Türkiye bir adalet yürüyüşünü daha fazlasıyla hak ediyor.
Ülkeyi yeniden demokrasiye, laik düzene, sosyal bir hukuk devletine kavuşturmak, bu amaçla seçime ulaştırmak için bir adalet yürüyüşünün koşulları dört yıl önceye göre çok daha net biçimde oluşmuş durumda.
Demokratik işleyişin rafa kaldırıldığı, parlamento, yargı ve medya denetiminin yok edildiği, devletle mafyanın pazarlığa oturduğu, devletle mafyanın arasını bulmak için gazeteci sıfatı taşıyan tetikçilerin milyonlarca euro haraç istedikleri bir düzen kuruldu Türkiye'de.
Bu düzeni bu iktidar yarattı.
Devleti anayasaya göre, demokratik kurallar içinde yönetmesi gerekirken, devlete çöken bir iktidar anlayışının hakim olduğunu görüyoruz.
Devlet içinde devletçik kurmuş iktidar yanlılarının bütün dertleri haraç, rüşvet, komisyon, arabuluculuk; her ne ad altında olursa olsun parayı götürmek olduğunu artık bilmeyen yok. İktidara neresinden bulaşırsa bulaşsın hepsinin amacı sonuçta iktidar gücünü paraya çevirmek. Bunlara maalesef adı gazeteci olan iktidar yanaşmalarının da dahil olduğuna tanık oluyoruz. Yazık.
Hazineye bağlanmış hortumlar milletin neyi var neyi yok silip süpürmüş durumda. İktidar yanaşmalarının milyarlarca dolarlık servetlerinden söz ediliyor.
Suç örgütü lideri Sedat Peker'in ortaya attığı iddialara yanıt verebilen kimse yok. Ne devlet yetkilileri ne adı geçen gazetecilerden çıt çıkmıyor. Herkes arazi olmuş durumda.
Çıt çıkartmayalar arasında maalesef yargı mensupları da var. Bir savcı çıkıp da "ne oluyor" diye soruşturma açmış değil. Talimat gelmedikçe de Peker'in iddialarını soruşturacak bir savcı yok. Vatandaş "cesur savcı" arıyor. Oysa savcıların görevlerini yapmaları için cesur olmaları gerekmiyor. Savcı olmaları yeterli.
Adaleti ara ki bulasın.
Adaleti savcılar, yargıçlar dağıtmayınca kim dağıtacak?
Adalet savcıda, yargıçta, mahkemede aranmayacaksa nerede aranacak?
Adaletsizliği yaratan yürütmenin kontrolüne girmiş yargı olunca CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu adaleti yollarda aramıştı. Dört yıl önce Ankara'dan İstanbul'a bir "adalet yürüyüşü" gerçekleştirmişti.
Bu yürüyüş CHP'nin yürüyüşü değildi.
Kılıçdaroğlu siyasi muhalefetin lideri olarak toplumsal muhalefete öncülük etmişti.
Türkiye'nin bugün geldiği koşullar dört yıl önceki koşullardan çok daha kötü, çok daha ağır.
Sadece Sedat Peker'in ortaya attığı iddialar bile Türkiye'de partilerüstü bir muhalefet anlayışına ihtiyaç olduğunu ortaya koymaya yetiyor da artıyor bile.
Milyarlarca dolara varan vurgunlar, imar düzenlemeleriyle paylaşılan milyarlık rantlar, iktidar gücüne yaslanıp oraya buraya yapılan çökmeler, mafyayla içice devlet adamları ve kurumları, ekranda iktidar güzellemeleri yapanların ekran arkasında yürüttükleri haraç pazarlıkları…
İlgili herkes dut yemiş bülbül gibi.
Türkiye'nin yeniden demokrasiye ulaşması, yeniden demokratik, laik, hukuk devletini inşa etmesi için muhalefetin parti farkı gözetmeksizin bir araya gelmesi ve toplumsal muhalefetle bütünleşmesi gerekiyor.
CHP lideri Kılıçdaroğlu, adalet yürüşünün dördüncü yıldönümünü şu sözlerle andı:
"Muhalefet olarak neyin peşine düşeceğimizi şaşırdık. Her gün yeni bir skandal. Lağım. Sevgili Halkım bunları önlemek için 4 yıl önce #AdaletYürüyüşü'ne çıkmıştım. Bu borsacılar şehit kanlarını satmasınlar diye, birileri milyonlarca Euro götürürken halkımız aç kalmasın diye."
Kılıçdaroğlu'nun dört yıl önceki kaygılarının maalesef gerçekleştiği bir yere geldik.
Şaka değil, millet aç mı? Evet, aç.
Devlet soyuluyor mu? Evet, soyuluyor.
Mafya devletin içinde mi? Evet, içinde.
Yolsuzluk diz boyu mu? Evet, diz boyu.
Haraç, rüşvet kol geziyor mu? Evet, geziyor.
Adalet yok mu? Evet, yok.
Muhalefetin adalet için yola çıkması gerekiyor mu?
Evet, gerekiyor.