden mezun olduktan sonra New York Üniversitesi'nde 'işletme diploması' programını bitirdi.University of Michigan'da bir yıl 'konuk gazeteci' olarak seminerler verdi. Northwestern Üniversitesi'nde Ortadoğu bölümünde araştırma yaptı. Kent Üniversitesi'nde 'klinik psikoloji' yüksek lisansı yaptı. Çeşitli terapi eğitimleri aldı, almaya da devam ediyor.Gazeteciliğe 1995 yılında Sabah grubunda başladı. Sabah ve Yeni Yüzyıl gazeteleri ile Aktüel, Esquire, Cosmopolitan dergilerinde gezi, izlenim yazıları yazdı, çok sayıda röportaj yaptı. Kuruluş döneminde ilk özel haber kanalı olarak yayına başlayan NTV'ye geçti. Beş yıl çalıştığı kurumda hazırlayıp sunduğu programlarla ödüller kazandı. İzleyen dönemde geçtiği CNN Türk televizyonunda 13 yıl boyunca gezi programları ve belgeseller hazırladı ve sundu.Milliyet, Cumhuriyet ve Hürriyet Seyahat için yıllarca yazı yazdı. CNN International televizyonu için Türkiye'den uzun süre haber yaptı. "Her Perşembe Saat 4'te", "Hayat Gezince Güzel", "Türkiye'de Görülmesi Gereken 101 Yer", "Amerikan Rüyası Tabirleri", "Üç Kuruş Fazla Olsun Kırmızı Olsun" adlarıyla beş kitabı yayımlandı.Moderatör, sunucu olarak da çalışan, şirket yöneticileri ve bürokratlara sunum teknikleri ve medya ile ilişkiler konularında danışmanlık yapan ve TedX konuşmacısı olan Türkmenoğlu, uzman klinik psikolog olarak da danışan kabul ediyor. ABD ve Türkiye'de yaşıyor. Evli ve iki kız çocuk babası. |