Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, Beyaz Saray ziyareti sırasında ve sonrasında ABD Başkanı Donald Trump ile dostluğuna çok sık vurgu yapıldı.
Trump, Cumhurbaşkanı Erdoğan için “Hayranıyım” derken, Cumhurbaşkanı Erdoğan da Trump’a “Sayın Dostum” diye hitap etti. Karşılıklı dostluk vurgularına karşın zirveden çıkan sonuçlarda ABD’nin Türkiye’ye dostça yaklaştığına ilişkin bir emare yoktu. En azından, Erdoğan-Trump dostluğunun kararlara yansıdığı söylenemezdi. Hatta Trump, Mazlum Kobani ile ilgili soruyu yanıtlarken, “O’nunla da konuşuyoruz, sizin Cumhurbaşkanıyla da konuşuyoruz” diye özetlenecek bir yanıt verdi. Sanki Türkiye ile PKK-YPG eşitmiş gibi…
Müttefiklik açısından bakılırsa ABD’nin Suriye’de müttefik olarak gördüğü Türkiye değil. Trump’ın da sık sık ifade ettiği gibi müttefik PKK-YPG.
Bu da gösteriyor ki, liderler arasındaki dostluk devletler arasında dostluğa ve müttefiklik ilişkisi kurmaya yetmiyor. Kaldı ki, Trump’ın Erdoğan’a gönderdiği mektup da hem şekil hem de içerik olarak hiç dostça değildi.
Son Beyaz Saray ziyareti bir kez daha gösterdi ki, ABD ile ilişkileri sadece Başkan Trump’la ilişkiye indirgemek doğru bir tutum değil. Ayrıca Trump da güven veren, özellikle de Türkiye’nin güvenebileceği bir lider değil.
Bu nedenle liderler arası ilişkiyi sorunları çözecek bir anahtar olarak görmek yanıltıcıdır. Tıpkı Özal-Baba Bush dostluğunda olduğu gibi.
Devletler arası ilişkilerin sadece liderler arasında değil devlet kurumları arasında da kurulması ve işleyen bir mekanizmaya sahip olmasının önemi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Beyaz Saray ziyaretinde bir kez daha ortaya çıktı.
Elbette ki, Türkiye ile ABD arasında ikili ilişkiler kurumlar arası diyalogların da konusu. Ancak, Türkiye’de özellikle cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçişin ardından pek çok kurumun etkinliğinin ve işlerliğinin temelden sarsılması kurumlar arası ilişkiler yerine liderden lidere ilişkiyi öne çıkardı. Ve bu durumun Türkiye’nin lehine sonuçlar doğurduğunu söylemek için iyimser olmak lazım.
Ayrıca, ABD’nin İngiltere ve İsrail dışında istikrarlı dostluk ilişkisi sürdürdüğü bir üçüncü ülke olmadığını da unutmamak gerekir.
NATO’da 67 yıllık müttefiklik ilişkisinin Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında, ABD’nin askeri ve ekonomik ambargosuyla yediği darbenin yarattığı olumsuzları gidermek yıllar aldı.
Türk-Amerikan ilişkilerinde ikinci ve daha büyük kırılma noktası 1 Mart 2003 tarihli tezkerenin reddedilmesidir. TBMM’nin bu kararından sonra Türk-Amerikan ilişkileri hızla irtifa kaybetmeye başladı.
Türkiye’nin bu kararından sonra 4 Temmuz 2003 (ABD’nin Bağımsızlık Günü yıldönümü) tarihinde Kuzey Irak’ta ABD askerleri bir baskın yaparak Türk askerlerinin kafasına çuval geçirdi. Bu hamle hem hükümetler arası hem de askerler arasındaki ilişkilere çok ağır darbe vurdu.
ABD bununla yetinmedi; 2007’den itibaren başlayan Ergenekon, Balyoz gibi dava süreçleriyle Türk Silahlı Kuvvetleri’nde yaşanan çok büyük çaplı tasfiyeyi yöneten FETÖ’nün arkasında durmaya devam etti. Bu destek 15 Temmuz kanlı darbe girişimi ve sonrasında da devam etti. Bugün de sürüyor.
ABD, Türkiye’nin laik devlet yapısı, toprak ve ulusal bütünlüğü açısından beka sorunu olarak gördüğü iki terör örgütüne desteğini kesmedikçe Türkiye ile “dostluğu” sorgulanması gereken bir konudur.
Bu olmadıkça, Beyaz Saray’da kim oturursa otursun Türkiye’nin ABD’ye güvenmesi ve iki ülke ilişkilerinin dostluk ve müttefiklik ilişkilerine dönmesi çok zordur.