Geride bıraktığımız 2020 yılı dünya için olduğu gibi Türkiye için de kabus gibi bir yıl oldu.
Covid-19 salgını nedeniyle dünyada vefat edenlerin sayısı 2 milyona yaklaşırken, vaka sayısı 82 milyonu aştı. Türkiye'de de resmi açıklamalara göre vefat sayısı 20 bini, vaka sayısı da 2 milyonu geçti.
Türkiye'yle ilgili vefat ve vaka sayısı verirken "resmi açıklamalara göre" diye vurgu yapmak zorundayız. Bunun nedeni, Sağlık Bakanlığı'nın açıkladığı turkuaz renkli tablodaki rakamların gerçekleri yansıtmadığının kısa bir süre önce ortaya çıkmış olması. Gerçek vefat ve vaka sayılarının uzun süre gizlendiği anlaşıldığı için resmi rakamlara inananların sayısı çok düştü.
Türkiye Covid-19'la mücadele konusunda kötü bir yönetim sergiledi.
Yaz aylarında turist gelmesini, ekonomide çarkların dönmesini sağlamak ve iktidarı başarılı göstermek için vaka sayıları halktan saklandı. Sadece hasta sayısı ve düşük vefat sayıları açıklanarak, Türkiye, salgınla mücadelede Avrupa'nın en başarılı ülkesiymiş gibi gösterildi.
Her konuya ve her soruna politik çıkar gözlüğüyle bakan iktidar, kendine göre bir başarı öyküsü yazdı ve halka bunu anlattı. Ancak gerçek bir başarıyı değil başarısızlığı gösteriyordu. Sağlık Bakanlığı vaka sayılarını açıklamak zorunda kalınca, Türkiye'nin salgınla mücadelede Avrupa'nın en iyisi değil en kötüsü olduğu anlaşıldı. Türkiye vaka sayısında Avrupa birincisiydi.
Kötü yönetim sadece halktan gerçeği saklamakla da sınırlı değildi. Ölümcül bir salgın sorunu olmasına karşın olaya politik çıkar açısından yaklaşan iktidar, CHP'li belediyeler başarılı gözükmesin diye bir dizi engelleme yaptı. Belediyelerin bedava maske dağıtmalarının önüne geçmek için maske dağıtımını devlet tekeline aldı, satışını da yasakladı. Ancak maske dağıtımını başaramadı. Mecburen bu kararından vazgeçti. Başarılı dayanışma kampanyalarıyla ihtiyacı olanlara hızla ulaşan CHP'li belediyeleri yine engellemek için bedava ekmek dağıtımına set çekmekten bağış kampanyalarını yasaklamaya kadar her türlü engeli çıkardı.
İktidar bu politikasıyla, salgınla mücadelede sınıfta kaldığı gibi kendine ve Türkiye'ye olan uluslararası güveni ciddi biçimde sarstı.
İktidar salgınla mücadelede yaptığı gerçekleri saklama hatasını ekonomide de tekrarladı.
Salgının da olumsuz etkisiyle ekonomik kriz giderek derinleşti. Kapanan işyerleri, inen kepekler nedeniyle işsiz sayısı tarihi zirve yaparken, Türk lirası döviz karşısında tarihinin en büyük değer kaybını yaşadı.
İktidar, hangi bilimsel bilgi ve değerlendirmeye dayandığı anlaşılmayan bir faiz politikası izledi. Kanununa göre bağımsız olması gereken Merkez Bankası Başkanı, "Cumhurbaşkanı'nın talimatını dinlemiyor" diye görevden alındı. Yerine atanan Merkez Bankası Başkanı, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın talimatlarını dinleyerek faiz oranını yüzde 24'den yüzde 8,5'a kadar indirdi. Enflasyonun altında tutulan faiz oranı nedeniyle dolar 8,5 liraya kadar tırmanırken, Merkez Bankası'ndan 128 milyar dolarlık döviz satıldı. Bankanın rezervleri eksi 48 milyar liraya düştü. Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu tablo karşısında yeni Merkez Bankası Başkanı'nı da görevden aldı. Merkez Bankası Başkanı bu kez talimatları dinlediği için görevinden alınıyordu.
Ekonomi yönetimi alt üst oldu. Kısa bir süre önce yeni bir ekonomik plan, enflasyon ve döviz kuru tahminlerini açıklayan Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak istifa etmek zorunda kaldı. Aylardır kamuoyuna yansıtılan "parlak ekonomik durum, uçuşa geçmiş ekonomi, Avrupa'nın örnek aldığı ekonomi" gibi söylemler ortada kaldı.
TÜİK enflasyonu yüzde 14 olarak açıklarken, enflasyon hesaplaması yapan yurtiçi ve uluslararası araştırma kuruluşları gerçek enflasyonun yüzde 38 civarında olduğunu açıkladılar. Özellikle temel gıda ürünleri ile elektrik ve doğal gazdaki fiyat artışları, TÜİK'in açıkladığı rakamın çok üzerindeydi. Sağlık Bakanlığı'nın turkuaz tablosu gibi TÜİK'in açıkladığı rakamlara da güven çoktan sarsılmıştı.
Türkiye'nin dış ilişkilerde izlediği politikanın sonucu bir dizi sorun oldu.
ABD'ye karşı Rusya'dan S-400 hava savunma sistemi alan Türkiye baskı altında kaldı. ABD, S-400 alımına karşı Türkiye'yi F-35 savaş uçağı projesinden çıkardı. S-400'leri Nisan 2020'da çalıştıracağını açıklayan Türkiye ABD'nin tepkisi karşısında bunu yapamadı. ABD, Türkiye'yi F-35 projesinden dışladığı gibi CAATSA yaptırımlarını uygulama kararı aldı.
"Ulusal savunmamız açısından ihtiyacımız var" diye alınan S-400'ler aktif hâle getirilemediği gibi Türkiye parasını ödediği F-35 uçaklarını da alamadı. Türkiye, "S-400'ler konusunda Türkiye bağımsız egemen bir ülkedir, istediği savunma sistemini alır" söyleminden "S-400'ler konusunda ABD ile ortak çalışma grubu oluşturulacak," "Yunanistan'ın S-300'lerde yaptığı gibi biz de S-400'le hangarda tutarız, NATO'ya zarar verecek şekilde kullanmayız, ortak bir çözüm buluruz" söylemine geldi. F-25 için ödenen 1,5 milyar dolar ile S-400'ler için ödenen 2,5 milyar gittiği gibi, S-400'ler elde kaldı, parası ödenmiş F-35'lerde ABD Hava Kuvvetleri'ne verildi.
Türkiye'nin Doğu Akdeniz ve Ortadoğu'daki yalnızlığı da sürüyor. Ortadoğu'da ve Akdeniz'de Katar dışında Türkiye'nin yanında yer alan bir başka ülke yok. Bütün komşularla kavgalı durumdayız. Suudi Arabistan dahil Türkiye'nin baş tacı ettiği Arap ülkeleri, Türkiye'ye karşı İsrail'in safında yer tuttular.
Dış politikada da övünülecek bir başarı öyküsü yok.
Evet, Türkiye için 2020 kötü bir yıldı ve kötü yönetildi.
Umarız 2021 için dersler çıkarılmıştır.