Türkiye, dış politikada iki cami arasında kalmış beynamaz gibi duruyor.
ABD ile Rusya arasında sıkışıp kaldı.
Hangi yolu izleyeceğine karar verememiş bir halde bekliyor.
Ankara, bir yandan ABD'nin yeni Başkanı Joe Biden'la nasıl temas kuracağını araştırırken bir yandan da yeni yönetimin Türkiye'ye nasıl yaklaşacağını öğrenmeye çalışıyor.
Bu amaçla ABD ve Biden'e mesajlar yolluyor ancak henüz bir yanıt almış değil.
Türkiye'nin eski Başkan Donald Trump'la ilişkisi devletler ve kurumlar arası ilişkiden daha çok kişisel ilişkiye dayandırılıyordu. Başkan Trump ile Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın kişisel dostluğu ile işlerin yürütüldüğü söyleniyordu. Ancak bu dostluk Türk-Amerikan ilişkilerinde Türkiye lehine hiçbir sonuç vermedi.
Trump'ın CAATSA yaptırımlarını bir süre ertelemesi ve Halkbank Davası'nı özel takibi dışında, Türkiye'nin ulusal çıkarlarını gözeten bir politika izlemedi. Tam aksine Türkiye'nin beka sorunu olarak gördüğü ne varsa ABD o sorunu daha büyüterek Ankara'nın karşısında yer aldı. PKK-YPG ve FETÖ'yü besleyip büyüttü. PKK-PYD'yi Suriye'nin kuzeyinde düzenli ordu haline getirdi.
FETÖ'nün darbe girişiminden ABD'yi sorumlu tutan Ankara, S-400'leri alarak önemli bir çıkış yaptı. Bunun karşılığında Trump yönetimi, Türkiye'yi kurucusu olduğu F-35 projesinden çıkardı. CAATSA yaptırımı kapsamına aldı. Trump giderayak bu yaptırımların görece hafiflerini uygulamaya koydu. Bu bile Ankara tarafından jest olarak karşılandı.
ABD emperyalist bir ülkedir.
Bu niteliğinin tartışılacak bir tarafı yoktur. Bu ülkeyi yönetenler de ABD emperyalizminin çıkarlarını gözetirler. Bu çıkarların gerektirdiği kararları da sonuç alıncaya kadar değişik yöntemlerle uygularlar. ABD başkanının demokrat veya cumhuriyetçi olması bu durumu değiştirmez. Bazı farklılıklar elbette olur ama bu temel politikaları değiştirmez.
Bu nedenle Trump'ın gidip Biden'in gelmesi, ABD'nin Orta Doğu ve Türkiye politikalarını değiştirmeyecektir. Hatta Türkiye-ABD ilişkilerinin daha da kötüleşmesi büyük olasılıktır.
Bunun temel nedenlerinden biri, Biden ve yönetime getirdiği ekibin, Trump'tan devraldığı PKK-YPG'yi SDG altında destekleme politikasını daha da güçlendirmesi olacaktır.
Biden'ın Dışişleri Bakanı Tony Blinken'in ayağının tozuyla Türkiye'den "sözde stratejik ortak" diye söz etmesi ilk işaret olarak görülmelidir. Emekli general olan Savunma Bakanı Lyod Austin, PKK-PYD'den, Suriye Demokratik Güçleri'ni (SDG) çıkaran ekibin içindedir. "Demokratik güç" demenin, PKK-PYD'yi sempatik göstereceği aynı ekip tarafından açıklanmıştır.
Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan, Türkiye'nin Suriye politikasını ve operasyonlarını eleştiren ve Ankara'nın YPG'yi tanıması ve ABD'nin yardımlarını kabullenmesi gerektiğini savunan bir isimdir.
ABD'nin yeni yönetiminin Türkiye'ye bakışı böyle. Buna bir de "Türkiye'nin S-400 edinmesi kabul edilemez" diye yapılan açıklamayı da eklemek gerekir.
Ankara, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar'ın ağzından, birkaç kez, "S-400'ler konusunda ortak çözüm bulabiliriz, Yunanistan'ın S-300 sorununu çözdüğü gibi çözebiliriz, F-35 projesine dönmek istiyoruz" anlamında mesajlar verdi. Ancak Biden yönetiminden bu mesajlara bir yanıt gelmedi.
Öyle anlaşılıyor ki Biden yönetimi, Türkiye'nin hem S-400'leri kullanmak hem de F-35'leri almak gibi bir lükse sahip olmayacağını düşünüyor. Ankara'yı "ya S-400 ya F-35" seçeneğine zorlayacak.
Böyle bir durumda Türkiye'nin, Yunanistan'ın yaptığı gibi S-400'leri hangara sokması ve kullanmaması halinde bu kez başka bir sorun ortaya çıkacak. Rusya ile devamı da gelecek denilen S-400 projesi askıya alınacak. Bu kez muhalefet, "Madem ihtiyaç var diye aldınız, S-400'leri neden kullanmıyorsunuz," "Madem kullanmayacaktınız, ihtiyaç yoktu o zaman 2,5 milyar doları niye harcadınız" diye sormaya başlayacak. Türkiye'nin her şeyi göze alıp tamamen ABD'ye yanaşması halinde bu kez Rusya'yla Suriye'de, Doğu Akdeniz'de, Libya'daki ilişkileri zedelenecek.
Türkiye'nin iki cami arasında kalmış beynamaz gibi görüntü vermesinin nedenleri bunlardır.
Türkiye'yi hem ABD ile hem Rusya ile hem Avrupa Birliği ile hem de komşularıyla sorunlu hale getiren, dış politikada ilk düğmeyi yanlış iliklemesidir.
Atatürk'ün "yurtta barış dünyada barış" ilkesini terk eden, "aktif dış politika izliyorum" derken, bir yandan ABD'nin Orta Doğu'da ve Kuzey Afrika'da 22 devletin sınırlarını ve bazılarının yönetimlerini değiştirmeyi hedefleyen BOP projesine destek veren, diğer yandan Arap Baharı'yla heyecanlanıp Müslüman Kardeşler'i bu ülkelerde iktidara getirmeye çalışan Türkiye, ilk düğmeyi yanlış iliklemiştir.
Bu yolda ısrar etmesi, ABD Başkanı kim olursa olsun dış politikadaki sorunları ağırlaştırmaktan başka sonuç vermeyecektir.
Dilerim böyle olmaz.