Samsun Canik'te eski eşini 5 yaşındaki çocuğunun gözü önünde öldüresiye döven maganda konusuna girmeden rahmetli Bekir Coşkun'dan dinlediğim yaşam dersini bir kez daha anımsatmakta fayda var.
Şöyle demişti Bekir Coşkun:
"Ben bir olayı yazmadan önce doğaya bakarım. Var mı yok mu, diye.
Mesela hayvanlar eşlerini dövüyorlar mı? Öldürüyorlar mı?
Yok.
O zaman kadınlar haklıdır.
Mesela bir hayvan diğer hayvanı saatlerce çalıştırıp sömürüyor mu?
Yok.
O zaman işçiler haklıdır."
Sosyal medyada boşandığı eşini 5 yaşındaki kızının çığlıkları arasında öldüresiye döven İbrahim Zarap'ı sosyal öküze, sığıra benzeten paylaşımlar okudum.
Bekir Coşkun ustamızın aktardığım filozofça yaklaşımı düşünülence bu magandaya "hayvan, öküz, sığır" dememek lazım. Çünkü bu benzetme, hayvana, öküze, sığıra hakaret olur. O ancak kendine benzetilebilir.
Maalesef 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nü, kadına şiddet olmadan ve bu nedenle bu tür yazıları yazmadan andığımız bir yıl olmadı.
Türkiye'de son 65 günde 67 kadın erkekler tarafından öldürüldü.
Erkek şiddetini protesto eden kadınlar yine polisin şiddetine maruz kaldılar. Saçlarından sürüklenerek, itilip, kakılarak, dövülerek dağıtıldılar.
Devlet de her 8 Mart öncesinde olduğu gibi erkekliğini gösterdi.
Olay tam da budur.
Devletin erkek olması.
Toplumun da erkeğin ekonomik, sosyal, kültürel, siyasal ve cinsel çıkarlarına göre örgütlenmiş olması.
Toplumsal yaşam ve devlet erkeğe göre yapılandırılınca, kadına şiddet de koruma altına alınmış oluyor. Topluma ve devlete güvenen erkek, gücünün yeteceğini bildiği kadına saldırıyor, dövüyor, öldürüyor.
Ne kadar yasal düzenleme yapılırsa yapılsın ağır bir ceza almayacağını biliyor. Birkaç gün gözaltında tutuluyor, serbest bırakılıyor. Bunu bildiği için de evde, sokakta kadını dövmekten çekinmiyor. Kadını döverken erkek olmanın gücünü gösterdiğini zannediyor ama aslında güçsüzlüğünü, zavallılığını sergilediğini bilmiyor.
Kadını döverek güç gösterisi yapan bu tiplerin, kendinden güçlü erkekler, zabıta, polis, savcı ve tabii ki patronu karşısında önünü ilikleyip, ayağa kalkan ve olabildiğinde yaranmaya çalışan kişiliksiz tipler olduğundan kuşkum yok. Yargılanırken kravat takarak, "Bir anda kendimi kaybettim, erkekliğime hakaret etti, pişmanım" gibi yanaşma savunmalar yapacağından kuşkum olmadığı gibi.
Erkeğin kadına tahakkümü en vahşi tahakküm biçimidir. Sonu kadını öldürmeye kadar varabilen bir tahakküm, bir sömürü tarzıdır.
Kadına şiddet, yüzyıllardır toplumun erkek egemen biçimde yapılandırılmasından kaynaklanan ideolojik bir sorundur. Bu nedenle politik nitelik taşır.
Kökeni, özellikle yerleşik yaşamda, erkeğin güç kullanarak artan ürüne el koyması, onu mülkiyetine geçirmesi, kadını da mülkü olarak görmesi ve ekonomik ve cinsel olarak sömürmesine dayanır.
Erkek egemenliği öyle bir tahakkümdür ki, yüzyıllar boyunca toplumsal yaşamı da devlet aygıtını da siyaseti de hukuku da erkeğin çıkarlarına göre düzenlemiştir.
Bu gerçeği bilen kadınların mücadelesi de ideolojik, dolayısıyla politik bir mücadeledir. Öyle de olmalıdır.
Sözüm ona çağdaş dediğimiz günümüz devletinin ideolojisi de kadını iki kere sömürmeye dayanır. Önce erkeklerin emeğiyle birlikte kadının emeğini de sömürmek, sonra kadının emeğinin evde erkek tarafından bir daha sömürülmesi. Bu ideolojiye uygun olarak geliştirilen iktidar politikaları da bu çifte sömürüye uygun olarak geliştirilir.
Kadın emeğinin çifte sömürüsü, "emek-sermaye çelişkisi" genellemesinden daha büyük, daha katmerli bir çelişkidir.