AK Parti’nin, Necmettin Erbakan’ın liderliğindeki Fazilet Partisi’nden ayrılırken en önemli farkı Avrupa Birliği (AB) ve Batı dünyasına bakışıydı.
Erbakan keskin bir AB karşıtıydı. AB’yi “Hristiyan kulübü” olarak nitelerdi.
Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül’ün öncülük ettiği yenilikçi hareket ise, tam aksine AB değerlerini benimseyerek yola çıktılar ve Milli Görüş gömleğini çıkardılar.
İktidara geldikten sonra da Bülent Ecevit hükümetinin başlattığı AB reformlarını sürdürdüler, AB değerlerine sarılarak, 28 Şubat’ın devam eden baskısını etkisiz kılmaya çalıştılar.
AK Parti’nin AB üyeliğini ve değerlerini hedeflerken amaçlarından biri partinin kapatılmasını önlemek ve AB koruması altında yollarına devam etmekti.
Bir önceki hükümet olan Ecevit başkanlığındaki koalisyon döneminde tam üyelik ve müzakere yolunda adım atılırken güdülen amaç ise Türkiye’nin laik niteliğini güvence altına almak ve bölünmesini önlemekti.
Türkiye AB üyesi olursa laiklik güvence altına girer ve PKK terör örgütü hedefine ulaşamazdı. AB üyesi olup da demokratik-laik niteliğini kaybetmiş veya bölünmüş bir ülke yoktu.
Koalisyonun başlattığı AB sürecini Ak Parti daha da ısrarla takip ederek, Milli Nizam Partisi’nden itibaren öncülü olan diğer partiler gibi kapatılmak istemiyordu. Bu nedenle parti kapatılmasını güçleştiren hukuki düzenleme girişimlerinde de bulundu.
AK Parti’nin AB uyum yasaları çıkarması, demokratikleşme açısından olumlu karşılanmış, insan hakları, hukukun üstünlüğü, sivil idarenin TSK’yı denetlemesi, Kürtçe televizyon yayını gibi adımları liberal ve sol çevrelerden de destek almıştı.
Bugün Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan öncülüğünde AK Parti içinden iki parti daha çıkmak üzere.
Davutoğlu ve Babacan’ın eleştirilerine bakıldığında, ortak noktayı “AK Parti’nin bu değerlerden uzaklaştığı “ eleştirisi oluşturuyor.
AK Parti iktidarının, ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü, eleştiri özgürlüğü, farklılıkları dile getirme özgürlüğü, adalet ve eşitlik değerleri açısından büyük sapma içinde olduğu, Parti’de kararların dar bir kadroyla verildiği, ailenin etkili hale geldiği, korku siyaseti izlendiği, karar mekanizmasının merkezileştiği eleştirileri de dikkat çekiyor.
Babacan bu eleştirileri doğrudan Erdoğan’ı ve Parti’yi zikretmeden daha diplomatik yoldan yaparken, Davutoğlu daha açık bir dille seslendiriyor.
Her iki siyasetçi de Türkiye’nin giderek demokratik yönetim tarzından uzaklaştığı, topumun inançlara ve etnik kökene göre ayrıştırıldığı, siyasetin farklılıklar üzerinden yapılmasının çok yanlış olduğu görüşünde de birleşiyorlar.
Özetlenecek olursa her ikisi de AK Parti’nin kuruluş yıllarındaki “özgürlük, eşitlik, adalet, demokrasi” ilke ve değerlerine artık sahip olmadığı düşüncesindeler.
Yeniden yola çıkmalarının amacı, bu özelliklere sahip bir siyasi parti kurup, AK Parti’ye alternatif olabilmek ve iktidara gelmek.
Davutoğlu ve Babacan’ın AK Parti’nin kuruluş değerlerinden dolayısıyla yolundan saptığı eleştirisine karşılık, Erdoğan, Abdullah Gül de dahil muhalif isimleri “davaya ihanet etmekle” suçluyor.
Karşılıklı suçlamaların ortak noktası AK Parti’nin kuruluştaki değerlerine artık sahip olmadığı.
Babacan’ın da Davutoğlu’nun açıklamalarına bakıldığında toplumun her kesinden ve her siyasi eğilimden destek almayı planladıkları anlaşılıyor.
Bu yönü itibariyle her iki hareket de Turgut Özal’ın dört eğilimi birleştiren ANAP’ını anımsatıyor.
Babacan'ın söyleminden çıkan izlenim liberal kanadı daha önde, muhafazakâr kanadı biraz daha arkada yeni bir ANAP.
Babacan, Türkiye’nin en önemli sorunlarını; ifade özgürlüğü, adalet, Kürt sorunu ve ekonomi olarak saptıyor ki, bu CHP’nin eleştirilerinden farklı değil.
Bu söylem Gül-Babacan öncülüğündeki yeni partinin klasik mütedeyyin tabanla, CHP-İyi Parti İttifak tabanıyla HDP tabanına hitap etmeye özen göstereceğine işaret ediyor.
Davutoğlu’nun söylemine bakınca ortaya çıkan izlenim ise muhafazakâr kanadı önde, liberal kanadı biraz daha arkada bir ANAP görülüyor.
Davutoğlu’nun milletin değerlerini önceleyen demokratik bir siyaset anlayışını sık sık vurgulaması, Millet İttifakı’ndan çok AK Parti-MHP’nin oluşturduğu Cumhur İttifakı’nın tabanına sesleneceğini gösteriyor.
Bu yönüyle bakınca Davutoğlu’nun partisinin muhafazakâr-milliyetçi bir parti olacağı görülüyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti iktidarına benzer eleştiriler yönelten ve aynı siyasi kökten gelen Babacan ve Davutoğlu neden bir araya gelemiyor? Neden tek parti kurulması için birleşmiyorlar?
Babacan bu yöndeki soruya “Ahmet Hoca’nın ilmine büyük saygımız var, ancak siyasi önceliklerimiz, yöntem ve üslubumuz farklı” yanıtını veriyor.
Bu yanıtın gerçeği tam kavradığını söylemek zor.
Babacan’ın dikkat çektiği farklılıklar aşılamayacak farklılıklar değil.
Ancak, Gül kanadında bir kırgınlık olduğu ve bir araya gelememenin asıl nedenini oluşturduğu bir sır değil.
O kırgınlığın nedeni de, Erdoğan’ın, Gül’ün Çankaya’dan indikten sonra yeniden partinin başına geçip başbakan olmasını önlemek üzere yaptığı hamleye Davutoğlu’nun “Başbakanlık” görevini kabul ederek katkı vermiş olması.
Gül-Babacan kırgınlığının asıl nedeni bu gibi görünüyor.