Demokrasi bir rıza rejimidir.
Seçime giren partiler kazananın iktidar olacağına başlangıçta rıza göstermişlerdir. Seçimi kazanan da diğer partilerin demokrasinin bir unsuru olacaklarını başından kabul etmiştir.
Demokratik sistemlerde muhalefet partileri de iktidar partisi gibi sistemin bir parçası olarak görevlerini yerine getirirler.
Ayrıca belediyeler de sistemin ve devletin bir parçasıdır. Anayasa’nın belirlediği gibi, devlet içinde yer alan, yönetimi seçimle belirlenen kamu tüzel kişileridir. Anayasa’nın, ilgili kanunların belirlediği kamu hizmetlerini görürler. Devletin ayrılmaz bir parçası, yereldeki uzantısıdır.
Bu sistem, ulusal boyutta bir sorun yaşandığında bir bütün olarak çalışılır, çalışmalıdır.
Koronavirüs salgını da ulusal ve küresel düzeyde bir sorundur. Türkiye, bu sorunla mücadele ederken, iktidar partisi-muhalefet partisi, merkezi yönetim-yerel yönetim ayırımı yapmamalıdır.
Böyle bir sorunla mücadele ederken iktidarın muhalefeti, muhalefet partilerinden seçilmiş belediye başkanlarını yok sayması ulusal bir felâketle savaşmaya çalışırken yapılacak en büyük hatadır.
Belediyeler devletin bir parçası olduğuna göre ister iktidar ister muhalefet partisinden olsunlar bu mücadelenin ayrılmaz bir parçasıdır. Bu, belediyelere Anayasa ve ilgili yasalarca yüklenmiş bir görev ve sorumluluktur. Aynı görev ve sorumluluk yerel yönetimlerin vesayeti altında bulunduğu merkezi yönetim için de geçerlidir.
Merkezi yönetimin salgınla mücadelede yerel yönetimleri parti ayırımı gözetmeksizin desteklemesi, çalışmalarına yardımcı olması gerekirken, muhalefet partisinden ve belediyelerden gelen önerileri yok sayması, bağış kampanyalarını engellemesinden zarar gören vatandaş olur.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan İstanbul’a Atatürk Havaalanı ve Sancaktepe askeri havaalanında 45 gün içinde 1000 odalı iki hastane yapılacağını söyledi.
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın da açıkladığı gibi en fazla vaka ve can kaybı Türkiye’nin en kalabalık kenti olan İstanbul’da görülüyor. Bu tahmin edilen bir sonuç. İstanbul’un nüfusu, ekonomisi, ticareti, insan hareketliliği düşünüldüğünde krizin merkezi olması gayet doğal.
İstanbul’da yaklaşmakta olan virüs tehlikesi karşısında önlemlerin henüz salgın başlamadan alınması çok etkili olurdu. Nitekim İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, ilk vakanın saptandığı 11 Mart tarihinden beri, her gün çağrı yaparak, merkezi yönetimin bazı kararlar almasını istedi.
Bunların başında sokağa çıkma yasağı ve Atatürk Havaalanı’na bir sahra hastanesi kurulmasıydı. Bu talebini 27 Mart’ta kamuoyuna açıkladı ve iktidara seslendi.
İmamoğlu’nu duyan olmadı. Ancak 6 Nisan’da Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan Atatürk Havaalanı’na hastane kurulacağını açıkladı. Oysa iktidar-muhalefet, merkezi yönetim-yerel yönetim işbirliği içinde Ekrem İmamoğlu ve diğer muhalefet belediye başkanları sistemin ve sürecin içine alınmış olsaydı, önerileri uygulamaya geçirilseydi Atatürk Havaalanı’na, Sancaktepe’ye hastane kurulması çalışmalarında çok mesafe alınmış olurdu.
Keza aynı gecikme ve dağınıklık maske olayında da yaşandı. CHP’li büyükşehir belediye başkanları maskeleri bedava dağıtmaya başladıktan sonra devlet de aynı kararı aldı, ancak uygulamaya hızlı bir şekilde sokamadı.
Devletin bedava vereceği, böyle bir salgın karşısında maliyeti ihmal edilecek kadar küçük olan maskelerin e-devletten form doldurularak başvuruyla alınması bürokrasiye yol açan, zaman ve emek kaybettiren bir uygulama.
Savaş veya kıtlık dönemlerinde karneyle ekmek dağıtılır gibi e-devlet formuyla maske başvurusu almak ve bundan sonra maskeyi dağıtmak belediyelerin toplu taşım araçlarının başlarında ve duraklarında bedava maske dağıtma uygulamasına göre oldukça hantal bir sistem.
Virüsle mücadele en iyi yönetim örneğini ise Karabük Valisi Fuat Göçer verdi. Vali, il düzeyinde Koronavirüs'le mücadele önlemlerini konuşmak için sadece iktidar partisinin değil bütün partilerin il başkanlarını davet etti. Muhalefet il başkanlarının da görüşlerini aldı.
Başından beri merkezi yönetimde de illerde de yapılması gereken Karabük Valisi’nin anlayışı ve çalışma yöntemiydi.