Koronavirüs salgını bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de yaşamı birçok alanda askıya aldı.
Yaşam Korona'dan önceki gibi değil. Koşulları uygun olanlar evlerinde kalarak Korona'dan önceki günlük yaşamlarını askıya aldılar. Koşulları uygun olmayanlar ise Korona riskine karşın işlerine mecburen gidiyorlar.
Günlük yaşamda tokalaşmak, sarılmak, öpüşmek, bir kafede bir lokantada toplu yemek yiyip sohbet etmek, kolkola, yan yana yürümek artık "askı"da.
Bu yaşam alışkanlıklarının ne zaman askıdan ineceği belli değil. Ancak daha uzun süre askıda kalacakları belli.
Sosyal ve kültürel alışkanlıklarınızı bir süreliğine askıya alabilir, kalıcı bir biçimde değiştirebilirsiniz.
Ancak yaşamınızı sürdürmek için temel ihtiyaçları askıya alamaz onlardan bir süreliğine de olsa vazgeçemezsiniz. Bu yaşamla bağdaşmaz.
Örneğin yaşamınızı yeniden üretecek kadar yemek, su içmek, kafanızı sokacağınız bir yerde barınmak zorunludur. Bunu sağlamak için kiranızı, bakkal borcunuzu, elektrik, gaz, su faturanızı da ödemeniz gerekir.
Korona salgınının işinden ettiği ve edeceği yüzbinler için bu ihtiyaçları gidermek, bu ödemeleri yapmak mümkün olmaktan çıktı.
Böyle durumlarda sosyal devletin güçlü bir şekilde devreye girmesi ve gelirini kaybeden vatandaşların bu ihtiyaçlarını en azından salgın süresince üstlenmesi, ödemelerini yapması gerekirdi.
Oysa yapılan ve vadedilen yardımlar çoğu kişi ve ailesi için yeterli düzeye ulaşmadığı gibi "yardım" adı altında borç erteleme veya kredi ile borçlandırmak yöntemi izlendi.
Devletin yetersizliği karşısında "sosyal devlet"in yerini "sosyal vatandaşın" almakta olduğunu görüyoruz.
Belediyelerin öncülüğünde "askıda" yöntemiyle, gelirini kaybeden, yeterli gelire sahip olmayan vatandaşların temel ihtiyaçları bir başka vatandaş tarafından karşılanıyor.
Korona krizinden önce de yoksul kesimlerde fırınlarda, marketlerde imkanı olan vatandaşlar ekmek alırken, ihtiyacı olanlara bedava verilmek üzere fazladan ekmek alıyor ve askıya bırakıyordu. İhtiyacı olanlar da bu ekmekleri alıyorlardı.
Korona kriziyle birlikte bu sosyal dayanışma yöntemi çok daha yaygınlaştı ve başka temel gıdalara da yaygınlaştırıldı. "İmkanı olan koysun ihtiyacı olan alsın" denilerek yardım sepetleri oluşturuldu.
Yaşamın asgari ihtiyaçları "askıdan" gelen yardımlarla karşılanır oldu.
Bu yöntem uygulanırken inancımızın ve kültürümüzün öğrettiği gibi "alan el veren eli, veren el alan eli görmedi."
Devlet yardımlarını babasının kesesinden yapıyormuş gibi siyasi propaganda aracı yapanlar da oldu tabii ama onlar gönüllerde, vicdanlarda bir yer bulamadı.
Askıda ekmek gibi, askıda gıda Ankara Büşükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ın başlattığı "komşunun veresiye borcunu kapat" çağrısı toplumda büyük karşılık buldu. Ankara'da başlayan uygulama bütün Türkiye’ye yayıldı.
Maddi olanakları iyi olan vatandaşlar, komşularının bakkaldaki veresiye defterlerini kapattılar. Alan el, veren eli; veren el, alan eli yine görmedi.
Benzeri bir uygulamayı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu "askıda fatura" adıyla başlattı.
Elektrik, gaz parasını ödeyemeyen ödemeyen vatandaşların faturaları yine maddi durumu daha iyi olan diğer vatandaşlar tarafından ödenmeye başlandı. İstanbul’da birkaç saat içinde binlerce fatura bu şekilde ödendi. Uygulama İstanbul dışına da yayıldı.
Yine alan el veren eli; veren el alan eli görmedi.
Sosyal devlet yerine sosyal vatandaş devreye girdi.
Hükümet tarafından bağış kampanyaları, aşevleri engellenen belediyelerin öncülüğünde vatandaş gelir dağlımı eşitsizliğini kendi olanaklarıyla dengelemeye, ihtiyacı olan vatandaşların yaşamını devam ettirebilmeleri için temel ihtiyaçlarını karşılamaya çabalarken, bu sorumluluğu taşımaları gerekenler ise gündemle hiç alakası yokken, "ezanı susturamayacaklar, bayrağımızı indiremeyecekler" diye bir tartışma başlattılar.
Abesle iştigal dışında, bir anlamı yoktu.